Son yıllarda çeşitli ülkelerde nehirlerin de akma hakkı olduğuna yönelik mahkeme kararları alınmaya başlandı. Su hakkı mücadelelerinin özellikle su etrafında kendine özgü kültürel bir yaşamları da olan yerli halklar tarafından verildiği bölgelerde bu hak öne çıkıyor. Nehirlerin akma hakkı insanı değil doğayı merkeze alan bir düzenleme. Nehirlerin taşıdığı sular hem o bölgenin ekolojik dengesini sağlıyor hem de doğrudan su kullanımı dışında da yerli halkların yaşam biçimini oluşturuyor.
Nehirlerin akma hakkı ilk olarak Andçı Anayasacılık olarak adlandırılan Latin Amerika ülkelerinde ortaya çıktı. Bu yeni dalga, daha önce Su Hakkı sayfalarında paylaşıldığı üzere, Bolivya’da yaşanan kimlik ve emek mücadeleleri ve 2000’li yıllara gelindiğinde ivme kazanan ekoloji mücadeleleri neticesinde ortaya çıkmıştı. Latin Amerika’daki yerli mücadeleler, devleti bütünüyle dönüştürerek Bolivya ve Ekvador Anayasalarını dönüştürmüştü. Bu Anayasalar, “vivir bien” (iyi yaşam) hakkını güvence altına almış ve doğaya özerk bir konum kazandırmıştı.
Ekvador’da bu anayasal düzenlemeye dayanarak Vicabamba Nehri’nin haklarının korunması için dava açılmış ve kazanılmıştı. Bu yılın Mart ayında ise bir diğer benzer kazanım haberi Yeni Zelanda’dan gelmişti. Yeni Zelanda’da yerli halk Maoriler tarafından kutsal sayılan Whanganui Nehri ‘canlı varlık’ olarak tanınarak hukuki statü verildi.
Son olarak da Hindistan’ın Büyük Ganj ve Yamuna nehirleri mahkeme kararı ile “canlı varlık” olarak kabul edilip hukuki statü kazandı. Özellikle kutsal kabul edilen Ganj Nehri için verilen bu karar Hindu inancına sahip olanlar için büyük bir öneme sahip. Benzer bir şekilde ABD’nin Kuzey Dakota eyaletinde direnen yerli halklar da petrol boru hattı projesinin kutsal kabul ettikleri nehirleri kirleteceğini söyleyerek direniyorlar. Tüm bu kazanımlar birçok ülkede şirketlere ve devletlere karşı mücadele edenler önemli birer örnek oluşturuyor.