Öncelikle suyun sanayide, tarımda ve insani ihtiyaçlarda ne kadar kullanıldığına bakmalıyız. Ayrıca sanayi sadece suyu tüketmekle kalınmıyor, aynı zamanda su kirletiliyor. O zaman dönük bu alanda da ciddi tedbirler almak gerekli. İnsanların tükettiği, yani içme, temizlik amaçlı tükettiği su miktarı aslında kullanılan suyun çok ufak bir kesimini oluşturuyor. Ağırlıklı olarak suyu tarım alanında kullanıyoruz, dünya genelinde yüzde 70 civarında, ve sanayide kullanıyoruz. İçme suyu için kullandığımız miktar ise çok az bir miktar.
Dünya aslında bir su küresi, böyle su küresinin içerisinde yaşıyoruz. Ama bu suyun yüzde 97,5’u okyanuslarda ve denizlerde. Bizim ihtiyacımızı karşılayabilecek su ise yüzde 2,5 oranında. Bunun ulaşılabilirliği açısından baktığımızda ise bu miktar çok daha azalıyor. O zaman tatlı su varlıklarına çok ciddi bir biçimde yaklaşmamız gerekiyor.
Yürütülen su politikasına dair İstanbul gibi mega bir kentten örnek verelim. İstanbul’un özellikle kuzeyinde bulunan su varlıkları radikal bir biçimde üçüncü köprü, üçüncü havalimanı, Kanalistanbul gibi projelerin yapımı için yok ediliyor. Biz bireysel tasarruf yaparken, bir yandan çok büyük miktarlarda su bilinçli olarak hükümetlerin yürüttüğü projeler doğrultusunda yok ediliyor. O nedenle su sorununu iyi koyuyor olmak lazım. Daha çok büyük projelerin, enerjinin, sanayinin, mega projelerin, su varlıkları üzerinde hem kirletme hem de tüketme açısından çok ciddi bir etkisi var. O zaman dönüp buralara bakıyor olmak lazım.
Burayı analiz ettiğimizde hiç parlak şeyler görmüyoruz. Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada böyle. Birleşmiş Milletler Dünya Su Günü nedeniyle sivil toplum kuruluşlarının raporları açıklamaya başlıyor. Var olan su varlıklarının durumuna ilişkin, suya erişemeyen insan sayısındaki artışa ilişkin bu raporlara baktığımızda hiç birinin bize olumlu bir gelecek vaat etmediğini görüyoruz. Zaten bir su krizi içerisindeyiz. Bu krizin, çok uzak tarihlerde de değil, 2030, 2040, 2050, 2100 gibi tarihlerde kademeli olarak çok daha boyutlanacağına ilişkin veriler var. Çoğunlukla iklim değişikliği ile su iç içe geçen mevzular. 1995 yılında 25 milyon insan iklim mültecisi oldu. 2000 yılında bu sayı 42 milyona çıktı. 2050’de 150 milyona ulaşacağı söyleniyor. Bu 150 milyon insan çevresel faktörlerden dolayı yaşam alanlarını terk etmek zorunda kalacak. Sebepler içerisinde çölleşme var, erozyon var, su baskınları var, susuzluk, kuraklık var. Ayrıca su varlıklarının kirliliğine ilişkin çok ciddi veriler açıklanıyor. Sulak alanların kaybına ilişkin ciddi veriler açıklanıyor. Yüzde 60’a yakın su varlığının yok edildiğine ilişkin veriler var. Su krizini derinleştiren iklim değişikliği gerçekliği önümüzde duruyor.