Su Müştereği programında bu hafta İstanbul’da kent müşterekleri mücadelelerini konuştuk. Yakında çıkacak bir müşterekler siyaseti kitabı için “İstanbul’da Kentsel Muhalefet ve Müşterekler Politikası” başlıklı bir makale kaleme alan Fırat Genç konuğumuz oldu.
Fırat Genç’i konuk aldığımız programda İstanbul’da 2000’li yıllarda ortaya çıkan kentsel muhalefeti müşterekler siyaseti çerçevesinde ele aldık. Müştereklerimiz platformu aktivisti olan Genç, makalesinde müşterekleri bir ilişki biçimi olarak ele alıyor. Müşterekleri sermaye süreçlerinden muaf bir toplumsal ilişki biçimi olarak düşünmek gerektiğini söyleyen Genç “Bu anlamda kentsel müşterekler de araziler ya da yapılardan ziyade, aslen bu mekânlarda kurulan, ama aynı zamanda bu mekânları da var eden, ilişki biçimlerine ve ağlara denk gelir.” Diyor. Makalesinde kronolojik olarak kent müştereği mücadelelerinin üç evresinden söz ediyor. Biz de programda bu üç evre üzerinden giderek her birinde diğer alanların yanı sıra su meselesine odaklanarak sohbet ettik.
Genç’in haritalamasındaki ilk mücadele evresi, gecekondu ve mahalle direnişleri oldu. 1990’lardan itibaren kentsel dönüşüm ve kentsel rantın en büyük mağduru olageldi kent yoksulları. 1990’lar hemen her alanda olduğu gibi kent yoksullarının suya erişiminin de son derce sınırlı olduğu yıllardı. Altyapı eksiklikleri sonucu su kesintileri, suların son derece kirli olması, ambalajlı su şirketlerinin ortaya çıkması su sorununu kent yaşamının en önemli parçalarından biri haline getirmişti. Belediye hizmetlerinin tamamen klientalist bir şekilde verildiği bu dönemde kentsel muhalefetin ana halkası gecekondu direnişleri veya gecekondu olmasa da kent yoksullarının biriktiği Tarlabaşı,Sulukule, Süleymaniye gibi mahallerde yaşanan mücadeleler oldu.
İkinci olarak, kentsel mekanların gaspına karşı yükselen mücadeleler tanık oldu İstanbul. Genç burada Galataport, Haliçport ve Bostancı sahiline turnike yapılması girişimlerine karşı ortaya çıkan mücadeleleri örnek veriyor. Bu mücadeleler kentlinin denize erişim hakkından yoksun bırakıldığı bir çitleme politikasına karşı itirazı dile getiriyorlar.
Son olarak da Gezi Direnişi ile hareket alanını çok daha genişleten bir kentsel müşterekler siyaseti ile karşı karşıyayız. Gezi Direnişi basitçe bir AVM karşıtlığı değil çok daha geniş bir alanda örneğin İstanbul’un su havzası olan kuzey ormanlarının savunulmasından, Marmara ve Karadeniz’in birleştirilmesini planlayan ve bunun ekolojik sonuçlarını umursamayan İstanbul Kanal Projesi gibi projelere karşı bir mücadeleyi de tetiklediğini konuştuk.