Avrupa’nın çoğu kentinde musluktan akan suyu sürahiye doldurup masanıza getirip içebilirsiniz. Bu hem ekolojik hem de ekonomik olarak önemli bir adım. Tasarruf dediğimiz şey ve krizi önleme yöntemleri de burada başlıyor aslında.
İstanbul’da ve diğer büyük şehirlerde içme suyumuz ambalajlı su vasıtasıyla tamamen özelleştirilmiş durumda. Fakat şişe suyu yeterince steril değil, geçmişte birçok kez içinde sağlığa zararlı maddeler tespit edildi. Tabii ki firmalar da kendi prestijlerini düşünerek kendi tedbirlerini alıyorlardır. Marka kirlenmesi olmaması onlar için de önemlidir. Ama bu şirketler üzerinde güvenilir her hangi bir kamusal denetimimizin söz konusu olmadığını bilmek lazım.
Musluklardan su akmaması, ekolojik olarak çok problemli bir durum ortaya çıkarıyor. Eğer musluk suları daha kalitesiz hale dönüşürse (ki bu tamamen yatırımla ilgili bir mesele) bütün ihtiyacımızı ambalajlı sulardan karşılamaya başlayacağız. Fakat şu gerçeği unutmayalım, ambalajlı suyun üretimi için su tüketiliyor. Bu yanlış ekolojik döngüyü kırıyor olmak lazım. Musluktan su içersek eğer bu hem ekonomik, hem de ekolojik olarak anlamlıdır. Musluk suyunun karbon ayak izi, ambalajlı suya göre çok daha azdır.
Suyun çıkarılması, ambalajlanması, o ambalajın üretilmesi, bir yerden bir yere nakliyesi, ki nakliye dediğimiz kısım çok basite alınacak bir sorun değil, gibi aşamalar şişe suyunun karbon ayak izini kötüleştiriyor. Türkiye’den ambalajlanan su Almanya’ya, İngiltere’ye, körfez ülkelerine gönderilebiliyor. Aynı şekilde bu ülkelerden de ambalajlanan su Türkiye’ye gelebiliyor. Suyun bu şekilde bir meta olarak dolaşımı ekoloji açısından zararlı, ancak kapitalizmin işleyişi içerisinde bu süreçler normalleştiriliyor. Örneğin “Fiji’nin suyu çok değerli, çok doğal” ifadeleri altında bu su Türkiye’ye gelebiliyor. Kilometrelerce kat edilen yollardan bahsediyoruz. Bu sırada kullandığınız yakıt fosil yakıtlar aslında, petrol kullanıyorsunuz. Bugün dünyada birincil enerji kömürden, petrolden, doğal gazdan elde ediliyor. Ve bunların hepsinin yakılması asıl problemimiz olan gezegen ve tüm canlılar açısından cidden bir yok oluşun temellerini oluşturan iklim değişikliğine yol açan sera gazlarının ortaya çıkmasına neden oluyor.
Ambalajlı sular Türkiye içerisinde çok yoğun bir biçimde kullanılıyor. Geçen haftalarda bir açıklama yapıldı ve 2017 ambalajlı su sektörü verileri açıklandı. Geçen seneye, yani 2016’ya göre ton açısından yüzde beşlik bir artış gerçekleşmiş. Bu suyu sadece Türkiye’deki vatandaşlar kullanmıyor, 110 ülkeye ihraç ediliyor. Bütün bu enerji kullanım alanlarını ambalajlı su üzerinden tekrar düşünecek olursak ciddi bir karbon salınımından bahsediyoruz. Peki bu karbon salınımını indirmek için ne yapmak gerekiyor? Tabii ki bu faaliyeti minimuma indirmek lazım. Minimuma indirmek için de bizim musluklarımızdan kaliteli, içilebilir nitelikte su akıyor olması gerekir. Bu ise kamunun bir görevidir, hiç birimizin bireysel olarak yapabileceği bir şey değildir. Hiçbir birey altyapı hizmetine soyunamaz. Bu hizmetin kamu tarafından yerine getirilmesi için yurttaşlar olarak bizim talepte bulunmamız gerekiyor. Bu sayede hem ciddi bir su tasarrufu sağlarız, hem de iklim değişikliğine yapılan katkıyı azaltmış oluruz.