İngiltere’den Çek Cumhuriyeti’ne, Avrupa ülkeleri – barajları yıkarak, su setlerini kaldırarak ve taşkın yataklarını yeniden oluşturarak, nehirleri doğal hallerine geri getirmek için çalışmaktadırlar. Nehirleri uzun bir süre boyunca, nakliye kanalları ve kanalizasyondan fazlası olarak görmeyen bir kıta için bu çarpıcı bir değişim.
Yazan: Fred Pearce
İngiltere’nin sanayi şehirlerinden, İsveç’in ormanlarına, İspanya’nın ovalarından, Karadeniz kıyılarına kadar, Avrupa nehirlerini doğal hallerine geri dönüştürüyor. Yeryüzündeki nüfus yoğunluğunun en yüksek olduğu kıta, nehir kıyılarına doğanın geri dönüşü için yer açmakta.
İyileştirme ve onarma faaliyetleri mükemmel seviyede değil. Nehirlerin taşkın yatakları üzerilerinde şehirler bulunuyorken tam anlamda restorasyon söz konusu olamaz ve ayrıca hidroelektrik barajlara hala ihtiyaç duyulmaktadır. Ama koruma biyoloğu Edward O. Wilson’ın 21. yüzyılın “Ekolojik restorasyon dönemi” olması hâyâli ile bağlantılı olarak Avrupa’nın akarsu yolları deneme sahalarına dönüşmektedir.
2000 yılı Avrupa Birliği Su Çerçeve Direktifi’nde yer alan 2015 yılına kadar tüm nehirlerin “iyi duruma” getirilmesi zorunluluğuna dair ifade ile birlikte, bu faaliyetler birer politik mecburiyet haline gelmiştir. Henüz net bir biçimde cümlelere dökülmese de, asıl fikir, nehirlerin endüstriyel atık su deşarj yeri ve kanalize edilmiş, betonla kaplanmış nakliye yolları olarak kullanılmaması gerektiğidir. Bu konuda değişim oldukça çarpıcı olmuştur. Avrupa’daki su mühendisleri yarım asırdır nehirlerdeki kirliliği temizlerken, şimdi nehirlerin doğal hallerine geri dönüştürülmesi için çalışmaktadırlar.
Örneğin, İngiltere, nehirlerinde 1500 km civarındaki alanın restorasyonu için söz vermiştir. Ulusal Nehir Restorasyon Envanteri’nde 2700 proje bulunan İngiltere, bunlardan 1500’ünü hâlihazırda tamamlamıştır. İspanya’nın en büyük nehirlerinden biri olan Duero Nehri’nde barajlar ve diğer insan yapımı engeller kaldırılmaktadır. 20 yıl önce Avrupa’nın heryerinden aktivistler, Fransa’nın en uzun nehri olan Loire üzerinde, Le Puy yakınlarında yapılacak olan Serre de la Fare barajının inşaasını engellemek amacıyla başarıyla mücadele etti; bugün mühendisler aynı nehir üzerinde yer alan Maisons-Rouges gibi barajları da yıkmaktadır. Danimarka’nın en büyük nehri Skjern, mendereslerin eski durumuna getirilmesi ve yapay nehir yataklarının – şimdi çimenle kaplı çayırlara dönüşmüş olan ekili alanlar üzerinde mevsimsel taşkınlara olanak sağlayacak şekilde alçaltılması ile – nehir ağzındaki bataklık arazilerinin bir kısmını yeniden kazanmıştır.
Nehirler, oldukça uzun bir süre boyunca mühendisler tarafından; navigasyon yolları ve su temin eden, atıkları gideren ve sel sularını okyanuslara taşıyan boru hatlarından fazlası olarak görülmedi. Doğa, zorluk yaratan ve ehlileştirilmesi gereken bir kavramdı. Ama Mississippi, Tuna ve Ren Nehirlerindeki sel mühendislerinin de öğrendiği gibi; doğa ile kavgaya tutuşursanız, genellikle kaybedersiniz.
1995 yılında Ren Nehri’nde gerçekleşen sel sırasında su setleri görevlerini yerine getiremedi ve nehrin ağzının bulunduğu yerde, Hollanda’nın büyük kısmı sular altında kaldı. Bu olaydan sonra Hollanda, nehirlerin karşısında durmanın işe yaramayacağına karar verdi; çünkü setler ne kadar yükseltilirse yükseltilsin nehirde akan sel suları en zayıf noktayı bulacak ve orayı delip geçecektir. Bunun yerine, nehir kenarlarına sel kontrolü için arazi açılmaya başlandı – bir diğer deyişle “nehire yer açmaya”.
Bu farkındalık büyüyen baraj karşıtı hareketler ile birleşerek, mühendislerin nehirler hakkındaki görüşlerinde büyük değişikliklere yol açtı.
Avrupa’nın en dramatik çevre savaşlarının bazıları su mühendisliği projelerine karşı olmuştur, bunların en önemlisi de Tuna Nehri üzerindeki projelerdir. 1980’lerde Sovyetlerden esinlenilen Gabcikovo-Nagymaros projesi – navigasyonun geliştirilmesi, taşkınların önlenmesi ve Çekoslovakya ile Macaristan için hidroelektrik üretimi amacı taşıyan bu proje – Soğuk Savaşın sonlandırılmasına yardımcı oldu. Budapeşte yakınlarında, Tuna üzerinde oldukça sevilen bir bölgeye inşaası planlanan Nagymaros barajına karşı Macaristan halkı tarafından gerçekleştirilen büyük protestolar; 1989’da komünist hükümetin alaşağı edilmesiyle sonuçlanan genel bir siyasi muhalefetin yükselişinin oluşumuna da katkıda bulundu.
Almanya’da Kara Orman’dan başlayıp, Karadeniz üzerindeki deltasına, batıdan doğuya doğru akmakta olan Tuna Nehri, 19 ülkeyi kapsayan su havzası ile dünyanın en uluslararası nehiridir. Tuna’nın taşkın yatağının yüzde 80’i yok edilmiştir ama bugün büyük bölümünün restorasyonu planlanmaktadır.
Örneğin, Slovakya, Çek Cumhuriyeti ve Avusturya birlikte, bir zamanlar NATO güçlerinin bir tarafta, Varşova Paktı güçlerinin ise diğer tarafta birbirlerini gözlediği yerde, Tuna’nın kanalize edilmiş bir kolu olan Morava Nehri’ne menderesleri yeniden yerleştirmektedirler. Avusturya ve Almanya, Alplerin eteklerinde Tuna’nın başka bir kolu olan Inn Nehri’nin taşkın yatağını, su setlerini kaldırarak restore etmektedir. Nehrin aşağı kısmında, Tuna Nehri deltasının en büyük iki adası olan Ermakov ve Tataru’da, bahar taşkınlarının oluşumuna imkân vermek, kuş hayatını geri getirmek ve serbest dolaştırılan büyükbaş hayvancılığı başlatmak amacıyla Ukrayna su setlerini kaldırmıştır.
Tuna’nın geçtiği bir diğer ülke olan Romanya’nın su kaynakları yöneticisi Gheorghe Constantin, “Yakın zamana kadar, mühendislerimizin kullandığı model düz nehirlere sahip olmaktı” diye belirtiyor ve ekliyor “2006 yılında Tuna üzerinde büyük seller olana dek su setleri inşa etmeyi sürdürdük. Setler yıkıldı. Böylece, nehir için daha fazla alan bırakmaya karar verdik. Bu, Hollanda’dan aldığımız yeni bir modeldi.”
Peki, pratikte nehir restorasyonu ile kastedilen nedir?
Bazı kentsel alanlarda, bu sadece bir kanalizasyon borusunun veya beton menfezin içinde unutulmuş bir akarsuyu açığa çıkarmak olabilir. Kuzeybatı İngiltere’de, bir devlet birimi olan Çevre Ajansı, her ikisi de bir zamanlar dünyanın ilk büyük sanayi kenti olan Manchester üzerinden akan Irwell ve Medlock nehirlerini ortaya çıkarmaktadır.
İlerlemeler Londra’da daha yavaştır. Metro ile Sloane Square istasyonuna giderseniz, platformun üzerinde asılı yeşil metal bir boru içerisinde Thames Nehri’ne doğru akmakta olan Westbourne Nehri’nden geriye kalanları görürsünüz. Westbourne, Fleet ve Tyburn Nehirleri de dahil olmak üzere Londra’da 20 tane kayıp akarsu bulunmaktadır. Belçika’da Brüksel üzerinden akmakta olan Zenne Nehri yüzyıllar boyunca kapalı bir kanalizasyon olmuştur.
Kirlilikleriyle herkes tarafından bilinen nehirleri temizleme çalışmaları bir sorun olmaya devam etmektedir. İngiltere Çevre Ajansı’nda, yirmi yıldır Thames Nehri’nden sorumlu olan Alastair Driver, “Thames’te çok miktarda büyük sorunlar yaşayıp, bunların üstesinden geldik” diyor. Yeni atıksu arıtma çalışmaları sayesinde Thames’in gel-git sularına somon ve diğer balıklar geri döndü; ancak büyüyen kent nüfusu ve yavaş yatırımlar, son zamanlarda işleri tersine çevirdi. Driver, “Nehirin yeniden kirlenmeye başladığını” söylüyor; “Yılda hâlâ yaklaşık 40 milyon ton arıtılmamış kanalizasyon suyu nehire gidiyor. Yılda birkaç gün bu felaket bir hâl almakta. Bu zamanlarda, nehrin Londra Köprüsü’nden 10 kilometre yukarısında kanalizasyon suyunu görebilirsiniz.”
Kirliliği temizledikten sonra nehirleri doğal akışlarına geri getirmek, restorasyon amaçlı yapılacak işler listesinin sonraki basamağıdır. Avrupa’nın nehirlerden su talebi, kaynakları kurutacak kadar büyük olmasa da nehirlerin doğal hidrolojilerindeki bozulma oldukça fazladır. Barajlar, su bentleri ve diğer bariyerler çoğaldıkça, balık göçleri engellenmekte ve nehir akışları değişmektedir. Avrupa Çevre Ajansı yöneticisi Hans Bruyninckx, Avrupa’daki nehirler üzerinde yarım milyon insan yapımı bariyer saydıklarını söylüyor. “Bu her iki kilometrede bir bariyer anlamına geliyor.”
Nehirlerin restorasyonu aynı zamanda eski suyollarının ve mendereslerin yeniden yaratılmasını, kıyıların yeniden bitkilendirilmesini ve nehirlerin taşkın yatakları ile yeniden bir araya getirilmesini gerektirmektedir. Bu konuda yapılması gerekenler oldukça fazla. Kuzey İsveç, nüfusun olmadığı ve insanlar tarafından büyük ölçüde dokunulmamış bir bölge olarak görülebilir. Ama aslında, 1850’ler ve 1970’ler arasında, ormancılar tarafından, kütüklerin nehir aşağısındaki limanlara su üzerinde yüzerek taşınabilmesi amacıyla çok sayıda nehir etrafındaki bitki örtüsü kesilip temizlenmiştir.
Günümüzde İsveçli bu nehirler restore edilmektedir. Burada kullanılan ana teknik ağaçları nehire yığmak şeklinde belirtilebilir. Umeå Üniversitesi’nde ekolog olan Johanna Gardeström, “Büyük yapılara ihtiyacımız var – bunlar suyu yavaşlatıp, organik maddeleri tutmak için çok önemli” diyor ve ekliyor “Ağaçlar aynı zamanda sucul böcekler için besin kaynağıdır, böylece dolaylı olarak balıklar için de besin maddesi sayılırlar.”
Yeniden ağaçlandırma yapmanın faydalarından birisi de nehirleri serin tutmaktır. İngiltere Çevre Ajansı’ndan Rachel Lenane bunun önemini şöyle belirtiyor: “Eğer su sıcaklıkları yedi günden fazla 22 [santigrat] derecenin üzerinde seyrederse, somon balıkları ve alabalıklar ölür.”; “Şimdi iklim değişikliği ile birlikte, Güney İngiltere’de bu olumsuz koşulları gözlemliyoruz. Ancak, ağaçlar su sıcaklığını iki derece düşürebilir, eğer suyu tamamen örtüyorlarsa bu beş dereceye kadar çıkabilir.”
Yukarı Tuna’nın serbest akan son uzantılarından biri olan ve Viyana ile Slovakya’nın başkenti Bratislava arasından geçen nehrin yönetimini yeni bir Avusturyalı milli park üstlenmiştir; buradaki görevliler yok olmuş yan kanallarının yanısıra nehirsel ormanları da restore etmektedirler. Donau-Auen parkı yetkililerinden Carl Manzano, Tuna’nın etrafına örülen setlerin kaldırılmasını istediklerini belirtiyor; “Beton ve kaya parçalarını kaldırıyoruz ki nehir kendi doğal yatağını yaratabilsin. 50.000 m3 kadar taş yapı kaldırıldı. Yalıçapkınları, yaban arıları ve halkalı küçük cılıbıt gibi kuşlar da geri dönüyor”.
Ancak tam kapsamlı bir restorasyonun çok daha fazlasını gerektireceğini de belirtiyor. Doğal koşullarda, nehir burada pek çok yan kol aracılığıyla bağlantılı bir nehir olabilirdi, ama bunun asla gerçekleşmeyebileceğini “kabul etmek durumundayız” diyor Manzano. Aynı zamanda, nehirin yukarısındaki hidroelektrik barajlar, 1980’lerden itibaren su seviyesini ortalama yarım metre düşürdü.
Avrupa’nın heryerinde nehirleri restore eden kişiler, elde edilebilecekler konusunda uygulamaya yönelik sınırlar ile karşı karşıya kalıyor. Bergen, Norveç’teki Uni Araştırma Merkezi’nden Ulrich Pulg’un tahminlerine göre; Almanya’nın nehirlerinin yüzde 50’sinin, Norveç’in yüzde 30’unun ve Belçika’nın yüzde 70’inin ekosistem süreçleri asla restore edilemeyecektir. Bunun için tüm şehirler taşınmak zorunda kalabilir. Bu yüzden, asıl zorluk genellikle insanların ihtiyaçlarını karşılayabilen nehirlerin yeniden yaratılmasıdır.
Ancak, nehir restorasyonu faaliyetlerini yürüten kişiler, bazı alanlarda çalışmalarının karşılığını elde ederken diğer alanlarda kayıplara uğramaktadır. Tedbirsizce hazırlanan mühendislik projeleri olduğu gibi devam etmektedir. Restore çalışmaları yapan kişilerin uğraşlarını boşa çıkaran ve onları hayâl kırıklığına uğratan ise bu mühendislik projelerinin bazılarının çevre adına yapılıyor oluşudur.
Örneğin, iklim değişikliği ile mücadele etmek için, hidroelektrik enerji üretimi Avrupa’da geri dönüş yapıyor. Bu yöntem, düşük karbonlu enerji üretimi için bazıları tarafından çözüm olarak görülmekte. İsveç şimdiden elektrik ihtiyacının yüzde 40’ını, Avusturya yüzde 60’ını ve Norveç yüzde 90’ından fazlasını bu yoldan karşılıyor.
Şimdiki son çılgınlık, barajları olmayan küçük ölçekli hidroelektrik santralleri için – bunlardan yüzlercesi için. Politik kararlar alan kimseler arasındaki varsayım, büyük barajların dahil olmadığı bu “serbest akış” düzeninin hiçbir ekolojik etkisinin olmadığı yönündedir. Ancak, Berlin’deki Leibniz Tatlısu Ekolojisi Enstitüsü’nden Klement Tockner, suyun türbinler vasıtası ile yönlendirildiği gerçeğine dayanarak, bu sistemlerin nehir akışları üzerindeki kümülatif etkilerinin önemli boyutlara ulaştığı konusunda uyarıda bulunuyor ve şikayetini dile getiriyor: “Çok sayıda küçük hidroelektrik santralin serbest akmakta olan nehirleri etkilediğini ve fazla enerji üretmediğini görüyoruz.”
Hepsinden daha endişe verici olan ise, bazı ülkelerdeki mühendislerin, sellere karşı olan savunmayı artırma ve yaklaşan iklim değişikliklerine karşı korunma sağlama amacıyla daha fazla beton dökme ve daha fazla ağaç kesimi önerilerinde bulunmaya devam etmesi.
Buna benzer bir durum günümüzde Polonya’da yaşanmaktadır. Bir doğa koruma grubu olan WWF, yakın zamanda Avrupa fonlarının ve eski Stalin dönemi tarzı mühendislik alışkanlıklarının etkili karışımının nasıl bir çevresel felâket yarattığını ortaya çıkartmıştır. Son beş yıl içerisinde, tüm Polonya genelinde yaklaşık 16.000 kilometre uzunluğunda küçük kırsal nehir mühendisler tarafından “ıslah edildi”. Genellikle AB kalkınma paraları kullanılarak selden korunma adı altında nehirler düzleştirilmiş, yapay setler ile donatılmış, bitki örtüsü temizlenmiş ve nehir yataklarının yönleri değiştirilmiştir. Bu “rehabilitasyon” çalışmaları, ülkenin nehirlerinin üçte birinde yürütüldü.
WWF’den Przemysław Nawrocki, geçmişteki mühendislik uygulamalarının tekrarlanmasının sonuçlarının genellikle facia niteliğinde olduğunu ve nadiren selden korunma konusunda fayda gösterdiklerini belirtiyor. Ayrıca, kendisi “Polonya yakında nehir restorasyonu için mükemmel bir yer olacak… Çünkü nehirlerinin çoğu tahrip edilmiş olacak” sloganıyla bir poster de yayınladı.
Nehir restorasyonu ile ilgili sorun da bu zaten. Bu elbette ki çok değerli bir iş, ama önce nehirlerinizi tahrip etmeniz gerekiyor.
Kaynak: Yale Environment 360
Çeviri: Ezgi Ercan
1988 yılında İzmir’de doğdu. İstanbul Üniverstesi Çevre Mühendisliği Bölümü’nden mezun olduktan sonra İsveç’te Lund Üniversitesi’nde Çevre Bilimleri ve Sürdürülebilirlik üzerine Swedish Institute (SI)’den burs alarak yüksek lisans yaptı. Lisans tezini Türkiye’deki alternatif enerji kaynakları ve küresel ısınma hakkında yazdı. Yüksek lisans tezi için Güney Afrika’daki ilkokullarda çevre eğitimi ve aktif öğrenme teknikleri üzerine yerel kuruluşlar ile birlikte çalışmalar yürüttü. Şimdiye kadar kendi çalışmaları, farklı üniversiteler ve çevre kuruluşları için teknik çeviriler yapan Ezgi, su ve çevre kalitesi konusunda da laboratuar ve çalışma deneyimine sahip ve Stockholm’de yaşıyor.
Email: [email protected]