CHP Ankara Milletvekili Murat Emir, 4 Ağustos’ta TBMM’de verdiği soru önergesinde Ankara’ya şehir şebekesine Kızılırmak’tan su verildiğine yönelik iddiaları sormuştu. Bugün Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek iddialara twitter üzerinden yanıt verdi. Gökçek, bizi hiç şaşırtmayan bir üslupla şunları yazdı:
“Evet Ankara’da barajlar alarm verdiği için biz aylardır Kızılırmak’tan su veriyoruz. Elbette Kızılırmak suyu diğer barajlarımızdan gelen su kadar lezzetli değil. Ama ‘susuzluk mu yoksa lezzeti olmasa da su mu’ derseniz, senin kafana yatmasa da biz su deriz. Sen bu işleri anlayamazsın, git bildiğin başka işlerle uğraş Ali Haydar. Su işi bizim işimiz. Kaldı ki her ağustos ayı ishal vakaları çoğaldığı için, kendi büyük zeka seviyeleri 10 yaş altı kişilerin dedikodusunu önlemek için, Kızılırmak’tan ağustos ayında mümkünse su vermeyelim diye talimat verdim. Kaldı ki Sağlık Bakanlığı yetkilileri 2017 yılındaki ishal vakalarında geçmiş yıllara nazaran artış olmadığını açıkladı.”
Gökçek’in bu açıklamaları su meselesine hükümetin nasıl baktığını özetler nitelikte. Su meselesini bir insan hakkı olarak ele almadığı gibi ekolojik kaygılar da gütmeyen yerel ve ulusal yönetimler su sorununu sadece musluktan su akıtmakla çözebileceklerini zannediyorlar. Oysa Gökçek’in de itiraf ettiği üzere daha önce su meselesini sone erdireceği iddia edilen barajlar su meselesini çözmüyor. Küresel ısınma nedeniyle artan kuraklık barajlardaki su seviyelerini azaltıyor ve her yıl bu durum daha da kötüleşecek. İstanbul’da Sakarya ve Melen, Ankara’da ise Kızılırmak’tan su getirerek barajları ikame etmeye çalışan anlayış için de bu durum geçerli. Ayrıca Sakarya nehri de Kızılırmak nehri de sanayi atıkları nedeniyle son derece kirli olan nehirler ve bu suların şebekeye verilmeleri salgın hastalıkları beraberinde getiriyor. Ankara’da son haftalarda artan ishal vakalarının nedeni olarak Kızılırmak’tan su verilmesi gösteriliyor.
Gökçek son derece kibirli bir şekilde musluktan su akıtmakla övünürken bu suyun kalitesini önemsemiyor. Şebeke suyuna güvenmeyen vatandaşlar musluk suyuna kıyasla onlarca kat pahalı olan ambalajlı sulara yöneliyor. Bu durumdan şirketler büyük kârlar elde ederken özellikle dar gelirli gruplar ciddi bir su adaletsizliği ile ve dolayısıyla insan hakkı ihlali ile karşı karşıya kalıyorlar.
Nehirlerden su taşımak ekolojiyi ve nehir çevresinde yaşayan yerleşim bölgelerinin sosyo-ekonomik yapısını da olumsuz etkiliyor. Doğaya akması gereken, tarlaları sulaması gereken, hayvanların içmesi gereken sular gasp edilerek şehre taşınıyor. Küresel ısınmanın yanı sıra devlet de kendi eliyle kuraklaşmaya neden oluyor.
Dolayısıyla su meselesini çözdüğünü zanneden Gökçek aslında su meselesini sadece çok daha geniş bir coğrafyaya yayıyor ve krizi derinleştiriyor.