Kaynak: Mehmet Yasin, Hürriyet, 03 Nisan 2016
Ağlar geçen av mevsiminde yarı yarıya boş çekildi. Hele palamut, yüzünü neredeyse hiç göstermedi. Düşünün, onca balıkçı, kilometrelerce ağ, çıka çıka 13 bin ton palamut!”
Bir iddiaya göre, Bizans’ın, Kalkhedon (Kadıköy) yakasında değil de Sarayburnu’nda kurulmasının nedeni palamut balığı. Çünkü bu balık, Kalkhedon kıyılarına hiç uğramazmış. Karadeniz’den gelip, Haliç’e doluşurmuş.
Bunun nedenini Romalı tarihçi Plinius şöyle anlatmış: “Boğaz’ın en dar yerinde, Asya yakasındaki Kalkhedon yakınında, dipten yüzeye doğru yükselen, şahane beyazlıkta bir kaya var.
Palamutlar bu kayayı birdenbire karşılarında görünce her zaman ürkerler. Sürü halinde karşı taraftaki Byzantion burnuna yönelirler.”
Diyelim ki ona inanmadınız. O zaman bir de benden dinleyin. Anlatacaklarım çok eski zamana ait değil, taş çatlasa 30 yıl öncesinin anıları.
Ortaköy Camii’nin rıhtımı…
Ortaköylüler sıra sıra sıralanmış. Aralarında usta balıkçı Lüfer Ali bile var. Ben de oradayım. Palamut bol: At oltayı çek balığı. Hiç boş çektiğimi hatırlamıyorum. Vakit sabahın erkeniyse seğirtme olta kullanmak gerek. Bunun ucunda cıvayla parlatılmış zoka bulunur. Eğer uyanamayıp öğle güneşine kalmışsan, bu sefer oltaya sahte yem (kaz tüyü gibi) takman gerek.
Yok, caminin önüne gelmek için ayın doğmasını beklemişsen yem gerçek olmalı (izmarit, istavrit ya da uskumru).
Yakaladıklarımı konu komşuya dağıta dağıta eve götürüyorum. Herkes de böyle yapıyor. Ortaköylüler balığa para vermez. Evlerde, haftada iki-üç gün palamut pişiyor. Izgara, tava, pilaki… Boğaz palamudu diğerlerine benziyor, çok lezzetli. Çünkü küçük balıklar, yengeç ve diğer kabuklular, deniz otlarıyla besleniyorlar. Tıpkı kekik otlamış kuzu eti gibi…
Ama bütün bu anlattıklarım, artık ‘bir varmış, bir yokmuş’… Denizlerimizde balık bitti, gerisi hikâye.
YÜZDE 63 AZALMA
Bunları aklıma getiren geçen hafta başlayan balık avı yasağı. Ağlar toplandı, balıklar gelecek eylül ayına kadar özgür. Tabii bir oltaya takılmazlarsa! Çünkü oltacılara av serbest. Oltalardan kaçan balıklar denizlerde dilediklerince dolaşacak, yumurtalarını bırakacak, yavrularını büyütecek.
Ağlar geçen av mevsiminde yarı yarıya boş çekildi. Hele palamut, yüzünü neredeyse hiç göstermedi. Düşünün, onca balıkçı, kilometrelerce ağ, çıka çıka 13 bin ton palamut! Bu miktar 2012’de 35 bin tondu. Yani palamut miktarı tam yüzde 63.2 oranında azaldı. Peki suçlusu kim? Sanırım ‘ben, sen, o’ değil. Tabii ki bu işten ekmek yiyen balıkçılar.
Burada şu soruyu sorabiliriz: “İnsan niye kendi bacağına tabanca sıkar ki”…
Bizim balıkçılar bile bile yıllardan beri bu eylemi yapıp duruyor.
Bacaklarına öyle çok kurşun sıktılar ki artık yürüyecek halleri kalmadı.
Denizde ne var ne yok silip süpürdüler. Ne boyuna posuna, ne kilosuna ne de yaşına baktılar. Minicik hamsilere büyüme fırsatı vermeden onları yakalayıp, tavuk yemi olsun diye fabrikalara sattılar. Daha iki damla yağ biriktirememiş kestane palamutlarının, büyüyüp, çingene palamudu olmalarına bile fırsat vermediler.
Onun için palamut kalmadı, torik zaten sadece anıları süslüyordu. Çinakoplar arasında talihli olanlar ancak sarıkanat sınıfına yükselebildiler. Lüferliğe yükselip, gelecek nesilleri doğurmalarına asla izin verilmedi.
Yiyecek istavrit bulamayan lüferler, fazla oyalanmadan çekip gittiler. Yakalanan bir avuç hamsi, kilosu 30 liradan satıldı. Uskumru yoktu, hepten kayboldu. Romanya’dan TIR’larla gelen kalkanlar olmasa ona da hasret kalacaktık.
Tabii tüm suçu balıkçıların sırtına yüklememek lazım. Bu yıl El Nino da suçluların arasında. Bu doğa olayı yüzünden ısınan denizler soğumayınca balık dipte kaldı. Deniz kirliliği olaya tuz biber… İklim değişikliği yüzünden sularımızı işgal eden istilacı türler de cabası.
PEKİ NE YAPMALI?
Yani ne yapılacak?
Denetimler ciddi yapılacak, cezalar artırılacak, balık tüccarı satın almayacak, restorancı mutfağına sokmayacak, tüketici yemeyecek, gelen şikâyetleri yetkililer zamanında değerlendirecek.
Yani, balık avıyla ilgili yasalar baştan aşağı değişecek.
Bana sorarsanız, tüm bunlara bir de bir yıl süreyle balık avlama yasağı getirilsin derim.
Balıklar şöyle bir rahat nefes alsınlar, korkusuzca bir aşk hayatı yaşasınlar, yumurtalarını denizin dört bir yana dağıtsınlar, huzur içinde yavrularını büyütsünler.
Balıklara aslında bu işten ‘ekmek yiyenler’ sahip çıkmalı, biz ‘balık yiyenler’ ise onlara destek olmalıyız.
Balık sevmeyen ve tüketmeyen bir millet olduğumuz için bu önerilerin değeri var mıdır, bilemiyorum. Sözün özü: Yasak başladı, ağları toplayalım.