Türkiye su savaşlarında ‘sınır karakolu’ mu olacak?

Kaynak: Yusuf Yavuz, Açık gazete, 20 Kasım 2011

Adı Osman Üresin. 83 yaşında. Isparta’nın Sütçüler ilçesine bağlı Darıbükü köyünde yaşıyor. Askerlik ve çalışmak için bir iki kez köyünden dışarı çıkmış, o kadar.

Ömrü Yukarı Köprüçay Vadisi olarak bilinen bu bölgede geçmiş. Eşini kaybedeli birkaç yıl olmuş. Çocukları da kente taşınmışlar. Bu nedenle Dedegöl Dağlarının eteğindeki köyün yamacındaki evinden arada bir camiye gelip kendisi gibi köyde kalan diğer yaşlılarla geleceklerini ve geçmişteki güzel günlerini konuşuyorlar. Çünkü Osman amca gibi köydeki hemen herkesin yaşı hiç abartısız yetmişin üstünde. Darıbükü köyünün 55 yaşındaki muhtarı eski değirmenci Mehmet Avcu, “köyün en genci benim” diyor.

BARAJ CAMİYİ YUTAR MI?
Bugünlerde Darıbükü ve vadideki diğer köylerde en çok konuşulan konu köylerinin su altında kalıp kalmayacağı. Çünkü Yukarı Köprüçay Havzasının kalbi konumundaki bölgede inşasına kısa zaman sonra başlanacak olan “Kasımlar Barajı ve Hidroelektrik Santrali” projesi, Darıbükü köyünü su altında bırakacak. En çok merak edilense, köyün tek camisinin su altında kalıp kalmayacağı. Çünkü cami ve yakınındaki eski köy odasının önü köylülerin birbiriyle buluştuğu mekânlar.

KİRKİTLER SUSUNCA
Darıbükü’nün nüfusu 20 yıl öncesine kadar bine yakınmış. Köydeki ilkokulda 150 öğrenci varmış ancak bugünlerde köyde tek bir çocuğa bile rastlamak olanaksız. Keçi yetiştiriciliği ve halıcılık-dokumacılık bitince herkes kente taşınmış. Her evde bulunan halı odalarından yükselen kirkit sesleri susmuş. Kalan yaşlılar, binlerce yıldır benzer yöntemle geleneksel tohum alma yoluyla üretim yaparak vadideki yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Darıbükü’nün de içinde olduğu yaklaşık elli köy, Sorgun Yaylasından doğup 142 kilometrelik yolculuğunun sonunda Manavgat yakınlarından Akdeniz’e kavuşan Köprüçay’dan (Aksu) hayat buluyor. Köprüçay’a buralarda ‘koca su’ diyorlar. Ancak ‘koca su’ artık kıvrıla kıvrıla akamayacak. Çünkü doğduğu kaynaktan başlayarak Akdeniz’e döküldüğü noktaya kadar üzerinde çok sayıda baraj ve HES inşa edilecek.

SU HAKKI HALKIN ELİNDEN ALINDI
Başbakan Erdoğan ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’na göre Köprüçay gibi Türkiye’nin bütün suları boşa akıyor. Bu tanım, yüzyılın başında Amerikan Başkanı Roosevelt’in söylediği “nehirler denize israf oluyor” sözünü getiriyor akıllara. ABD, bu dönemin ardından on binlerce baraj inşa etmişti ancak son dört yılda 250 büyük barajın yıkılmasını sağladı. Ekonomik olarak ömrünü tamamlayan binlercesini de yıkmaya hazırlanıyor. Çünkü nehirlerin doğal olarak yaşamını sürdürmesinin toplamda daha çok yarar sağladığının farkına varmış durumda yetkililer. Öte yandan içinde ABD’li şirketlerin de bulunduğu çok sayıda yabancı yatırımcı Türkiye’nin sularından enerji elde etmek için sıraya girmiş durumda. Bu nedenle 2005 yılından buyana yapılan bir dizi yasal düzenlemeyle adeta sektördeki her türlü ayrıntı yeniden yapılandırıldı. En önemlisi de Su Kullanım Hakkı Anlaşması olarak bilinen düzenlemeydi. Böylece binlerce yıldır vadilerdeki insanların ve canlı yaşamın doğal hakkı olan su kaynaklarının kullanımı özel sektöre devrediliyordu.

SAVAŞ DÖNEMİNDEKİ GİBİ HES KAMULAŞTIRMASI
Öte yandan, 24 Mayıs 2006’da yürürlüğe giren 5496 sayılı Elektrik Piyasası Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile Enerji Piyasası Denetleme Kurulu’na (EPDK) verilen acele kamulaştırma yetkisi, ancak savaş koşullarında orduya verilen kamulaştırma yetkisiyle aynıydı.

AKP’NİN 2023 HEDEFİ: 40 BİN HES!
Ayrıca Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, 2008 Ağustos’unda, enerji sektöründe özelleştirme ve yerli kaynak kullanımında izlediği yol haritasını yenileme kararı aldı. Buna göre; 2023 yılına kadar teknik ve ekonomik olarak değerlendirilebilecek hidroelektrik potansiyelin tamamının elektrik enerjisi üretiminde kullanılması planlanıyordu. Bir başka deyişle 2023 yılına kadar ülke genelindeki su kaynakları üzerinde özel sektör eliyle 40 bin HES yapılabilmesinin önü açılmış olacaktı. Korunan alanlardan SİT bölgelerine, meralardan milli parklara kadar hemen her türlü alan HES yatırımlarına tahsis edilebilecekti.

DÜNYA SU FORUMU’NUN ARDINDAN BAŞLAYAN HES FURYASI
Bu sürecin ardından 2009’da 100’den fazla ülkeden 20 bine yakın katılımcıyla İstanbul’da yapılan 5. Dünya Su Forumu’ndan sonra tekstilden, turizme bir çok alanda yatırım olanakları daralan dev şirketler enerji alanına hücum etti. Başbakan Erdoğan, “Allah’ın suyunu paraya çeviriyoruz” açıklamasıyla sektörün önünü açmıştı. Türkiye’de 50 milyar dolarlık bir su pazarı olduğundan söz ediliyordu ve eş zamanlı olarak ülkenin bütün derelerinde başlatılan yaklaşık 2 bin HES projesinin bir kısmının inşatı biterken, ortaya çıkan tahribat vadilerde şoke etkisi yaratmıştı. Başbakan Erdoğan, yaşam alanlarına yönelen bu apansız saldırı karşısında direnen, haklarını korumaya çalışan insanları ‘çapulcu’ ve ‘eşkıya’ olarak niteleyecekti.

DEVLET, HUKUK VE ASKERE GÜVEN ZEDELENDİ
Türkiye’nin gündemine hızla yerleşen HES tartışmaları da dört bir yana yayılmıştı. Muğla, Antalya , Artvin, Erzurum , Rize, Trabzon ve bir çok kentin kırsalında ortaya çıkan tepkiler yeni bir sürecin de habercisiydi. Vadilerde HES şirketleriyla vatandaşlar arasında yaşanan tartışma ve kavgalarda jandarma ve polisin şiddete başvurması, bugüne kadar asker ve devlete sempatiyle yaklaşan halkta travmatik sonuçlar yaratıyordu. Halkın, yetkililerin ilgisiz tavrı karşısında şirketlerle, özel güvenlik görevlileri ve devletin kolluk kuvvetleriyle karşı karşıya kalmasının yarattığı psikolojik yıkım giderek yayılıyordu.

SU ENSTİTÜSÜYLE BÜTÜN SULAR BAKANLIĞA BAĞLANDI
Peki bunca yasal düzenlemenin ve halka rağmen geri adım atılmayan sürecin tek dayanağı enerji üretimi olabilir miydi? Bu sorunun yanıtını bulmak için 658 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kurulan Türkiye Su Enstitüsü ve Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’nün görevlerine bakmak gerekiyor. Manavgat suyunu Libya’ya verme hazırlığı içinde olduklarını açıklayan Bakan Eroğlu, kendisine bağlı olan bu iki kurumun suyla ilgili planlama ve politikaların yanısıra uluslararası ilişkileri düzenleyeceğini söylüyor. 5. Dünya Su Forumu Genel Sekreter Vekili Ahmet Mete Saatçi’nin forumun resmi sitesinde yer alan açıklamaları da Bakan Eroğlu’yla paralellik taşıyor: “Ortadoğu, Balkanlar, Orta Asya, Akdeniz ve Türkiye’de düzenlenen bir dizi hazırlık toplantısı sayesinde, “Türkiye ve Çevresi” alt bölgesi, bölgeye özgü su sorunlarının el almak için bölgesel paydaşlara yönelik bir platform oluşturmuş ve bölgedeki ülkeler arasındaki işbirliğini geliştirerek, 5. Dünya Su Forumu’na yapılacak bölgesel katkının maksimize edilmesini sağlamıştı.”

TÜRKİYE, SU SAVAŞLARININ SINIR KARAKOLU MU OLACAK
Merkezi Marsilya’da bulunan ve bünyesinde dev küresel şirketleri barındıran Dünya Su Konseyi’ne (WWC) bağlı olarak çalışan Dünya Su Forumu, (WWF) görünürde yoksul ülkelerin temiz su kaynaklarına erişimine katkı sağlamak amacını güdüyor. Ancak gerçekte forumun yapıldığı ülkelerin su kaynakları küresel şirketler eliyle yağmalanıyor. Bütün bu olup bitenlere bakıldığında petrol savaşlarının ardından başlayacağı öne sürülen ‘su savaşları’ öncesinde Orta Doğu ve Afrika’daki yeni paylaşımda Türkiye’ye biçilen rolün, ülkeleri ‘suyla kontrol’ etme politikasının ‘sınır karakolluğu’ olduğunu söylemek pek de yanlış olmaz. Bir yandan Avrasya enerji koridoru rüyası, bir yandan da su kaynaklarının denetim üssü haline getirilmeye çalışılan Türkiye, daha birçok insanını su savaşlarına kurban verecek gibi görünüyor. Çünkü iki paylaşım savaşında milyonların katledilmesi emrini veren petrol tanrılarının yerini alan bugünün ‘su tanrıları’ kurban isteme konusunda hiç de öncüllerini aratmıyor.

TÜRKİYE BİR SÖMÜRGE Mİ?
HES yapılan akarsu yataklarının kurutulduğu havzalarda yaşayan, o su ile tarlasını, bahçesini sulayan ve ürettiği ile ailesini geçindirmeye çalışan insanlar olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Doğan Kantarcı, hazırladığı raporda “Türkiye Cumhuriyeti’nin dağları, ormanları, toprakları, akarsuları ve diğer kaynakları ile zenginlikleri bir sömürgeye mi aittir? Türkiye bir ‘Haçlı saldırısına’ veya burayı ‘Dar-ül Harb’ ilân edenlerin saldırısına boyun eğecek midir?” diye soruyor ve ekliyor: “bir veya birkaç firmanın suyu kullanıp, üreteceği elektrik enerjisinin sağlayacağı gelir ve kamu yararı ile aynı suyu kullanan oradaki halkın ürettiği mal ve hizmetler ile sağladığı üstün kamu yararı karşılaştırılamaz. Bu yöndeki zorlamalara halkın itiraz ve direnme hakkı doğaldır.”

SON KUŞLAR DA UÇUP GİTMEDEN
Yukarı Köprüçay’daki Darıbükü köyünde konuştuğumuz 83 yaşındaki Osman Üresin henüz vadide olacaklardan habersiz, direnemeyecek kadar çelimsiz gövdesiyle babasından öğrendiği bir tekerlemeyi söylüyor bize; “Ebem bana yem verdi, yemi ben kuşa verdim, kuş bana kanat verdi, ben kanadı takındım uçtum, gittim…”
Osman amcanın tekerlemesi yörenin yaşam döngüsünü özetleyen bir kaç benzer örnekten biri. Vadide yaşayan 80’lik Gülizar Çelik de bazı kuşların insandan türediğini söylüyor. Doğayla aynı dili konuşarak yaşadıkları vadinin son tanıkları olan bu insanlar, küresel su tanrılarının varlığından ve siyasi liderlerin onlar adına aldığı kararlardan habersiz kendilerini bekleyen trajik sona doğru adım adım yaklaşıyorlar.
Yukarı Köprüçay’ın kuş yüzlü insanları, insandan türediğine inandıkları kuşlar gibi uçup gitmek üzereler.