Hasankeyf

Kaynak: Taraf, 17 Ağustos 2010

Murat Belge

Hasankeyf’te son durumda ne oluyor, bilmiyorum. Dünyada pek bir eşi olmayan bu yeri ne yapacağız? Bırakacak mıyız, suların altında, “sualtı turizmi”ne mi terk edeceğiz? Öyle olmayacaksa, onu örterek barajın yapılmasından beklediklerimiz ne olacak?

Türkiye’de bizler, bugünlerde, en çok Hasankeyf dolayısıyla bu soruyu soracağız, en azından bir süre daha. Ama ne burada, ne de dünyada, sorunun çevresinde dönendiği tek nesne Hasankeyf değil. Bu çağımızın genel bir sorunu ve Hasankeyf yüzlercesi arasında bir tane örnek.

“Çağın sorunu” çünkü Sanayi Devrimi’nden bu yana teknolojimizin gücünü dünyanın gidişini etkileyebilecek derecelerde büyüttük. Buna ek olarak da yeryüzünü ve nimetlerini paylaşmak üzere yaşayan insan nüfusunu daha önceleri pek hayal edilemeyecek yerlere getirdik. Bunun devamı da gelecek tabii. Şimdi hava kirliliği, motorlu trafiğin bu kirlilikteki payı gibi konulardan söz ediyoruz da, Çin’de insan başına otomobil oranı ABD’deki gibi olunca ne yapacağız? Buna benzer sorular, sorular…

Bundan iki yüzyıl önce ne Hasankeyf’i su altında bırakacak çapta bir baraj yapmayı planlayabilirdik, ne de öyle bir barajın varlığına ihtiyaç duyardık. Ama şimdi bunların hepsi “vaka-i adiye.”

Böyle durumlarda verilecek kararı biçimlendirmekte en fazla imkân siyasetçilerin elinde kalıyor. Özellikle de sanat-kültür-estetik v.b konularda fazla bir duyarlılık göstermeyen toplumlarda o kesimin etkileme alanı büsbütün artıyor. Türkiye de bu dediğim tipte ülkelerden biri hâlâ, ne yazık ki!

Siyasetçi hayata birtakım istatistiklerden bakan biridir, genellikle. Onun için önemli olan, nicelikleridir. “Kaç kişi oy verecek?” En büyük kalabalığı en kısa yoldan hoşnut etmenin yolu nedir?

Barajın kazandıracağı sulama imkânları, yaratacağı tarımsal potansiyel, iş alanı, ayrıca elektrik v.b… Elbette ki siyaset adamı önce bunları düşünecek. Ama yalnız siyaset adamı değil, iktisatçı da, işadamı da, daha bir sürü kişi de bunları düşünecek. Ve tabii, açılacak o imkânları bizzat ve bilfiil kullanacak ve bunlardan çok somut bir biçimde yararlanacak insanlar bunları düşünecek.

Bunun da hafife alınır bir hali yok. Zaten onun için iş ciddi. “Ne olacak canım” diye geçiştirecek bir durum, sorunun iki tarafında da, görünmüyor. Hasankeyf’ten ve onun yığınla benzerinden vazgeçivermek de hiç kolay değil.

Geçenlerde Yenikapı’daki arkeolojik kazı alanına yeniden gittim. Burası bana “mucize” gibi görünüyor, çünkü kendi memleketinin tarihinde arkeolojik eser çıktı diye ekonomik yatırıma sekte vurulmasının örneğini görmemiştim. İlk gidişimde yanılmıyorsam, sekiz tekne bulunmuştu liman kazısında; bu gidişimde sayı otuz sekize çıkmıştı. Tabaka tabaka kazılıyor, insan ve hayvan kemiği de çıkıyor, testi ve başka eşya parçaları muazzam miktarda. İstanbul’un tarihi bizim sandığımızdan birkaç bin yıl gerilere gitti.

Ama o metro işi tamamlandığında buralardan geçen yolcuların kaçı düşünecek, İstanbul tarihinin hangi İ.Ö binyılda başladığını? Onu mu düşünecekler, yoksa varmak istedikleri durağa kaç dakika kaldığını mı?

Binyılları düşünmeseler de, insanlar, kendilerini zorlamadan, rahatsız etmeden korunan, restore edilen tarihten mutlu oluyorlar. Belirli koşullarda onunla karşılaşınca. Şu anda Hasankeyf’i bilmeyen ya da akıbetiyle ilgilenmeyen sıradan yurttaş bir gün yolu oralara düşecek olursa “Ne güzelmiş” diyor, kendince tadını çıkarıyor, bu olağandışı yerle bire bir temasa geçiyor. Bu da hayatın bir parçası.

Onun için de, Yalnız Türkiye’de değil, bütün dünyada bu uçları uzlaştırmanın yolları üstüne kafa yormalı, çözümler üretmeliyiz. Elbette insanları rahat yaşatmak çok önemli ve bunu hepimiz istiyoruz. Ama Hasankeyf’leri ve daha nicelerini gözden çıkarmadan, feda etmeden bunu yapmanın yollarını bulmalıyız.