Kaynak: Taraf, Pelin Cengiz, 14 Mayıs 2014
Tarihteki en trajik ekolojik felaketlerden biri şüphesiz İrlanda’da 1845’te başlayıp 1852’de sona eren kitlesel açlığa, hastalıklara, bunların getirdiği ölümlere ve göçlere sebep olan patates kıtlığıdır. Halkın temel gıda maddesi olan patateslere bulaşan bir mantar hastalığı, önce ekilen patatesin büyük bölümüne ardından da ambarlarda bulunanlara bulaşarak, kıtlığın ve kıtlığın yarattığı hastalıklar sonucu bir milyondan fazla insanın ölümüne yol açtı. Göçün de etkisiyle yedi yıllık kıtlık sona erdiğinde İrlanda’nın nüfusu dörtte bir oranında azaldı. Mono kültür tarım uygulamasının yarattığı felaketin sonrasında birtakım siyasi, ekonomik ve toplumsal gelişmeler mevcut. Niyetim bunlara girmek değil.
Uluslararası Tarım Üreticileri Federasyonu’nun (IFAP) kuruluş günü olan 14 Mayıs, 1984’te alınan bir kararla o tarihten beri Dünya Çiftçiler Günü olarak kutlanıyor. 80 ülkeden 120 çiftçi kuruluşunun üye olduğu IFAP, dünyada 600 milyon çiftçi ailesini temsil ediyor. BM de, dünyada gıda güvenliği ve yoksulluk konularına çözüm olarak aile çiftçilerinin desteklenmesi gerektiğini belirterek, bu doğrultuda, 2014 yılını “Aile Çiftçiliği Yılı” ilan etmişti.
Hava, su ve toprağın kirlenmesi, sera gazı emisyonlarının neden olduğu iklim değişikliği, biyolojik çeşitliliğin ve türlerin yok olması, nükleer enerjinin yarattığı riskler, tarım alanlarının amacı dışında kullanılması, çölleşme, genetik müdahaleler, gübre ve pesdisitler tarımsal üretimi olumsuz etkiliyor. 2050’de yoksulların şimdikinden daha yoksul olacağı yeryüzündeki dokuz milyar insanı aynı miktar toprak üzerinde, hızla kötüleşen iklim şartlarında ve daha az suyla beslemek zorundayız.
BM, aile çiftçilerinin ve küçük üreticilerin desteklenmesinin, özellikle kırsal bölgelerde hem çevre koruma hem de daha sağlıklı üretim yapma konularında etkili çözüm olacağını kaydediyor. Dünyada toprak korumayla ilgili standartlar oluşturulmadığı ve teknoloji kullanımında ortaklaşma sağlanamadığı için yanlış kullanım sonucu, tarım arazilerinin yüzde 26’sı tahrip olmuş durumda.
Toprak ve su gibi sınırlı kaynakları aşırı tüketen, yüksek enerji harcayan, maliyeti yüksek, emek yoğunluğu düşük mono kültür tarımın ürettiği gıdalar hem insan sağlığı için hem küçük üreticiler için hem de doğa için büyük tehdit. Bu sebeple küçük üreticilerin desteklenmesi kritik önemde. Türkiye’de durum nedir diye bakarsak, pek iç açıcı değil.
TEPAV’ın araştırmasına göre, kayıtlı çiftçi sayısında 2013’te 2012’ye oranla yüzde 12 azalarak, bir milyonun altına düşmüş. TZOB’un rakamlarına göre, 1995-2013 arasında toplam tarım alanları yüzde 11,3 azalarak, 23,81 milyon hektara gerilemiş. Kendi tarım arazilerini imara açan Türkiye, ülke çapında yaşanan kuraklık, don ve dolu olaylarıyla meydana gelen ekonomik zararları telafi etmek, çiftçinin sorunlarına çözüm bulmak yerine ülke tarımına bir darbe de Sudan’da 99 yıllığına 780 bin hektar tarım arazisi kiralayarak vuruyor.
Öte yandan, gıda güvenliği için hayati önemdeki tohum da öncelik verilmesi gereken konulardan biri. Biyolojik çeşitliliğin azaldığı günümüzde yerli tohumun geleceği de alarm veriyor. Tohumların şirketlerin tekeline alınması, yerel tohum türlerinin azalması, mono kültür tarım kırsal kesimin giderek yok oluşunu hazırlıyor. Laboratuarda geliştirilen tohumlar gübre ve kimyasal ilaçla destekleniyor, su ve toprağı olumsuz etkiliyor, kendi kendine üreyemediği için de çiftçiler her yıl yeni tohum almak zorunda kalıyor.
Büyük felaketler bizi vurmadan, toprağa ve o toprağa alın terini düşürenlerin emeğine saygı için yerelliği, geleneksek değerleri, doğayı kirletmemeyi ve gıda güvenliğini teminat altına almayı öncelik hâline getirmeyi umarım bir ara akıl ederiz.