İçme suyu temininde uygulanagelen yöntemler hakkındaki tartışma dizimizin ikinci yazısını Akgün İlhan kaleme aldı. İlhan bu makalesinde desalinasyon teknolojisinin etkilerini irdeliyor ve içme suyu elde etmek için kullanılabilecek bir alternatif olmadığını ortaya koyuyor. Deniz suyunda bulunan tuzu, mineralleri ve diğer yabancı maddeleri gidererek; içme, sulama, kullanma amaçlarıyla saf su elde edilmesine desalinasyon deniliyor. Ancak desalinasyon su arzını artırıcı teknolojilerin başında gelen bir yöntem ve enerji, çevre ve toplumsal maliyetleri yüksek bir teknoloji. Gerçek çözüm su arzını sorgusuz sualsiz artırmaktan değil, bunun yerine mevcut tatlısu varlıklarını tasarruflu ve verimli kullanmaktan geçiyor.
Desalinasyon susuz kentlere çare mi?
Akgün İlhan
Şiddetlenen iklim değişikliği ve büyüyen su kriziyle birlikte su varlıkları kirleniyor ve temiz suya erişim kısıtlanıyor. Dünyada 1 milyara yakın insan temiz suya, 4 milyara yakın insan ise kesintisiz olarak suya erişemiyor. Hal böyle olunca su krizi salt bir su kıtlığı meselesi gibi algılanıyor. Dolayısıyla suya erişim sorununu sonsuza kadar çözecek suyun niteliğini iyileştirme değil, su arzını artırıcı mucizevi teknolojiler gündeme geliyor. İşte bunların başında gelen bir yöntem de deniz suyunu tuzundan arındırarak tatlı su üretmek. Deniz suyunda bulunan tuzu, mineralleri ve diğer yabancı maddeleri gidererek; içme, sulama, kullanma amaçlarıyla saf su elde edilmesine desalinasyon deniliyor.
Dünyada desalinasyon
Aslında desalinasyon ile tatlı su elde etme teknolojisinin yüzyılı aşkın bir geçmişi var. Geçtiğimiz yüzyılda elektrodiyaliz ve ters osmoz gibi yöntemlerin geliştirilmesiyle desalinasyon teknolojisi ucuzlamaya başladı. 1950’li yıllardan itibaren özellikle Orta Doğu gibi kronik susuzluktan muzdarip bölgelerde desalinasyon tesisleri kurulmaya başlandı. 2013 yılı itibariyle dünyada 17 bin küsur desalinasyon tesisi bulunuyor. Bunların tatlı su elde etme kapasiteleri günde 80 milyon m3’ü aşmış durumda. 150 ülkede 300 milyondan fazla insan desaline edilmiş su kullanıyor. Günümüzde İsrail’in içme suyunun yaklaşık yarısı desalinasyon yoluyla karşılanıyor. ABD’nin kuraklıkla mücadele eden Kaliforniya eyaletinde desalinasyon tesisleri açılıyor.
Enerji maliyeti
Desalinasyon yoğun enerji kullanımı gerektiren bir teknoloji. Örneğin suyunun %60’ını deniz suyundan karşılayan Suudi Arabistan’da desalinasyon için her gün 300 bin varil petrol kullanılıyor. Bu veriyi daha iyi anlamak için Türkiye’nin günlük petrol tüketiminin 600 bin varil civarında olduğunu söyleyelim. Desalinasyona nasıl enerji akıtıldığını bu örnek gözler önüne seriyor. Tabi desalinasyon tesislerinde sadece fosil yakıtlar kullanılmıyor. Hidroelektrikten güneş enerjisine kadar çeşitli enerji biçimlerini bu tesislerde kullanmak mümkün. Nitekim dünyanın güneş enerjisi ile çalışacak en büyük deniz suyu arıtma tesisi de yine Suudi Arabistan’da inşa ediliyor. 2017 yılında tamamlanacak olan Al Khafji desalinasyon tesisi 16 milyon galon su üretecek. Ancak güneş enerjisiyle çalışan tesislerin diğer desalinasyon tesislerden 3 kat daha fazla maliyeti olduğunu da hesaba katmak lazım. Zira bu tesislerin sadece güneşli saatlerde değil, 24 saat çalışması gerekiyor. Ve enerji depolamak için oldukça büyük sistemlerin kurulması gerekiyor. Dolayısıyla güneş enerjisi pek çok durumda tercih edilmiyor.
Desalinasyonla elde edilmiş bir metreküp suyun enerji maliyeti ortalama olarak 3 kWh. Ters ozmoz membran tekniğinin kullanıldığı tesislerde ise maliyet 2 kWh’a kadar düşebiliyor. Ancak yerel kaynaklardan sağlandığında suyun enerji maliyeti en fazla 0,2 kWh tutuyor. Yani yerelden gelen su denizden gelen desaline edilmiş ortalama sudan minimum 10 kat daha az enerjiye mal oluyor.
Çevresel maliyet
Desalinasyonun çevreye olumsuz etkileri oldukça kabarık. Bu tesislerinin kurulduğu kıyı bölgeleri zaten pek çok ülkede yoğun kentleşme ve endüstrileşmenin getirdiği baskılar altında kıvranıyor. Bir de bu hassas ekosistemlere desalinasyon tesisleri eklendiğinde bu kırılganlık daha da artıyor. Öncelikle denizden çekilen ya da vakumlanan büyük miktarlardaki suyun içinde yaşayan hayvanlar ölüyor. Bu suyun içinde ne varsa (sadece planktonlar, çeşitli deniz canlılarının yumurtaları ve larvaları gibi küçük organizmalar değil, balıklar, kuşlar ve hatta büyük deniz memelileri bile) hepsi desalinasyonun çeşitli işlemleri sırasında yaralanıyor ya da ölüyor. Su alımı sırasında larvalar veya küçük balık yumurtaları vakumlandığı için deniz popülasyonu da hızla yok oluyor. Her ne kadar bu işlemin daha az zararlı olması için teknikler geliştirilmiş olsa da bunların yeni teknolojiler olması dolayısıyla daha maliyetli olması tercih edilmemelerine neden oluyor.
Tabi desalinasyon sonucu ortaya çıkan tuz konsantrasyonun güvenli bir biçimde deşarj edilmesi meselesi de söz konusu. Elde edilen bu tuzlu konsantrasyonun içinde sadece iyot değil, kurşun, mangan, tarımsal üretim sonucu akarsularla ve yağmurla denizlere taşınan herbisit, pestisit ve azot gibi toksik maddelerin yanı sıra kentsel ve endüstriyel atıklar da oluyor. Buna ek olarak sadece denizde bulunan zehirli maddeler değil, tesisin kendi içinde kullanılan kimyasallar da bu karışımın içinde yer alıyor. Bunca kirlilik içeren bir bulamaç nereye bırakılırsa bırakılsın deniz tabanına çökerek, oradaki ekosistemi geri dönüşü olmaz biçimde yok ederek deniz canlılarını ortadan kaldırıyor. Bu karışımın seyreltilmesi için ne yapılırsa yapılsın, denize tekrar verildiğinde zarar vermemesi imkânsız.
Toplumsal maliyet
Desalinasyon teknolojisinin ilk kullanıldığı ülkelerden biri olan İsrail’de desaline edilmiş su kullanımı üzerine çeşitli araştırmalar mevcut. İsrailli bilim adamlarının yaptığı çalışmalar birincil olarak desaline edilmiş su kullanımının olduğu bölgelerde iyot eksikliğine bağlı hastalıkların yaygın biçimde var olduğunu gösteriyor. Ancak mesele sadece hastalıklarla da kısıtlı değil. Desalinasyon tesislerinin yakınlarında oluşan çevre felaketlerinin sonucunda balıkçılık ve turizm faaliyetlerinin olabilmesi oldukça zor. Geçimini denizden sağlayan geleneksel balıkçı köyleri ve kasabaları ortadan kalkıyor. Dolayısıyla balıkçılığın ortadan kalmasına neden olacak kadar kirlenmiş bir çevrede turizmin devam etmesi de olanaksız hale geliyor. Bu bölgeler kısa sürede insansızlaşıp, büyük sanayi bölgelerine dönüşerek daha da büyük bir kirlilik kısır döngüsünün içine düşüyor.
Türkiye’de desalinasyon
Türkiye’de birkaç yerdeki küçük ölçekli tesisler dışında desalinasyon teknolojisi yaygın değil. Tabi, büyüyen kuraklık ve artan kentleşme ile birlikte desalinasyon özellikle kıyı bölgelerindeki turistik tesislerin, belediyelerin, demir, çelik ve tekstil gibi sanayi tesislerinin ilgisini çeken bir teknoloji haline geliyor. Örneğin Balıkesir’e bağlı Avşa Adası Belediyesi vatandaşa birkaç senedir tuzundan arıtılmış su veriyor (4000 m³/gün). Bunun gibi örnekler çoğalacak gibi görünüyor. Nitekim İstanbul’un su sorunun da deniz suyu ile çözülmesi için adımlar atılıyor. 2015 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Kadir Topbaş, İstanbul’da deniz suyundan içme suyu üretme çalışması başlatacaklarını belirten bir açıklama yapmıştı. Bu proje ne zaman ve nasıl hayata geçirilir bilemiyoruz ama Topbaş’ın aynı tarihlerde yaptığı açıklama desalinasyon teknolojisinin nasıl kontrolden çıkmaya müsait bir tüketim çılgınlığına kapı açacağını göstermesi açısından oldukça manidardı. Topbaş şöyle demişti:
“İstanbul’a gelmesi ve gelecekte Türkiye’ye model olması için küçük çaplı olarak deniz suyundan içme suyu üretme çalışmasını başlatıyoruz… Deniz suyundan içilebilir su arıtma teknolojisini getireceğiz. İhtiyacımız olduğu için değil, bu teknolojiyi şehrimize getirmek adına. Bu yenilikçi bir düşünce. Bunu düşünmezseniz gelecekte ihtiyaç olduğunda çantacılar dolaşır neyi nasıl satacağız diye. Ama biz İBB olarak böyle bir teknolojiyi getirirsek Türkiye’de ihtiyacı olanlar gelir bizden alır. Biz de gerektiği zaman bunu genişletir, büyütürüz”.
Bırakın İstanbul gibi bir mega kenti, Türkiye’nin su talebini karşılamak gibi çılgın bir hedefle kurulacak desalinasyon tesislerinin Karadeniz’i kurutup, ekosistemini alt üst etmesi kuvvetle muhtemeldir.
Susuzlukla mücadelede desalinasyon seçenek değil!
Dünyada ve Türkiye’de iklim değişikliğiyle birlikte şiddetlenen kuraklığa ve susuzluğa mucizevî bir çözüm olarak dayatılan desalinasyon teknolojisi akıllara şu soruyu getiriyor. Tatlı su varlıklarını kirlettiniz, şimdi sıra denize mi geldi? Maalesef tatlısu kaynakları azaldıkça deniz suyundan medet uman çözümleri daha sıklıkla duyacağız. Ve kirlenme ve iklim değişikliği bu hızla devam ederse yakın gelecekte şebeke suyu arıtılmış deniz suyundan ibaret hale bile gelebilir.
Bunun anlamı ekonomik açıdan şu olacaktır. Her ne kadar son on yıl gibi bir zaman dilimi içersinde desalinasyonla elde edilmiş suyun bedeli metreküp başına 0,5 dolara kadar düşmüşse de, desaline edilmiş su her zaman yerel kaynaklardan elde edilen sudan daha pahalıya mal olacaktır. Bu tesislerin ilk kurulumlarının milyonlarca dolara mal olduğunu ve enerji bütçelerinin yüksek olduğunu da hatırlayalım. Belediyeler tam maliyet prensibi gereği suyun tüm masraflarını belirli bir oranda kârı da ekleyerek bizden su faturaları vasıtasıyla aldığına göre, desaline edilmiş sudan ibaret şebeke suyu bütçemizi daha da sarsacak. Dolayısıyla başta yoksul kesim olmak üzere herkesin zaten kısıtlı olan bütçesinden daha fazla payı suya ayırması gerekecek. Böylece su hakkı ihlalleri çeşitlenerek artacak.
Ne yapılmalı?
Elbette ki nüfusu sürekli olarak artan bir dünyada ve ülkede daha fazla suya ihtiyaç duyulması kaçınılmaz. Ancak su arzını sorgusuz sualsiz artırmak yerine öncelikle devletlerin ve yerel yönetimlerin mevcut tatlısu varlıklarını tasarruflu ve verimli kullanması gerekiyor. Evlerimizde mutfak ve banyolarda kullanılan gri suyun arıtılması ve yeniden kullanımı için gerekli altyapı çalışmalarına öncelik verilmeli. Örneğin İstanbul’da günlük su tüketimi 2,6 milyon m3 civarında. Bu miktarın %90’dan fazlası da evsel kullanıma gidiyor. Evlerde banyo ve mutfakta kullanılan gri su arıtılıp yeniden kullanıma sokulsa, her hanede ortalama %50’lik bir su tasarrufu gerçekleşir. Demek ki sadece bu yöntemle bile İstanbul’un su kullanımı yarıya indirilebilir. İstanbul’da 2015 yılında %24,09 olan su kaybı en aza çekilirse su kullanımın neredeyse dörtte bir oranında azalması da mümkündür. Üstelik yağmur suyundan da faydalanılabilir. Zira İstanbul gibi betonlaşmış kentlerde yağışın neredeyse tamamı toprağa değmeden beton üzerinden akarak ya doğrudan denize, ya da kanalizasyon sistemine gidiyor. Yani hemen hiç arıtmaya tabi tutulmadan bile kullanılabilecek yağmur suyu, pis suyla birleşip kullanılmaz hale geliyor. Bu suyun toplanması ve basit bir arıtmayla kullanıma sunulması hem enerjiden, hem de diğer masraftan tasarruf sağlamak demektir. Birim ürün ve hizmet üretmek için kullanılan su miktarında azaltma anlamına gelen “su verimliği” de düşünülmesi gereken bir sorun. Daha az suyla daha fazla ürün ve hizmet, günümüz belediyelerinin hedefi olmalı. İşte bütün bunla gerçekleştirildiği oranda desalinasyon gibi enerji, çevre ve toplumsal maliyetleri yüksek bir teknolojiye gerek kalmayacaktır.
Akgün İlhan
Su Hakkı Kampanyası
Kaynaklar
Heather Cooley (Nisan 2010). Seawater Desalination: Panacea or Hype? Action Biosicence. http://www.actionbioscience.org/environment/cooley.html
Vakur Sümer (Ağustos 2015). Desalinasyon Ortadoğu’nun Tüm Su Sorunlarının Çözümünü Vaat Ediyor mu? Orta Doğu Stratejik Araştırmalar Merkezi. http://www.orsam.org.tr/index.php/Content/Analiz/4523?s=orsam|turkish
Akgün İlhan (Haziran 2015). Su arzı artar ama Karadeniz biter, Gaia Dergi. https://gaiadergi.com/su-arzi-artar-ama-karadeniz-biter/
Akgün İlhan, Dursun Yıldız, Fatma Zişan Tokaç, Mehmet Levent Kurnaz ve Murat Türkeş (2014). İstanbul’un Su Krizi ve Kolektif Çözüm Önerileri. http://www.suhakki.org/wp-content/uploads/2015/03/istanbuldasukrizi-arastirma.pdf
İSKİ (2015). İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi 2015 Faaliyet Raporu. http://www.iski.gov.tr/web/assets/SayfalarDocs/faaliyetraporlari/faaliyetraporu2008/faaliyet_raporu2015.pdf