Su hakkının peşinde

Kaynak: Akgün İlhan, Özgür Gündem, 31 Temmuz 2012
Bazılarımız hatırlayacaktır, Türkiye 15 Nisan 2008 sabahına İzmir’in kıyı beldesi Dikili’den gelen tuhaf bir haberle başladı. Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven, birkaç meslektaşıyla birlikte halka bedava su verdiği için mahkemeye verilmişti. Söz konusu uygulama şöyleydi. Belediye hane başına aylık su tüketimi 10 m3’ü aşmazsa suyu bedava veriyordu. Ancak, hane bir ayın sonunda örneğin 11 m3’lük su tüketmişse, bu miktarın tamamı normal tarifeden fiyatlandırılıp tahsil ediliyordu. Dikili Belediyesi bu uygulamaya, özelleştirmenin artık belediye hizmetlerinin hemen her alanında kemikleştiği 2000’li yıllarda başladı. Nüfusu 20 bini bile bulmayan bu küçük kent, sadece Türkiye’yi değil tüm dünyayı önüne katmış “özelleştirme akıntısı”na ters kürek çekiyordu.

Peki Türkiye’nin her yerinde suya sürekli zam gelirken, Dikili Belediyesi suyu neden bedava veriyordu? Bu soruya “yeterli miktarda temiz içme suyuna erişim bir insan hakkıdır” cevabını veren Özgüven, “hak olduğuna göre para ile satılmaması ve ticarileştirilmemesi gerekir” diye devam ediyor. Özgüven sadece suyun değil sağlık, ulaşım ve ısınma gibi hizmetlerin de insan hakkı olduğunu belirtiyor. Nitekim belediye kentteki eski bir binayı halk sağlığı merkezine dönüştürmüş. Burada vatandaşa çok düşük ücrete sağlık hizmeti veriliyor ve parası olmayandan ücret alınmıyor. Kent içinde çalışan bedava otobüsler ve sembolik ücretle satılan halk ekmeği, beldedeki kamusal uygulamalardan sadece bir kaçı. Halkın ısınma ihtiyacı ise gittikçe artan oranda hem temiz hem de ucuz olan yerel  jeotermal enerji ile sağlanıyor.

Küresel iklim değişikliği ve su krizi

Tekrar su konusuna dönersek, Dikili Belediyesi’nin “belirli bir kotaya kadar bedava su” uygulaması iki nedenle çok önemli. Birincisi, bu uygulama samimi bir şekilde su tasarrufunu teşvik ediyor. Turizm sezonunda nüfusu on katına çıkıp 200 bine ulaşan Dikili’de bu uygulamadan önce ciddi bir su sıkıntısı yaşanıyormuş. Özgüven, “Önümüzde iki seçenek vardı. Ya turizm sezonunda artan su talebini karşılamak için belde dışından su satın alacaktık. Ya da su tasarrufu sağlamanın bir yolunu bulacaktık” diyor. Nitekim, belirli bir kotaya kadar bedava su uygulaması halk tarafından benimsendikçe, su sıkıntısı da büyük oranda ortadan kalkmış. İkincisi de, bu uygulama su tasarrufunu dar gelirliyi cezalandırarak değil, bilakis ödüllendirerek gerçekleştiriyor. Zira tüm dünyada hakim su tasarrufu anlayışı suyun fiyatını artırmak üzerine kurulu. Ancak, gerçekte gelir durumu iyi olanlar için su faturası yüksek olmuş olmamış farketmiyor. Başka bir deyişle, yüksek su faturasından sadece dar gelirli vatandaş  olumsuz etkileniyor ve suyunu kısmaya çalışıyor. Yoksul kesim bütçesinden artan bir payı su faturasına ayırarak daha da yoksullaşıyor. Su belirli bir kotaya kadar bedava olduğunda ise, dar gelirli vatandaş kotayı geçmemek için tasarruf yapmaya teşvik ediliyor. Böylece hem vatandaş mağdur olmuyor, hem de etkin bir su tasarrufu gerçekleşiyor.

Akıllara ister istemez şu soru geliyor: Küresel iklim değişikliği ve su krizinden en çok etkilenen ülkelerden biri olan Türkiye’de bu tasarrufçu yönetim örneği neden ödüllendirileceğine cezalandırılır? Hükümetin kamu yanlısı uygulamalara sıcak bakmadığı aşikar da, muhalefet neden bu örneğin arkasında yeterince duramadı? Bu soruya cevap vermek için Özgüven ve meslektaşlarını mahkemeye götüren yasaya bakmak gerek. 4736 sayılı Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Ürettikleri Mal ve Hizmet Tarifeleri ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 1. maddesini ele alalım. Bu yasa diyor ki, belediyeler üretilen mal ve hizmet bedellerinde işletmecilik gereği yapılması gereken ticari indirimler hariç herhangi bir kişi veya kuruma ücretsiz veya indirimli tarife uygulayamaz. Anlıyoruz ki yaşam kaynağı suyu ücretsizi bırakın, indirimli tarifeyle vermek bile suçmuş. Özgüven ve arkadaşları, 10 m3’e kadar suyu herkese bedava verdikleri için kamuyu zarara uğratıyorlarmış. 2560 Sayılı İSKİ Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un “Tarife Tespit Esasları” başlıklı 23. maddesi daha da ilginç. Adında İSKİ olsa da bütün su ve kanalizasyon idarelerini kapsayan bu yasa diyor ki, su tarifelerinin belirlenmesinde “yönetim ve işletme giderleri ile, amortismanları doğrudan gider yazılan (aktifleştirilmeyen) yenileme, ıslah ve tevsi masrafları ve % 10’dan aşağı olmayacak nispetinde bir kâr oranı esas alınır”. Yani belediye su hizmetlerinden en az %10 kâr elde etmezse suç işlemiş oluyor. Kamu hizmetlerini ve varlıklarını ticarileştiren yasalardan sadece ikisini okudunuz. Muhalefetin elini kolunu bağlayan bu yasalar değiştirilmedikçe su hakkı uygulamaya konulamayacak.

Suya rant kapısı olarak bakmak

Peki, Özgüven ve meslektaşlarının akibeti ne oldu? İki seneye yakın bir hukuk mücadelesinin ardından hepsi beraat etti. Mahkeme, Dikili Belediyesi uygulamasını dava eden 4736 sayılı yasanın istisnalarını oluşturan Bakanlar Kurulu kararlarını tartıştı. Beraat kararının gerekçesinde yasanın istisnasının Bakanlar Kurulu tarafından belirlenmesi, bu istisnaların dışındaki uygulamaların suç olarak kabul edilmesinin Anayasa’nın 10. maddesine konu olan “yasa önünde eşitlik ilkesi”ne aykırı olacağı belirtildi. Zira Dikili Belediyesi suyu belirli bir zümreye değil herkese bedava veriyordu. Özgüven’in avukatı Arif Ali Cangı, “kamu hizmetlerini ticari işletmeciliğe dönüştüren yasaya rağmen, ücretsiz su sağlanmanın suç olarak nitelendirilmemesi önemli bir kazanım” diyor. Cangı, bu davanın “suya erişim hakkı” konusunda sadece toplumda değil, hukuk insanları arasında da belirli bir farkındalık yarattığı görüşünde.

Beraat kararı sonrası neler oldu? Medya maalesef dava açıldığında gösterdiği yoğun ilgiyi dava sonuna kadar sürdüremedi. Başka bir deyişle Dikili Belediyesi önemli bir zafer kazandı, ama geniş kitle bundan büyük ölçüde habersiz kaldı. Dikili Belediyesi suyun insan hakkı olduğuna yönelik net bir dava kararı çıkmadığı için suyu ücretli yapmak durumunda kaldı. Ancak hemen umutsuzluğa kapılmayın. Belediye suyun 1 m3’ü için 1 kuruşluk bir fiyat belirlemiş. Böylece sembolik de olsa bir ücret alarak yasalara uyup, suyu yine belirli bir kotaya kadar bedavaya yakın bir fiyata temin etmiş oluyorlar. Hatta belediye eski kotayı 13m3’e çıkarmış.

Osman Özgüven ile bütün bunları Su Hakkı Kampanyası’nın 17 Mart 2012’de İstanbul’da düzenlediği “Kar İçin Değil, Yaşam İçin Su” panelinde konuşuyoruz. Panel sırasında bir katılımcı Özgüven’e belediyelerin en önemli gelir kaynağının su olduğunu hatırlatıyor. Ve soruyor: “sizin belediye suyu bedava verecek parayı nereden buluyor?”. Özgüven’in cevabıyla birlikte salonda bir kahkaha tufanı kopuyor. “Her sene kaldırımları yenilemezseniz, suyun parası fazlasıyla çıkar” cevabını veren Özgüven, “suya rant kapısı olarak bakarsanız, ona bütçe ayırmak için samimi bir çaba göstermeniz mümkün olamaz” diye devam ediyor. Anlıyoruz ki su hakkı mücadelesi bu cesur insanın hayatı olmuş. Böyle dediğimizde bunun normal olduğunu, çünkü suyun hayatın kendisi olduğunu belirtiyor.

Su hakkı ve demokrasi

Suyu hak olmaktan çıkarıp ekonomik bir mala indirgeyen yasaların olduğu bir ülkede akıntıya karşı kürek çeken insanların hikayesini okudunuz. Bundan çıkarılacak dersler hala el değmemiş halde bizi bekliyor. Umutsuzluk söylemi üretmenin milli spor olduğu Türkiye’de bu hikayeden bu sefer bir umut dersi çıkarılmalı. Çünkü Dikili Belediyesi’nin uygulaması, Özgüven’e yönelik kişisel karalamalardan bahsi geçen yasalara kadar değişen bir dizi engele rağmen devam ediyor. Çünkü karşımızda teoriyi aşıp pratiğe geçmiş, ayakları yere basan bir uygulama var.

İyi de, ne yapmalı? Dünyanın çeşitli sosyal platformlarında bile anılan bu uygulamayı, önce kendi halkına tanıtmak gerek. Su hakkı mücadelesinde Osman Özgüven’e düşen pay mahkemelere verilmek ve karalamalara maruz bırakılmaksa, medyaya düşen de en azından olup biteni geniş kitleye anlatmak olmalı. Su herkesin suyuysa, su hakkını savunma sorumluluğundan büyük küçük herkes payını almalı. Çok değil bundan sadece 10 ay önce İtalya’da halkın yürüttüğü bir referandum yapıldı.

Halkın %96’sı, belediyelerin su hizmetlerinden %7 kâr etmelerini şart koşan özelleştirmeci Legge Galli yasasına “hayır” dedi. Ve yasa yürülükten kaldırıldı. Bizim yasaların da halkın ön ayak olacağı bir referanduma acilen ihtiyacı var. 4-5 senede bir oy kullanmanın ötesine geçmiş bir vatandaşlık anlayışı belki bu vesiyle inşa edilebilir. Ayrımsız herkesin meselesi olan su hakkının, bizi aslında bir demokrasi mücadelesi olan su mücadelesinde bir araya getirmesi umuduyla.