“Suya erişim bir insan hakkı mıdır yoksa sadece bir ihtiyaç mıdır? Su, hava gibi bir kamu malı mıdır yoksa Coca Cola gibi bir meta mıdır? Çeşmeyi açma ya da kapama gücü ya da hakkı kimindir: halkın mı, hükümetlerin mi, yoksa pazarın görünmez elinin mi? Manila ya da La Paz’daki yoksul bir bölgenin fiyatını kim belirleyebilir – yerel olarak seçilmiş su yönetim kurulu mu yoksa başka bir ülkedeki milletler üstü bir su şirketinin CEO’su mu?”
Rosmarie Bär (Alliance Sud)
Su hakkı çağrısı, dünya çapında binlerce topluluk içinde yaşayan ve sadece günlük yaşamlarını devam ettirebilmek için temiz su ve sağlıklı yaşam koşulları isteyen ve aynı zamanda su kaynaklarını hükümetlerin ve şirketlerin suistimaline karşı korumaya çalışan insanların gördüğü zararlar ve verdikleri mücadele sonucu ortaya çıktı. İlk bakışta suyun bir insan hakkı olduğu sorgulanamaz bir gerçek gibi görünmesine rağmen bu hakkın resmi olarak tanınmasını engellemek için birçok etkili güç bir araya geliyor.
Bu muhalif güçlerden bir tanesi de, uluslararası su politikası planlama kuruluşu olan ve üyelerinin tamamı su ve mühendislik şirketlerinden, su derneklerinden ve yatırım bankalarından oluşan (toplam 300 üyesi bulunuyor) Dünya Su Konseyi. Konsey’in başkanı, dünyadaki en büyük iki özel su şirketi olan Suez ve Veolia’nın sahip oldukları Groupe des Eaux de Marseilles’ın da eski başkanlığını yapmış olan Loic Fochon. Dünya Su Konseyi, her üç yılda bir su uzmanlarının, özel şirketlerin ve hükümet görevlilerinin küresel su politikası ve finansmanını belirlemek için bir araya geldiği büyük ve oldukça etkili bir toplantı düzenliyor. Dünya Su Forumu, BM tarafından düzenlenen küresel su sempozyumundan daha etkili hale geldi ve hem hükümetler ve onların politika yapıcıları hem de Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler görevlileri bu foruma büyük önem veriyorlar. Dünya Su Forumu, ilk kez düzenlendiği 1997 yılından bu yana her toplantısında, Forum’un son gününde yayınlanan Bakanlar Bildirisi’nde su hakkını tanımayı reddediyor. 2009 yılının Mart ayında İstanbul’da düzenlenen ve 150 ülkeden 25.000 delegenin katıldığı son Forum’da liderler bir kez daha resmi Bakanlar Kurulu Bildirisi’nde su hakkına yer vermeyi reddettiler ve bunun sonucunda BM Genel Kurulu Başkanı Miguel d’Escoto Brockmann’ın çok sert eleştirisiyle karşı karşıya kaldılar.
Hem Dünya Su Konseyi hem de Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler içinde yer alan bir çok liderin arasındaki tartışmanın merkezinde suyun bir hak mı yoksa bir ihtiyaç mı olduğu noktası yatıyor. Bu, semantik bir ayrım değil. Hiç kimse bir insan hakkının ticaretini yapamaz ya da onu satamaz, ya da parasını ödeyemediği için kimseyi bu haktan mahrum bırakamaz. Dünya Su Konseyi ve Dünya Bankası özel, kâr amacı güden su dağıtım sistemlerini teşvik ediyor ve böylece suyun bir ihtiyaç olduğu ve bu ihtiyacın kamu kuruluşları tarafından olduğu kadar özel şirketler tarafından da karşılanabileceği fikrini desteklemiş oluyor. Fakat su hakkı, insanların ödeme gücünün olup olmamasından bağımsız olarak suyun temel bir hak olduğunu savunur ve sivil toplumun, suyun bir kamu hizmeti olarak verilmesi gerektiği yönündeki argümanını destekler.
Suyun bir insan hakkı olduğunu kabul etmeyi reddeden diğer büyük muhaliflerin arasında Birinci Dünya hükümetleri yer alıyor. Bu hükümetler, insan hakları olarak tanımlanan haklara yeni haklar eklenmesinden, bunun yaratacağı maliyet ve sorumluluktan dolayı endişe duyuyorlar. ABD delegasyonunun başkanı Daniel Reifsnyder İstanbul Bakanlar Bildirisi’nde ABD’nin su hakkını neden desteklemediğini şöyle açıkladı; “yeni bir hak tanımak, bu hakkın doğası, bu hakkın nasıl yürürlüğe gireceği ve bu hakkın gerekliliklerinin karşılanmasını hangi partiler garanti altına alacağı gibi bir çok karmaşık konuyu beraberinde getiriyor.”[1]
Su hakkına sürekli en çok karşı çıkan iki ülke olan ABD ve Kanada, yakın zamanda “ikinci ve üçüncü jenerasyon” insan hakları olarak adlandırılan hakları da reddettiler. Bu ülkeler, konuşma özgürlüğü, adil yargılanma, inanç özgürlüğü, oy hakkı (genellikle ‘negatif haklar’ olarak adlandırılan ve 1948’de yayınlanan Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi ile güvence altına alınan haklar) gibi hakları desteklerken, iş hakkı, barınma, sağlık, sosyal güvenlik (genellikle pozitif haklar olarak adlandırılan ve bazıları Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nde bulunan fakat Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nde daha da geliştirilen haklar) gibi daha proaktif ikinci jenerasyon hakları tanıma konusunda istekli değiller. Kendi kaderini tayin etme, ekonomik ve sosyal gelişim, grup hakları ve kolektif haklar ve doğal kaynak hakları gibi üçüncü jenerasyon hakları tanıma konusunda ise daha da gönülsüzler. Bu ülkeler için su hakkı ve özellikle sağlıklı yaşam hakkı, aslında bir dizi istenmeyen sorumluluk yaratan insan hakları maskesi arkasına gizlenen politik hedeflerdir.
BM Genel Kurulu çözümüne en çok karşı çıkan ülkelerin – Kanada, ABD, Avustralya, Yeni Zelanda ve İngiltere – hepsinin pazara dayalı ekonomiyi teşvik ettiğini ve farklı biçimlerde de olsa hepsinin su kaynaklarını özelleştirdiklerini ve metalaştırdıklarını söylemek önemli. Kanadalı hukuk müşaviri Steven Shrybman, bütün bu ülkelerin ayrıca açık küresel ticareti ve su ve su hizmetleri konusunda kendi özel çıkarlarını dayatmak için yeni ve güçlü araçlara sahip olan özel ve ticari şirketlerle donatılmış bir rejimi teşvik ettiklerini söylüyor. Shrybman, bu çözümler kabul edilmeden önce, “Maalesef, su konusundaki insan hakları ile ilgili uluslararası hukuktaki en önemli gelişmeler BM’nin himayesinde değil, Dünya Ticaret Örgütü’nün ve daha da önemlisi çok sayıda yabancı yatırım anlaşmasının himayesinde gerçekleşiyor. Bu rejimlerde su, bir mal, bir yatırım ve bir hizmet olarak görülüyor”, dedi. Bunun sonucunda hükümetler,insan haklarını, çevreyi ve diğer ticari olmayan toplumsal hedefleri korumak için ihtiyaç duyulan politikaları ve pratikleri hayata geçirmekte çok zorlanıyorlar.[2] BM’de bu ülkelerin su hakkına karşı direnişinin önemli bir bölümü, bu ülkelerin, çeşitli uluslararası, bölgesel ve iki taraflı ticaret ve yatırım anlaşmalarında suyu bir pazar malı olarak desteklemeleri ve bu iki model arasında gerçek bir çelişki görmelerinden kaynaklanıyor. Fakat bu kudretli güçlerin direnişine rağmen, su ve sağlıklı yaşam hakkının tanınması talebi, dinamik bir uluslararası su adaleti hareketinin öncülüğünde ve güney yarım kürede (özellikle Güney Amerika) kuzey yarım küredeki bir avuç ülkeye kadar bir dizi ülkenin desteğiyle giderek büyüdü. Bu hareketin en önemli argümanı, güvenilir içme suyuna ve sağlıklı yaşam koşullarına erişim olanağının olmamasının, BM tarafından benimsenmiş olan diğer önemli insan hakları yükümlülüklerinin bütünüyle kavranmasını tehlikeye atıyor olduğuydu. Su hakkı, bir dizi uluslararası çözüm ve deklerasyonda tanındı. Bunlardan en önemlisi, 2002’de BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin “geçerli bir yorum” olarak kabul edilen Genel Açıklama 15’tir. Bu açıklamanın içinde su hakkı, diğer tüm insan haklarının tanınması için bir önkoşul ve ‘onurlu bir yaşam için’ vazgeçilmez bir unsur olarak kabul edilir. Fakat var olan sözleşmenin yorumlanması bağımsız bir araç olarak bir sözleşmenin var olması ile aynı şey değildir. Dolayısıyla 2006’da, İspanya ve Almanya liderliğinde yeni kurulmuş olan İnsan Hakları Konseyi, BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nde görev yapan Louise Arbour’dan, ilgili insan hakları yükümlülüklerinin kapsamı ve içeriği konusunda detaylı bir çalışma yürütmesini ve gelecekte atılacak adımlar için önerilerde bulunmasını istedi. Küresel su adaleti hareketi bu aşamada müdahale etmekte oldukça zorlandı. Blue Planet Project’ten Anil Naidoo, Arbour’a 48 ülkeden 185 örgüt tarafından imzalanan ve su hakkında konuşmak üzere Özel Raportör’den randevu talep eden ve var olan araçların başarısızlığının bir dizi ulusun vatandaşlarının sahip olduğu doğal su hakkını reddetmesine yol açtığını anlatan güçlü bir bildirge gönderdi.
Yüksek Komiser’in 2007 yılının Ekim ayında müzakereye açılan raporu, “uluslararası düzeyde, güvenilir içme suyu ve sağlıklı yaşam hakkına adanmış, özel ve sürekli bir dikkatin olmadığını” söyledi ve güvenilir içme suyuna ve sağlıklı yaşam koşullarına erişim hakkının bir insan hakkı olarak tanınmasını önerdi.[3] 2008 yılının Eylül ayında İnsan Hakları Konseyi, Catarina de Albuquerque’i, üç yıllığına, güvenilir içme suyu ve sağlıklı yaşam koşullarına erişim ile ilgili insan hakları yükümlülükleri konusunda Bağımsız Uzman olarak atadı. Kendisi 2008’de Genel Kurul Başkanı olduğunda, Miguel d’Escoto Brockmann su hakkını desteklediğini açıkça ilan etti ve Maude Barlow’u su hakkında Baş Danışman’ı olarak atadı. BM içinde bir ekip bu gündemi daha ileri bir noktaya taşımak için hızla bir araya geldi. Su hakkını en güçlü şekilde destekleyen ülke Bolivya ve onun başkanı Eva Morales idi. Bolivya, İstanbul’da düzenlenen Dünya Su Forumu’nda yayınlanan deklerasyona, su hakkını tanımadığı için resmi olarak meydan okuyan 20 ülkeden birisiydi. 2010 yılının Haziran ayında Büyükelçi Salón Genel Kurul’a bir çözüm taslağı sundu ve üç ay içinde BM su ve sağlıklı yaşam koşullarına sahip olma hakkını bir değil iki kez tanımış oldu. Genel Kurul’un çözümüne karşı olan ülkeler sonuçta bu çözüme karşı oy vermediler fakat bu temel haklar konusundaki tartışmanın bitmediğini işaret ederek bu tartışmadan kaçındılar.
. |
*Bu makale The Council of Canadians’ın Başkanı Maude Barlow tarafından hazırlanan OUR RIGHT TO WATER: A People’s Guide to Implementing the United Nations’ Recognition of the Right to Water and Sanitation adlı broşürden tercüme edilmiştir.
. |
Dipnotlar
1 Access to Water: A Human Right or a Human Need, Environment News Service, 27 Mart 2009
2 Steven Shrybman, In the Matter of the United Nations Human Rights Council Decision 2/104: Human Rights and Access to Water, 15 Nisan 2007
3 Annual Report of the United Nations High Commissioner for Human Rights on the scope and content of the relevant human rights obligations related to equitable Access to safe drinking water and sanitation under international human rights instruments, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Ağustos 2007
OUR RIGHT TO WATER: A People’s Guide to Implementing the United Nations’ Recognition of the Right to Water and Sanitation