Hazırlıkları yaklaşık 1 yıl süren ‘Ambalajlı Sular Raporu’nu açıklayan Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Başkanı Kemal Özer; “Sağlık Bakanlığı’nca yapılan resmi analiz sonuçlarına göre, Türkiye’de büyük bedeller ödeyerek satın adlığımız sular; kimyasal, biyolojik ve radyoaktif kirlilik açısından güvenle içilebilir olmaktan çok uzak” dedi.
Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Başkanı Kemal Özer ile raporun editörü Mehmet Şensoy düzenledikleri ortak basın toplasında suların kirlilik haritasını tek tek anlattı.
Raporun hazırlıklarına bir yıl önce başladıklarını aktaran Özer, önce tüm markaları analiz etmek için Sağlık Bakanlığı Refik Saydam Hıfzıssıhha ile görüşmeler yaptıklarını, ancak her bir markanın analizi için 4 bin lira gibi astronomik bir maliyet çıktığını belirtti. Tüm ruhsatlı markaların analiz yapılabilmesi için 1 milyon liradan fazla bir bütçe çıktığını dile getiren Gıda Hareketi Başkanı Kemal Özer; “Bilgi edinme kanunu çerçevesinde Sağlık Bakanlığı’ndan tüm markaların resmi analiz raporlarını istedik, ancak Bakanlık ‘Nuh dedi Peygamber demedi,’ tüm bakanlık kapıları duvardı” dedi.
İnternet taraması yaptığımızda, firmaların önemli bir bölümünün kurumsal sitesinin olmadığını gördük. Sitesi olanların çoğu ise analiz verilerini sitelerinde paylaşmıyordu diyen Özer, firmalardan ruhsata haiz son analiz verilerini paylaşmasını istediklerini, ancak birçoğunun verilerini paylaşmayı reddettiğini açıkladı.
Bu boyutuyla Türkiye’de ilk kez hazırlanan raporumuzun hazırlıklarını sürdürdüğümüz sırada bir televizyon programında, bazı marka sularda ciddi oranlarda kirlilik olduğu dile getirilmişti. Bu önemli çalışmada sulardaki kimyasal ve radyoaktif kirlilik değil, sadece biyolojik kirlilik ele alınmıştı. Yayın sonrasında sıkıntıya düşen Sağlık Bakanlığı, sektörün tümünü kapsamlı bir incelemeye tabi tutmak ve eksiklikleri gidermek yerine, günü kurtaracak bir hamle yaptı. Bakanlığın 3 ayrı açıklama yaparak, bazı markalarda kirlilik olduğu iddiasıyla sektörün yarıya yakınını teşhir ettiğini hatırlatan Gıda Hareketi Başkanı Kemal Özer; “Bakanlık bu teşhirlerden birkaç gün sonra ise “…markalarına ait numuneler yönetmeliğe uygun bulunmuş ve üretim izni verilmiştir” şeklinde açıklama yaparak kendi kendini tekzip etmişti. Haklı olarak birçok kişi de ‘madem sular kirliydi, bu markalar 5 gün içerisinde nasıl temiz hale geldiler? Kirli değil idiyseler bu firmalar kurban mı seçildiler’ türünden sorular yöneltti. Bu sorular ve daha fazlası basında da dile getirildi. Sürecin en dikkat çekici yönü ise, firmaların mevzuat gereği düzenli denetlendiği(!) veya denetlenmesi gerektiği halde bugüne kadar hiçbir teşhirin yapılmamış olmasıydı.
Bu süreçteki teşhirlerin yeterli bir çalışmanın sonucundan ziyade, kamuoyunu ve medyayı tatmine yönelik bir girişim olduğu anlaşılıyor. En azından eldeki resmi bulgular, Sağlık Bakanlığı’nın samimi olmadığını gösteriyor. Sağlık Bakanlığı’nın süreci yönetemediği, ‘kirli’ diye teşhir ettiği markalara ait birkaç gün sonra yayınladığı yeni raporlarda ‘temiz’ olduğunu duyurması, güvensizliği azaltmayıp, bilakis artırmıştı. Üstelik bu kez şaibe sektörden Bakanlığa taşınmıştı” dedi.
‘Ambalajlı Su Raporu’ Editörü Mehmet Şensoy ise hazırlık sürecini şöyle anlattı: “Farklı yol ve yöntemler izleyerek sektörün çok büyük bir bölümünün resmi analiz verilerine eriştik. Elde ettiğimiz verileri bir tabloya girdik. Tablonun en üst kolonunda her başlığa TSE, Sağlık Bakanlığı Yönetmeliği, AB, ABD ve Dünya Sağlık Örgütü’nün bir suda olmasını öngördüğü değerleri girdik. Ayrıca en sağlıklı içme suyunda olması gereken değerleri ise Gıda Hareketi değerleri olarak girdik. Çalışmamızda hiçbir şüpheye mahal bırakmaması için, su konusunda hazırlanmış onlarca eser, rapor ve değerlendirmeyi gözden geçirdik. Su Vakfı başkanı Prof Dr Zekai Şen hoca gibi bazı uzmanlarla, hangi maddelerin suda olması ve olmaması gerektiği, hangilerinin bulunmasının risk taşıdığı, en üst ve en alt değerleri görüştük. Bu kapsamda Amerika Çevre Ajansı (EPA)’nın su kirlilik tablolarını tercüme ettik. Kirliliklere ve sudaki pozitif değerlere en doğru puanın verilmesi için tüm ihtimalleri gözden geçirdik. Tamamen objektif rapor ortaya çıkması için ince eleyip, sık dokuduk. Çünkü çalışmamızdaki küçük bir değer hatası bile telafisi güç sonuçlar doğurabilirdi. Bugüne kadar böyle bir çalışma yapmak şöyle dursun, işi sadece ruhsat vermekten ibaret gördüğü anlaşılan Sağlık Bakanlığı’nın çalışmalarının çok ötesinde sıra dışı bir sonuca ulaştık. Dev boyuttaki tablomuzun doğru anlaşılabilmesi için, 19 sayfalık raporumuzun dikkatle okunması gerekiyor. Çünkü her bir kolondaki verilerin ne anlama geldiği ve ne tür riskler içerdiğini anlamanın diğer bir yolu da, EPA’nın tablolarının dikkatle incelenmesidir.”
Bu raporun bir başlangıç olduğunu sözlerine ekleyen Şensoy; “Şu anda belediyelerin sağladığı şehir şebeke suları ve maden suları olarak bilinen gazlı sularla ilgili raporların hazırlığı içindeyiz. Özetle belirtmeliyiz ki, şebeke suları da zehirli kimyasal ve radyoaktif kirlilik taşıyor. Dolayısıyla halkımızın şebeke suları konusunda da bir kez daha düşünmesi gerek. Bunun için belediyelere baskı şart. Şunu da açıkça belirtmeliyiz ki, kirliliklerden kurtulmanın yolu, arıtma cihazları kullanmak hiç değildir” dedi.
Su, sadece susuzluğumuzu gideren bir madde değil, aynı zamanda vücudun bazı ihtiyaçlarını gideren mineralleri de barından bir besin olduğunu belirten Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Başkanı Kemal Özer ise; “Raporumuzdaki tablolar dikkatle incelendiğinde bazı sularda çeşitli minerallerin farklı oranda olmasına karşın, çok sayıda kimyasal ve radyoaktif kirlilik barındırdıkları da görülür. Yani büyük bedeller ödeyerek satın aldığımız sularla, farklı oranlarda da olsa kimyasal ve radyoaktif kirlilik de satın almış oluyorsunuz. Bu kirlilikler bazen öyle değerlere ulaşmış ki, Bakanlığın kendi mevzuat değerlerinin bile kat be kat üstünde. Buna rağmen bu suların dahi pazarlanmasına göz yumuluyor.
Bu vesileyle görüşümüzü bir kez daha tekrarlamak isteriz ki; ne Tarım ne de Sağlık Bakanlığı ne yazık ki ülkemizde ‘önleyici’ veya ‘koruyucu hekimlik’ faaliyetinin hiçbir yerinde değiller. Mevcut yapının sürmesi durumunda, sağlığımızı koruyucu bir faaliyet içinde olmaları da mümkün gözükmemektedir. Çünkü modern devletin bu bakanlıkları da insan odaklı değil, ekonomi odaklı çalışmaktadırlar. Zihin, algı ve anlayış değişmeden bir şeyler beklemek hem zaman kaybı, hem de bu makamları işgal edenlere haksızlıktır. Bu süreçte kendi başımızın çaresine bakmadığımızda da kaybedenin hem bizler, hem gelecek nesiller, hem de ülke olacağı açıktır” diyerek “asıl sorumlunun sektörden ziyade Bakanlıklar” olduğuna işaret etti.
Bu raporda verilerini paylaşmama konusunda direnen yüz dolayında markanın, tüketiciye saygı duymadığını, bu markaların verilerini açık bir şekilde düzenli olarak yayınlayana dek ‘güvenilmez markalar’ olarak kalacağını dile getiren Özer; “Bu markalar ve diğer markalar değişen analiz verilerini paylaştıkça, verileri sürekli güncelleyeceğiz. Ayrıca değişen verilerin girildiği ve herkesçe raporlanabilecek bir yazılım geliştirdik. Yazılım sayesinde yakın bir tarihte tüm içme sularına ait veriler www.gidahareketi.org/su/ adresinden düzenli olarak duyurulacaktır. Ancak şunu da belirtmeliyiz ki, bu raporumuz sonrasında sektörden bizi tehdit edenler, iftira atanlar çıkabileceği gibi, Bakanlığında yine sürece müdahale ederek kendi suçunu gizlemeye çalışacağını tahmin etmek zor değildir. Peşinen diyoruz ki; insan ve dolayısıyla çevre sağlığı her türlü siyasi, ekonomik ve kişisel mülahazanın üstündedir. Yine belirtmekte yarar var ki; bu su kaynakları bizlerin evsel atıkları, endüstrinin acımasız ve merhametsizce çevreye bıraktığı atıklar, Tarım Bakanlığı’nın insan ve çevre sağlığını hiçe sayarak mütemadiyen kullandırdığı gübre, tarım ilaçları ve katkı maddeleri sayesinde kirlenmektedir. Bu nedenle bu kirliliğin tek sorumlusu sektör değildir. Sektörün sorunu kirli olduğu bilinen suları pazarlamak, Bakanlığın ise kendi mevzuatına kendisi uymayarak suç ortaklığı yapmak ve göz yummaktır. Biz bir sektör para kazanacak diye, hiçbir kimsenin sağlığından olmasına göz yumamayız. Artık hem sektör, hem de Bakanlıklar kendilerine çeki düzen vermelidir. Herkes olumlu olumsuz tüm verileri dürüstçe paylaşmalıdır. Şayet kaynak kirli ise insanî ve ahlakî bir davranış sergilenerek kaynak değiştirmelidir. Siyasi iradenin de, akıl almaz boyutlara ulaşan ve gelecek nesillerin onlarca hastalıkla dünyaya gelmesine yol açacak olan bu sorumsuz gidişe ‘dur’ deme mecburiyeti vardır. Unutmamak gerekir ki; insan ve çevre sağlığındaki olumsuzluklar, ekonomimizden daha hızlı büyür. Ekonomik getirilerin tümünü verseniz, toplum sağlığımı asla geri getiremezsiniz. Bunun yakin-i bir müşahedesi için Türkiye’nin sağlık verilerine kısa bir göz atmak yeter ve artar bile” dedi.
Gıda Güvenliği Hareketi Türkiye Ambalajlı Su Raporu-1 (PDF)
Gıda Güvenliği Hareketi Türkiye Ambalajlı Su Raporu Tablosu (PDF)
EPA (ABD Çevre Koruma Ajansı) İçme Suyu Kirleticiler Tablosu (PDF)
Kaynak: Gıda Güvenliği Hareketi, 16 Ocak 2013