Kaynak: Pınar Öğünç, Radikal, 10 Ocak 2012
Yanlış politikalar yüzünden son 35 yılda suyunun üçte birini kaybeden Burdur Gölü için harekete geçilmezse 2040 yılında haritalarda böyle bir yeryüzü şekli kalmayacak. Olay yerindeydik
Bu aralar ne zaman Burdur lafı geçse, aynı cümleye bir de ‘bedelli’ sızıyor. Bedelli askerlik uygulamasının bu defa hiç Burdur ziyareti gerektirmeyecek olması, son dönemin en kara haberi şehir için. Oteller, lokantalar, internet kafeler ve fotoğrafçılar… Kışla Caddesi boyunca dizili fotoğrafçıların vitrinlerinde sadece mutlu çiftler var; G3’lerine sarılmış bedelliler değil.
Burdur’un daha büyük bir derdi var oysa ki. şöyle diyeyim, o Binbaşı Maruf Kışlası eskiden Burdur Gölü manzaralıydı. Konuştuğum bir şehirli çok güzel özetledi: “Asker çekildi diye konuşuluyor. Ama göl, askerden daha önce çekildi”.
ınsanlığın en erken yerleşim merkezlerinden Burdur’un aynı isimli gölü, her daim şehrin omuriliği olmuş. Tarım ve turizm bilimum uzantılarıyla şehrin temel geçim kaynağıysa bunu göle borçlu. Göl, Burdur dişli sazancığının dünyadaki tek ev sahibi. Nesli dünyada tehlikede olan dikkuyrukluların yüzde 70’i kışları gölde geçiriyor.
Fakat vaziyet kötü. Son 35 yılda göl üçte bir oranında küçüldü; yüzey alanı 228 km2’den, 153 km2’ye düştü. Besin çeşitliliği değiştiğinden kuş popülasyonu üçte bir oranında azaldı. Sadece 2010 boyunca kaybettiği su miktarını, büyükehirli fanilerin anlayacağı biçimde söyleyelim: Tam 2 milyar adet 19 litrelik damacana! Derinliğe göre çevresindeki plajlı oteller sudan uzaklaştı, kimi bölgelerde su metrelerce içeri çekildi. Üç gün evvel bir gölde yürüyebildiysem, bu yüzdendir.
Sorun yağışlar değil
Bunlar Devlet Su ışleri’nin de itiraz etmediği rakamlar. Fakat iş ‘nedene’ geldiğinde tezler kesişmiyor. Mesela Orman ve Su ışleri Bakanı Veysel Eroğlu korkulacak bir şey olmadığını, suyun azalmasının yağmur ve kar yağışına bağlı olduğunu, yakında da düzeleceğini söylüyor. Lakin Devlet Meteoroloji ışleri Genel Müdürlüğü’nden alınan yağış tablosunda, 1975’le 2010 arasında bir karşılaştırma yaptığınızda görüyorsunuz ki, yağışlar radikal biçimde azalmıyor; dalgalı seyrini, bilakis son iki yılda arttırarak sürdürüyor.
Su seviyesinin düşmesinin en önemli nedenlerinden biri, gölü besleyen akarsular üzerindeki plansız barajlaşma. Mesela en büyük akarsu olan Bozçay’ın üzerinde tam 14 baraj olduğu için artık suyu, gölün tuzlu suyuna kavuşamıyor.
Çevredeki sondaj kuyuları gölü besleyen yeraltı sularını kurutuyor. Buna çiftçilerin ekseriyetle tercih ettiği salma sulama yöntemini de ekleyince, gölün nasıl beslenemediğini anlıyorsunuz.
O kadar acıklı ki, köylüler ürünlerini bu şekilde sulayınca daha iyi verim alacağını zannediyor ama suyu bol keseden kullanmak hiç şart değil. Bilakis bilahare Cengiz Abi’den okuyacağınız gibi, suyu ‘damla damla’ kullanınca verim artıyor. Diğer yandan gölün suyu çekildikçe iklim karasallaşıyor ve çiftçinin kâbusu don riski beliriyor. ıki, açığa çıkan kuru göl tabanının neden olduğu rüzgâr erozyonu ve kum fırtınaları ciddi solunum yolu rahatsızlıklarına vesile.
‘Burdur beji’ başa bela
Bölgenin tek çevresel derdi bu da değil. Gölü çevreleyen dağlara dikkatli bakınca silüette fantastik bir hal görüyorsunuz. Bildiğimiz dağ eğimiyle yükselirken mesela tepesi zart diye dümdüz edilmiş. Kimi yamaçlarda doğaya yakışmayan bir pürüzsüzlük… Çevrede 300 civarında mermer ocağı tüm dünyaya ‘Burdur beji’ çıkarmak için gece gündüz tıraşlıyor da tıraşlıyor. ıki dalın birbirine değişini duyacağınız sesizliklerde, çok uzaklardaki tepelerden delme makinelerinin homurtuları yükseliyor. Çevreye yayılan mermer tozu tarlaları kapladığında ürün için, soluyan insanların ciğeri için risk. Bu ocakların çoğu uluslararası şirketlere ait olduğundan, Burdur halkına istihdam açısından da faydası yok. Çinli, Hintli işçisini kendileri getiriyor malum…
Doğa Derneği, uzun süredir bölge halkıyla birlikte ‘Göl Yoksa Burdur da Yok’ adlı bir kampanya yürütüyor. Burdur Gölü Yönetim Planı havza bazında genişletilip mesele büyük çerçevede görülmezse ve suyun çekilmesine yol açan etkenlere dair önlemler alınmazsa, hastamıza doktorun biçtiği ömrü söyleyeyim: 2040 yılında haritalarda Burdur Gölü diye bir yeryüzü şekli kalmayacak!
Camide ‘damla sulama’ vaazı
Burdur Gölü için çalan alarm zilleri Burdur ıl Müftülüğü’nün işbirliğine de vesile olmuş. Burdur Merkez Ulu Camii ımamı Nuri Çınar’ın ağustos ayında verdiği cuma vaazı tam da bu konu üzerineydi. O gün imam, cemaate su israfından ve ‘damla sulama’ yönteminin faydalarından söz etti; mesaj binlerce Burdurluya ulaştı:
“Bizler su nimetini sanki hiç elimizden alınmayacakmış, hiç yokluğuyla karşı karşıya kalmayacakmışız gibi israf edecek olursak imtihanı kaybetmiş oluruz. Bugün dünyada uygulanan yaygın bir yöntem olan damla sulama yönteminin, sorunların asgariye inmesinde başarılı bir yöntem olduğu uzmanlarca dile getiriliyor.
Zaman ve emek kaybını asgariye çeken, önemli düzeyde su tasarrufu sağlayan, hastalık ve yabancı ot gelişimi azaldığından ilaç kullanımını asgariye çeken, elektrik kullanımını yarıya indiren, daha az gübreleme yapma imkânı sunan bir yöntem olarak uzmanlarca tavsiye edilen damla sulama yöntemine gereken önemi verelim.”
‘Ben ileri görüşlü insan severim’
Toprağını sulayacak çiftçinin önünde üç seçenek var. Birincisi şimdiye dek sorgulanmadan, en yaygın şekilde uygulanan açık kanal salma sulama. Adından da anlaşıldığı üzere suyun sonsuz bir kaynak olduğu varsayılarak toprağa ‘salındığı’ bir yöntem bu. Aksın gitsin…
Gezegenin su kaynakları azalır, Türkiye’nin farklı bölgelerinden sinyaller artarken yaygınlaştırılmaya çalışılan yöntemler ise damla ve yağmurlama sulama.
Burdurlu Cengiz Ceylan’la ‘Tadından yiyemezsiniz’ dediği kayısı, elma ağaçlarının arasında buluştuk. Onun toprakları Doğa Derneği’yle birlikte damla ve yağmurlama sulamayı farklı ürünlerde denedikleri pilot alanlardan. Meyve gövdeleri arasından yılan gibi kıvrılan ince borulardan suyun nasıl damla damla, tam da köke verildiğini görebiliyorsunuz. şimdi haşhaş zamanı; orada da yağmurlamayı denemiş. Verimin de yüzde 30 arttığını anlatıyor.
Ama Cengiz Abi’nin en bayıldığı kısmı, sulama işinin bir düğmeye bağlanmış olması, ‘Evinin lambasını açar gibi’ diyor. Hatta saatini ayarlayınca tarlaya gelmesine bile gerek yokmuş.
Cengiz Abi şeker fabrikasından emekli. Bu topraklar da babasından değil, zamanında kıt kanaat almış. “Çok yalvardık, aza aldık” diyor. Bu sulama işine kafasının yatmasını da “Ben ileri görüşlü insan severim” diye özetliyor. Tamam başında bir maliyeti var ama sonrasında zahmeti az, su kullanımı az, verim fazla. Kahvede köylülere anlatsa da “Devlet zorlamadan olmaz. Bizimkiler anlamıyor bu işi” diyor sitemle.
Sonra oyuncağını göstermek isteyen bir çocuk, çocuğundan gurur duyan bir baba gibi “Gelin size pompayı göstereyim” diyor. Seneler içinde tarladan iyice uzaklaşmış göle sırtımızı verip yürüyoruz.