Kolombiya’da hükümet ile FARC gerillaları arasında süren barış görüşmeleri referandumda ufak bir farkla “Hayır”ın kazanmasının ardından yeniden başladı. 50 yıl kadar önce toprak sorunu üzerinden başlayan savaşın en önemli toplumsal gücü yoksul ve topraksız köylülerdi. Bu nedenle barış görüşmelerinin de önemli bir parçası toprak ve sosyal adalet meselesi. Elbette toprak dendiğinde de ilk akla gelen suyun paylaşımı gerçek bir toplumsal barışa giden yolun olmazsa olmazı.
Open Democracy sayfasında “Su hakları ve Kolombiya’da barış süreci” başlığı ile bir makale kaleme alan Gina Spigarelli bu meseleyi yaptığı röportajlara da yer vererek anlatıyor.
Su varlıkları konusunda dünyanın en zengin ülkeleri arasında yer alan Kolombiya’da su varlıklarının ve hizmetlerinin özelleştirilmesi son yıllarda su haklarını temel alan birçok toplumsal hareketin ortaya çıkmasına neden oldu. Ülkenin kuzeybatısında yer alan Antioquia bölgesi özellikle su meselesinde önemli gelişmelerin yaşandığı bir bölge. Bölge özelleştirmeler, madenler, hidroelektrik santralleri gibi projelerle hızla kalkınmış olmasına rağmen gelir adaletsizliği oldukça yaygın.
FARC’ın Sekreteryasında yer alan ve Antioquia doğumlu olan Pastor Alape bölgede yaşanan şiddetin tarihsel olarak kökeninde ekonomik çıkarlar ve buna bağlı olan zorunlu göç olduğunu söylüyor. Eylül ayında gerçekleşen Onuncu Gerilla Konferansı’nda konuşan Alape “Hükümetin projelerin güvenliğini garanti altına alması gerekiyor ve güvenlik çiftçilerin zorla topraklarından sürülmesi anlamına geliyor ki uluslararası sermaye buraya gelebilsin, bir avuç büyük toprak sahibinin toprakları ele geçirmesine izin veriliyor.” Dedi.
Bölgede son on yılda ekonomik yatırımlarla insan hakları ihlalleri kol kola ilerliyor. Doğu Antioquia İnsan Hakları Komitesi bu dönemde çok sayıda katliam, tehdit, işkence, suikast, mayınlı arazi, zorunlu yerinden edilmeler ve mega projelerin güvenliği adı altında paramiliter örgütlenmeleri raporlarında yayınlamıştı.
Antioquia’da yaşanan zorunlu yerinden edilmelerin bir örneği San Miguel isimli hidroelektrik santraline ev sahipliği yapan El Pescado. 1990’larda burada yaşayan nüfusun tamamı şiddet olayları nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalmıştı.
Hükümet 2011 yılında topraklarından göç etmek zorunda kalanlar için bir yeniden topraklandırma programı açıkladı. 1970’ler ve 1990’larda iki defa topraklarını terk etmek zorunda kalan ve bu programla üçüncü kez topraklarına dönen Antioquialı çiftçi Amado Salas geçen ay 8. Yıllık Su Festivali’nde şunları söyledi:
“Şimdi kakaomuz, muzumuz, hayvanlarımız var ve hemen yanımızda da dev bir çokuluslu şirket ISAGEN var. ISAGEN yakın zamanda bir başka çokuluslu şirkete satıldı ve bu durum bizlerinde topraklarımızı satmak durumunda kalıp yeniden buraları boşaltmak zorunda kalabileceğimize dair büyük bir endişeye yol açıyor. Ancak bu kez silahlı bir güç tarafından değil madencilik ve enerji projeleri nedeniyle, nehre baraj yapma planları ile bu korkuyu yaşıyoruz.”
Kolombiya’da hidroelektrik santral kurma amaçlı barajlar özel şirketlere ait ve genellikle halkın suya erişimini kesiyorlar. Salas içinde bulundukları çelişkili durumu şöyle açıklıyor: “Biz şuan hükümetin ayakkabısının içindeki taş gibiyiz çünkü ulusal ve uluslararası bakımdan Yeniden Topraklandırma Kanunu ile gelenlerin bir kez daha yerinden göç etmeye zorlanmamak gibi bir yasal statüsü var.”
Salas şirketlerin yoksul kırsalda kalkınma vaat ettiğini anlatarak şunları söylüyor: “Onlar (şirketler) bize sağlık klinikleri, spor alanları, yollar, özellikle otobanlar, yapmamıza yardımcı olacaklarını söylediler. Ben de onlara “iyi de bu söyledikleriniz bana zaten devlet tarafından garanti edilmiş olan haklar, devlet sağlık ve kendini yenileme alanlarını yapmak zorunda ve aynı zamanda çevreye de saygılı olmak zorunda” dedim. Tabi ki önerilerinden mutlu olmadım… Ben buradaki ormanları koruyorum ve burada ne kadar su kullanacağıma ben karar vermeliyim.”
Kolombiya tükettiğinden daha fazla enerji üretmekte olan bir ülke ancak bir yandan su krizinden söz edilirken öbür yanda da üretilen enerjinin çok az bir kısmı halkın ihtiyaçları için kullanılıyor. MOVETE isimli bir STK’nın raporuna göre Kolombiya hidroelektrik santralleri ile ürettiği enerjinin %45.5’ini sanayide, %21’ini maden ve taş ocaklarında, %5’den azını nüfusun günlük kullanımı amaçlı elektrik üretiminde kullanıyor.
Antioquia bölgesi zengin maden kaynakları olan bir bölge. Ülkede çıkarılan altının %75.7’si, gümüşün %68.8’i buradan çıkıyor. Bunların yanında kömür bakır gibi birçok maden ocağı daha var bölgede. Tabi bu kadar maden ocağı büyük bir çevre felaketine yol alıyor ve su varlıklarını hem yok ediyor hem de kirletiyor.
Barış süreci ve sosyal adalet
Alape FARC ile hükümet arasında sosyal meselelerdeki görüş farklılığını şöyle açıklıyor: “Hükümet Doğu Antioquia’yı çatışma sonrası bölge olarak algılıyor… Daha şimdiden mayınsızlaştırma programlarını uygulamaya başladılar ayrıca çeşitli sosyal yardım programları da başladı… Ancak yerel toplulukların marjinalleştirilmesi süreci devam ediyor ve büyük toprak sahipleri çiftçileri topraklarını satmaları konusunda baskı altında tutmaya devam ediyor. Şuan toprak kullanımı üzerinden birçok sorun türüyor.”
Alape barış görüşmeleri sayesinde sivil toplumun hükümet projelerine katılımının da önünün açıldığını söylüyor. Böyle bir katılım su kullanımı ve erişimi gibi konularda oldukça önemli çünkü yeniden başlayan görüşmelerde yerelin çözümsüz kalan bu gibi konularda daha fazla katılması gerekiyor.
Kolobiya’daki yerel topluluklar kalkınma projeleri ve su hakları sorunlarını barış meselesi etrafında tartışıyorlar. Antioquia’nın Urabá bölgesinden şiddet raporları gelmeye devam ediyor ve halkın dağlık bölgede uygulanacak kalkınma projeleri hakkında endişeleri olduğu söyleniyor. Batı Antioquia bölgesindeki Tulpa Juvenil topluluğu ise “Çevre adaleti ve sosyal adalet olmadan barış olamaz” diyor. Bölgenin Güneybatısındaki Cinturon Occidental Ambiental (COA) koalisyonu da çevre temelli çatışmaların barış sürecini sürekli olarak tehdit edeceğini belirterek çevrenin hem savaşın hem de uygulanan ekonomik modelin mağduru olduğunu söylüyorlar. Bölgede desteklenen hidroelektrik projelerinin yol açtığı çevresel ve sosyal adaletsizliklere dikkat çekiyorlar.
2013 yılında kitlesel grevler örgütlemiş olan ve Kolombiya’nın en büyük kır kökenli sosyal hareketleri arasında olan Kırsal, Köylü, Etnik ve Halkçı Yakınlaşma hareketi (ülkedeki köylü hareketleri ile yerli halkların koalisyonu) de Haziran’dan beri hükümetle sürdürdüğü görüşmeleri durdurdu. Geçtiğimiz Haziran ayında 115 bin kişinin katıldığı bir tarım grevi gerçekleştiren hareket hükümetin kırsal kalkınma modelini değiştirmeye zorlamıştı. Hükümet kırsal alanda yeni bir ekonomi politikası uygulama sözü vererek hareket temsilcileri ile görüşmelere başlamıştı.
Halklar Kongresi isimli işçi, köylü, öğrenci ve etnik gruplar ortak platformu ise referandumda “Hayır” oyunun çıkmasının ardından barış karşıtı partilerle kapalı kapılar ardında toplantı yapan hükümeti eleştirerek bunun yerine tüm toplumsal kesimlerin yer alacağı Büyük Ulusal Diyalog toplantısı düzenlemeye davet etmişti. Ayrıca bu sayede barış görüşmeleri içerisinde yer almayan bir diğer gerilla hareketi ELN’nin de sürece katılabileceğini belirtmişlerdi.
Spigarelli yukarıda özetlediğimiz yazıda, Kolombiya’da gerçek bir barış için toplumsal hareketlerin taleplerinin de sürece dahil edilmesi gerektiğini aksi takdirde ülkede grevlerin ve şiddetin tekrar başlayabileceği uyarısında bulunuyor. Hala çözülmemiş olan toplumsal sorunların en temelinde suyun olduğunu, hükümetin ekonomik modelinin su zengini bölgelerde toprak satışlarına ve çevresel felaketlere yol açmakta olduğunu ve bu durumun devam etmesi durumunda insan hakları ve çevre hakları ihlallerinin sona ermesinin mümkün olmadığını belirtiyor.
Kaynak: Open Democracy, Nacla, Prensa Latina