Kaynak: Selin Aksoy, Adalet için Hukukçular, 10 Kasım 2014
Nazım’ın Piraye’sine yazdığı gibi, onlar ümidin düşmanıdır, onlar, akarsuyun, meyve çağında ağacın, serpilip gelişen hayatın düşmanıdır.1 Onlar Yırca’daki zeytin ağaçlarının, Validebağ’daki ağaçların, Kuzey Ormanlarının, Yeşilırmak’ın düşmanıdır.
Bugün ülkenin dört bir yanından çevre ve ekoloji temelli mücadeleleri duymaya devam ediyoruz. Geçtiğimiz hafta da işçi katliamı ile aklımızdan çıkmayan Soma’nın bu kez Yırca ilçesinde çevre katliamı yaşandı. AKP hükümeti ile organik bağı bilinen Kolin Grubu’nun termik santral projesi için Yırca köyünde 6.000 tane zeytin ağacı katledildi.
Kolin Grubu’nun inşaa edeceği termik santral projesi için ertesi gün yürütmenin durdurulması kararı çıkacağı bilindiğinden aynı sabah ağaçlar katledildi. Şimdi ağaçlar kesildikten sonra yürütme durdurulmuş, nafile…
Hidroelektrik santraller
Kolin Grubu daha çok HES projeleri ile bilinmekte ve hatta en son Ağustos ayında baraj kapaklarının açılması ile 6 kişinin ölümüne yol açan Alkumru Barajı da Kolin Grubu ile ortak HES projelerine katılan Limak Grubu’na aitti.
Devlet Su İşleri Hidroelektrik Enerji Dairesi Başkanlığı’nın verilerine göre; Türkiye’de 69 ilde 478 HES var, 61 ile 534 HES daha yapılması planlanıyor, planlananların gerçekleşmesi durumunda 71 ilde 1012 Hidrolelektrik Santrali kurulmuş olacak.
Ülkemizde özellikle 2003’ten sonraki mevzuat değişiklikleri ile su kaynakları ve havzalarının özel mülkiyetin kullanımına bırakılması uygulamasına geçilmiştir. 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu öncesinde 58 ilde toplam 139 HES işletmeye alınmış, kanun sonrası 12’si yeni iller olmak üzere HES sayısı toplam 70 ilde 478’e ulaşmıştır.
Bilindiği gibi de son yıllarda her dere üzerine yapılan onlarca HES ve bu HES’lere ilişkin verilen ÇED raporlarına itirazlar konusunda büyük bir kamuoyu direnci oluşmuştur. Bunun en büyük sebebi su kaynaklarının özelleştirilmesi sonucu ortaya çıkan doğal ve ekonomik zararlardır. Zira en temel kamu kaynaklarından biri olan suyun kamu yararına planlanması ve yönetilmesi gerekirken, bu görev ve yetkilerin su kullanım anlaşmaları ve verilen lisanslarla özel sektöre devredilmesi, bu kamu kaynağının tasarruf haklarının kamu kontrolünden çıkmasına ve ticari amaçla özel sektörün tasarrufuna bırakılmasına neden olmaktadır. Bu ise kamu kaynağından açıkça kamunun değil, özel sektörün faydalanmasına yol açtığı gibi, denetim ve gözetimden uzak bir uygulamaya yol açmaktadır.
Su kanunu tasarısı taslağı
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre; 1,1 milyardan fazla insan temiz içme suyuna, 2,6 milyardan fazla insan ise temizlik için ihtiyaç duyulan suya ulaşamamakta, yine yayınlanan raporlarda kirli sudan dolayı dakikada 7 kişinin hayatını kaybettiği belirtilmektedir. Bu sayılar oldukça şaşırtıcı olmakla beraber, büyük bir tehlikeyi ortaya koymaktadır. Su kıtlığı, mahsul kıtlığı, ormanların yok edilmesi, biyolojik çeşitliliğin azalması insanların hayatlarını vahim bir şekilde etkilemektedir.
“Su kıtlığı” son yıllarda ülkemizde de çokça dile getirilir olmuştur, kullanılabilir/içilebilir suyun ne zaman tükeneceği yönünde tahminler kamuoyunu oldukça meşgul etmektedir. Bu nedenle 2012’den beri gündemde olan “Su Kanunu Tasarısı” Ağustos ayında son haline getirilerek, TBMM’ye sunulmak üzere hazır hale getirildi.
Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu tasarı taslağı hakkında yaptığı açıklamada kuraklığın, “yağışların normal düzeyinden düşük olması veya düzensizlikleri durumunda önemli hidrolojik dengesizliklerin oluştuğu ve buna bağlı olarak arazi doğal üretkenliğinin olumsuz biçimde etkilendiği tabii bir olay” olduğunu dile getirmiştir.2 Ancak açıkça ve yüksek sesle belirtmek gerekir ki, iklim değişikliği ve kuraklık “tabii bir olay” değil, kapitalist üretim ilişkilerinin ve kapitalist sistemin bizatihi sonucudur.
Zira “iklim değişikliği”ni dert etmiş gibi görünen hükümetin Türkiye’nin yerli enerji potansiyelinin değerlendirilmesine yönelik hazırladığı “Türkiye’nin 2023 Enerji Hedefleri Strateji Belgesindeki Kaynak Bazında Hedefler” dokümanı, hükümetin kalkınma, büyüme ve enerjide bağımsızlık hedeflerine ulaşmak için bilimsel bir olgu olan iklim değişikliğini nasıl yok saydığını, ekolojik yıkımlara yol açan ve doğal kaynakların sürdürülebilirliğini yok eden birçok projenin hayata geçirilmek istendiğini ve bunun da serbest piyasa koşulları içinde yapılacağını göstermesi açısından önemli bir belgedir.3 Dolayısıyla serbest piyasa koşulları içinde, bir akarsu havzası üzerine yüzlerce hidroelektrik santrali inşaa etmenin temelinde açıktır ki, kullanılabilir suyun halka ulaştırılması amacı değil, rant amacı yatmaktadır. Kaldı ki aynı belgede 2023 yılına kadar teknik ve ekonomik olarak değerlendirilebilecek hidroelektrik potansiyelin tamamının elektrik enerjisi üretiminde kullanılmasının sağlanacağı belirtilmektedir. Oysa iklim değişikliğinin önüne geçilebilmesi için yenilenebilir enerjinin rüzgâr, güneş, jeotermal, dalga enerjisi gibi kaynaklardan sağlanması gerekmektedir.
Tasarı’nın 1. maddesinde düzenlenen amacına bakıldığında;
“(1) Bu Kanunun maksadı, su kaynaklarının sürdürülebilir şekilde korunması, kullanılması, iyileştirilmesi, geliştirilmesi, su ile ilgili bilgilerin toplanması, izlenmesi, havza esasında inceleme ve planlamalarının hazırlanması, kullanım önceliklerinin belirlenerek tahsislerinin tek merciden yapılması, su yönetiminde etkinlik ve katılımın geliştirilmesini sağlamaktır.
(2) Bu Kanun, jeotermal sular ve denizler hariç, kıyı suları dâhil olmak üzere yüzeysel, yeraltı su kaynakları ile alakalı bütün hususları ve doğal mineralli suların tahsisi ile tahsise dair denetim hususlarını kapsar”.
Görüleceği gibi hükümet tasarısında maksat “sürdürülebilirlik” olarak gösterilmektedir. Ancak hükümetin enerji politikası ile birlikte düşünüldüğünde bu “sürdürülebilirlik”ten yukarıdaki gibi elektrik üretimi kastedildiği açıktır. Yine 2. fıkrada da jeotermal sular ve denizler hariç, kıyı suları dâhil olmak üzere tüm su kaynakları ile ilgili tahsise ilişkin düzenleme geliştirilmektedir. Dolayısıyla hükümet tüm su kaynakları üzerinde kendi tasarruf yetkisini ortaya koymaktadır.
Tasarı’nın dikkatle izlenmesi gereken bir başka maddesi de “Faydalanmada ve Kullanmada Öncelik Sırası” başlıklı 5. maddesidir. Buna göre;
“MADDE 5- (1) Suyun miktarı, kalitesi, mahallinin özelliği, zaruri ihtiyaçlar ve şartları başka türlü bir çözüm yolu gerektirmedikçe su kaynaklarından faydalanma ve kullanma hakkının tesisinde aşağıdaki öncelik sırası uygulanır:
a) İçme ve kullanma maksatlı su ihtiyaçları,
b) Tabii hayat için gerekli su ihtiyaçları,
c) Zirai sulama suyu ihtiyaçları,
ç) Enerji ve sanayi suyu ihtiyaçları,
d)Ticaret, turizm, rekreasyon, projeye dayalı su ürünleri yetiştiriciliği ve avcılığı, taşıma, ulaşım ile sair su ihtiyaçları.
(2)Öncelik sırasına göre birden fazla maksadın gerçekleşeceğinin mümkün görülmesi halinde, kaynağın birden fazla maksatla kullanılmasına izin verilebilir”.
Görüleceği gibi öncelik sırasında “içme ve kullanma maksatlı su ihtiyaçları” ilk sırada gelmekteyken “birden fazla maksadın gerçekleşeceğinin mümkün görülmesi halinde, kaynağın birden fazla maksatla kullanılmasına izin verilebilir” denilerek açıkça ç bendinde düzenlenen enerji ve sanayi suyu ihtiyaçları için su havzaları “tüketilebilecek”tir. Bir başka deyişle, bu su kaynağı elbette kuraklık nedeniyle “kullanıma” açılacak ve üzerinde baraj inşaa edilecek ancak bir yandan da su havzasının “birden fazla maksadı gerçekleştirebilecek” olması gerekçesiyle üzerine bir de HES kondurulacaktır.
Yine “Su Kaynaklarının Korunması” başlıklı 9. maddede su kaynağının sürdürülebilirliği için havzanın beslenmesi ve kullanımına ilişkin önlemler düzenlenmişken, burada su havzalarının ve suyun yönünün, debisinin, kullanımının değiştirilmesi nedeniyle doğacak çevresel etkilere, soyu tükenecek türlerin durumuna yer verilmediği görülmektedir. Örneğin ABD’de 1800’lerden beri kurulan 75.000 barajın en büyük ve en tahribat verenleri 2000 yılından beri soyu tükenen türler, yaşam alanlarının dönüşümü ve çevreye verdikleri zararlar nedeniyle yıkılmaya başlandı. Buna sebep olan ise suyun ve su kaynaklarının korunmasına ilişkin yasalarla beraber bir barajın eğer bir türün soyunu tüketiyorsa yıkılabileceğine yönelik maddelerdir.4 Sonuç olarak, madde “su kaynaklarının” korunması dışında “çevrenin, doğanın, ağaçların, türlerin, kültürün” korunmasını içermemektedir.
11. madde suyu kimin yöneteceğini düzenlemekte ve Su Yönetimi Yüksek Kurulu’nun kurulacağı ve Kurulun başkanının Orman ve Su İşleri Bakanı olacağı, Kurulun ise Bilim Sanayi ve Teknoloji, Çevre ve Şehircilik, Dışişleri, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Gıda Tarım ve Hayvancılık, İçişleri, Kalkınma ve Sağlık Bakanlarından oluşacağı belirtilmektedir. Böylece su yönetimi için ulusal politikalar bu Kurul tarafından alınacaktır.
13. maddede halen yapılmakta olduğu gibi tüzel kişilere ve vatandaşlara su kaynaklarının tahsisinin yapılabileceği ve bu tahsisin Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından verileceği, 17. maddede tahsis sahibinin tahsis yapılan alanda özel mülkiyete konu taşınmazın sahibi ile anlaşamaması halinde tahsis sahibinin kamulaştırma talep edebileceği, tahsis alanının hükümetin özel mülkiyetinde veya devletin hüküm ve tasarrufunda olması halinde tahsis belgesinin verileceği, tahsis alanının mera ya da orman arazisi olması durumunda, ödenmesi gereken tüm masrafların tahsis sahibi tarafından ödenebileceği hüküm altına alınmaktadır.
Şöyle anlaşılır hale getirmekte fayda var; bu madde suyun nasıl özelleştirileceği, 3. maddede devlete ve halka ait olduğu belirtilen su kaynaklarının nasıl Limak, Kolin vs. yandaş şirketlere satılacağını düzenlemektedir. Su kaynaklarının toprakla bir bütünlüğü olmadığı söylenilen bu Tasarı’da, toprak sahiplerinin bir anda bu kanun kapsamında topraklarının kamulaştırılabileceği, devlet arazilerinin ve halka ait suyun nasıl özelleştirileceği ve dahası mera ve ormanların “bedeli ödendiğinde” nasıl katledilebileceği düzenlenmektedir.
Su hakkı
Halkın suya erişim hakkına ilişkin Türk yasalarında açık bir düzenleme bulunmadığı gibi, “Su Kanunu Tasarısı” da suya nasıl erişilebileceğini ya da halkın su hakkını değil, en iyimser deyimle su kaynaklarının nasıl kullanılacağını düzenlemektedir. Ancak birçok insan hakları metninde suyun hak olarak düzenlendiği görülmektedir.
Bu anlamda su hakkının en açık olarak dile getirildiği metin, 2002’de BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi tarafından açıklanmıştır. Buna göre sosyal ve ekonomik bir hak olarak su hakkı, her bir vatandaşın doğrudan devletten talep edeceği suya erişim hakkını içermektedir. Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi’nin 15 No.lu Genel Yorumu’nda su hakkı; “Herkesin, yeterli beslenme, giyim ve konut da dâhil olmak üzere, kendisi ve ailesi için yeterli bir yaşam düzeyine sahip olma ve yaşam koşullarını sürekli geliştirme hakkına sahip olduğunu” ifade eden 11’inci madde çerçevesinde, yeterli konut ve yeterli beslenme hakkının; “herkesin, ulaşılabilecek en yüksek fiziksel ve zihinsel sağlık standardına sahip olma hakkını” ifade eden 12’inci madde kapsamında da sağlık hakkının ayrılmaz bir parçası olarak ifade edilmiş ve şu şekilde tanımlanmıştır: “Su hakkı, herkesin kişisel ve ev içi kullanımları için yeterli, güvenli, kabul edilebilir, erişilebilir ve bedeli ödenebilir suya sahip olma hakkını öngörmektedir”.
Oysa bilim ve teknolojinin geldiği aşamada bunu bir adım ileriye götürmekte hiçbir engel yoktur. Su hakkı devlet tarafından tıpkı eğitim, sağlık gibi ücretsiz bir insan hakkı olarak güvence altına alınmalıdır. Devlet, herkese sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı sağlamak zorunda olduğu gibi içilebilir ve sağlıklı su da sağlayabilmelidir. Halkın kullanımına yönelik su ücretsiz olmalıdır. Bu iddiamızın dayanağı ise oldukça basit, su kaynaklarının kullanımının ve su dağıtımının devlete ait olması ile su kayıp-kaçak oranının azaltılması gerekmektedir. Orman ve Su İşleri Bakanlığı verilerine göre içme suyunun yüzde 43’ü daha musluklara bile ulaşmadan kaybolmaktadır. Bu 2 milyar metreküp su anlamına gelmektedir. Bu kayıp-kaçak suyun gelişmiş ülkelerdeki oranı olan %10’a çekilmesi için alt yapı sistemlerinin yenilenmesi ve denetimin arttırılması yeterlidir. Buna yapılacak yatırım hem daha az maliyetli, hem de daha işlevlidir.
Sonuç olarak uzunca olan bu yazıda, Türkiye’de su kaynaklarının durumuna, su hakkının mevzuattaki yerine ve hükümetin su politikasını gösteren yasa tasarısı taslağına değinmiş olduk. Su olmadan yaşam durur, su kaynakları özelleştikçe ve su kaynakları tek yenilenebilir enerji kaynağı olarak kullanılmaya devam edildikçe iklim değişikliği ve kuraklık kaçınılmazdır. Yukarıda da yer verdiğimiz üzere; rüzgâr, güneş, jeotermal, dalga enerjisi, atık yönetimi gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılması, elektrik ve su kaçak/kayıplarının azaltılması ile kullanılabilir su oranı artacak, tüm su kaynaklarının kullanımı ve dağıtımının devlete ait olması ile tüm vatandaşlara ücretsiz su hakkı sağlanabilecektir.
————–
1 Piraye İçin Yazılmış Saat 21 Şiirleri – 6 Aralık 1945
2 http://www.memurlar.net/haber/478354/
3 Nuran Yüce, “Türkiye’de Suyun Özelleştirilmesi ve Su Hakkı”, Sosyal Değişim Derneği, 2012, s.9.
4 Barajlar konusundaki tavrımızın, barajların mühendislik harikası olmasıyla gururlanmaktan kendi geleceğimizin, nehirlerimizin yaşamı ve sağlığıyla sınırlandığını farkedişimize dönüşünü anlatan ve yönetmenliğini Travis Rummel ve Ben Knight’ın yaptığı Baraj Devri/Damnation filmi bu konuda ayrıntılı bir araştırmayı içermektedir.