İsrail’in Filistinlilerin de kullandığı su varlıkları üzerindeki kontrolü yeniden basın kuruluşlarının gündemine girdi. Bunun nedeni yaklaşık bir aydır Mekorot isimli su şirketinin Filistinlilere sağladığı suda kesintilere gitmesi olmuştu.
İsrail’in su varlıkları üzerindeki üstünlüğü askeri gücünün yanısıra çeşitli antlaşmalara da dayanıyor. 1967 yılında işgal ettiği Batı Şeria’da tüm yeraltı ve dağ akiferlerini kontrol eden İsrail aynı zamanda Ürdün Nehri’nin sularının Filistinlilerden tarafından kullanılmasını da engelliyordu. 1995 yılında yapılan Oslo Geçici Sözleşmesi ile su paylaşımı üzerine adaletsiz bir anlaşma imzalandı. Batı Şeria ve İsrail’in altında yeralan akiferlerdeki suyun %71’i İsrail’in %17’si ise Filistinlerin kullanımına verildi. Anlaşma aslında sadece 5 yıllığına yapılmış olmasına rağmen geçerliliğini hala koruyor. Batı Şeria’nın nüfusu 1995 yılından bu yana 2 kat arttı ancak ulaşabildiği su miktarı anlaşmada adaletsizce belirlenen oran bile değil, sadece %13. Filistinlilerin suya ulaşımda yaşadığı sorunların temelinde İsrail’in uyguladığı ambargo geliyor. İsrail güvenlik gerekçesi ile Filistin’e giren maddelere çeşitli yasaklar veya sınırlamalar koyuyor. Bu maddeler arasında inşaat malzemeleri de yer alıyor. Bu nedenle su altyapı sistemini geliştirmek veya tamir etmek oldukça güçleşiyor.
Osla Geçici Sözleşmesi ile yürürlüğe giren bir uygulama da Ortak Su Komitesi olmuştu. Bu Komite Batı Şeria’da su ve kanalizasyon hizmetlerinin ortaklaşa kararlaştırılması ve yürütülmesini hedefliyordu. Ancak komite şuana kadar Filistinlilerin önerdiği veya talep ettiği projelerin sadece %56’sını onayladı, üstelik onaylanan projelerin de ancak 1/3’ü uygulanabildi. Oysa İsrail’in projelerinin tamamı onaylanıyor. Ortak Su Komitesi sözleşmeye göre onay verse bile projelerin ayrıca İsrail Sivil Yönetimi’nden de onay alması gerekiyor. BM yetkililerin raporuna göre bu kurum 2010-2014 arasında Filistinlilerin C bölgesi projelerinin %98,5’ini reddetti. 2016 yılının başından beri 50 kadar su ve hıfzıssıhha yapısını ise izinsiz yapıldığı iddiası ile yıktı.
İsrail temel bir insan hakkı olan su hakkına Filistinlilerin ulaşmasını engelleyerek insanlık suçu işliyor ve suyu bir araç olarak kullanıyor. Susuz kalan yerleşimlerden insanlar göç etmek zorunda kalıyor ve Filistinlilerden boşalan yerlere İsrail vatandaşları yerleştiriliyor. Aşırı sıcakların başladığı yaz döneminde suya ulan ihtiyaç artıp su varlıklarında azalma olduğu dönemlerde uygulanan bu politikalar bölgedeki çatışma ihtimalini de yükseltiyor.
Su sıkıntısı hem etnik ve dini gerilimi hem de sınıfsal gerilimi tırmandırıyor. Filistinlilerin en yoksul kesimi tankerlerle gelen pahalı suyu alabilmek için günlük ücretlerinin 5’te birini ayırırken bununla günlük ihtiyaçlarını karşılayacak kadar bile su alamıyorlar. Bir yanda günde ancak 20 litre suya erişebilenler varken hemen yandaki İsrail yerleşmelerinde 400 litreye kadar çıkan su kullanımı görülebiliyor. Bir yanda temizliği karşılayacak kadar suya ulaşmak mümkün değilken öbür yanda havuzlar doldurulabiliyor.
Su devletlerin egemenlik sağlamak için kullanabileceği bir araç değildir. Her devletin su hakkını bir insan hakkı olarak tanıması gerekiyor. Ne İsrail’in su varlıklarını domine ederek Filistinliler üstünde egemenlik kurmaya ne de Türkiye’nin büyük barajlar veya güvenlik barajları kullanarak komşu ülkeler üzerinde egemenlik kurmaya hakkı var. İsrail’in güvenlik bahanesi ile Filistinli yerleşimlerde suyu kesme hakkı olmadığı gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de aynı güvenlik bahanesi ile mahallelerin suyunu kesmeye hakkı yok. Su devletlerin çıkarı için kullanabilecekleri bir militarizm aracı değildir.
Thirsting for Justice oluşumu geçtiğimiz aylarda Filistinlilerin su hakkı için online bir imza kampanyası başlatmıştı. Su Hakkı Kampanyası olarak bu imza kampanyasını Türkçe’ye çevirerek sizlerle paylaşmıştık. Devam etmekte olan kampanyaya imza vermek için buraya tıklayabilirsiniz.
Kaynak: El Cezire