Uluslararası Su Hakkı Sempozyumu Sonuç Deklarasyonu

Bizler, dünyanın farklı bölgelerinde su hakkı için mücadele eden insanlar olarak Diyarbakır’da Su Hakkı’nı savunmak için toplandık. Her insanın yeterli miktarda ve iyi kalitede suya erişimi hakkını savunuyoruz. Aynı şekilde yaşamımızın dayanağı olan doğanın da su hakkını savunuyoruz. Suya erişimin bir yaşam hakkı olduğuna inanıyoruz.

Yaşamın vazgeçilmezi olan su, herkese ve kamuya aittir. Su ve su döngüsü gezegenimizdeki canlı yaşamı için vücudumuzdaki kan gibi önemlidir. Bu yüzden suyu kaybedersek ölürüz. Bizler suyun hayatımız açısından önemini Anadolu ve Mezopotamya topraklarında yaşayanlar olarak iyi bilmekteyiz. Binyıllar önce suyun olduğu noktalara yerleşim yerleri kuruldu ve suya dayalı kültürler geliştirildi. Bizler suyun çoğulcu anlamlarını doğru kavrıyor ve tüm evrene ruh verdiğini biliyoruz. Bu nedenle suya meta veya mal olarak bakılmasını bu ruhun kaybedilmesiyle eşdeğer görmekte ve suyun metalaştırılmasını reddetmekteyiz. Hâkim olan su yönetimi politikaları; baraj ve HES’lerin yapılması, su kaynaklarının özel şirketlere kiralanması, nehir sularının kanallarla başka bölgelere taşınması, yönlerinin değiştirilmesi, tekelleşen çokuluslu su şirketlerinin kâr etmesine dayalı tüm uygulamalar suyumuzu yok ederek, ticarileştirerek, aslında içinde bulunduğumuz doğayla birlikte bizleri de yok etmektedir.

Bu nedenle bizler;

–          Su kaynaklarının ekolojik, demokratik, toplum tarafından denetlenebilir, katılımcı, sosyal adalete uygun ve ekonomik açıdan rasyonel şekilde yeniden organize edilmesi talep ediyoruz.

–          Yerel yönetimleri su hizmetlerinde özelleştirmenin karşısına çıkmaya ve alternatif modeller uygulamaya çağırıyoruz. Ülkemizde bazı kentler yıllardır başarılı şekilde alternatif yaklaşım göstererek bunun mümkün olduğunu göstermektir. Yine yerel yönetimler kendi gücüne güvenerek su alanında diğer kamu kuruluşlarıyla ortak faaliyetler geliştirmelidir. Bununla beraber yerel idareler toplumu düzenli ve kapsamlı şekilde bilgilendirmeli ve su hizmetleri konusunda alınan kararlara halkı dâhil etmelidir. Toplumsal eğitime su konusu dâhil edilmeli ve bu yerel yönetimlerin, su idarelerinin görevi olmalıdır. Bu çerçevede su konusunda yetkilerin yerele devredilmesini talep etmekteyiz. Ancak yerelleşme ile su kaynakların yönetiminin demokratik ve ekolojik olması mümkündür. Kararların havza bazında yerel yönetimlerin, mesleki kuruluşların, sendikaların, su hareketlerinin ve diğer sivil toplum kuruluşlarının ortaklığıyla alınması gerekmektedir.

–          Su idareleri her canlıya ait olan suyu insanlara en temiz ve yeterli şekilde ulaştırmakla sorumludur. Bu nedenle su idarelerinin özel şirketlere tamamen veya kısmen satılması veya ticarileşmesi mümkün olmamalıdır. Sudan kâr etme anlayışı ve bu doğrultuda atılması planlanan tüm uygulamalardan vazgeçilmeli ve insanların temel gereksinmelerini karşılayacak miktarda suyun ücretsiz sunulması yasal düzenlemelerle garanti altına alınmalıdır.

–          Barajlar kırsal alanda suya erişim açısından büyük bir risktir. Akarsuların o bölgelerinde yaşayan toplulukların suya erişimini ciddi şekilde sınırlandırmaktadır. Özelleştirmenin başka çeşidi olan barajlar, suyun fiziki varlığını önemli ölçüde değiştirerek su döngüsünü tehlike içine sokmaktadır. Bununla suyun kirletilmesi söz konusudur. Bunun dışında barajlar yerelin özelliklerini ve yerel kültürlerimizi yok etmekte ve insanları kökünden ve doğadan koparmaktadır. Ekolojik dengeyi alt üst etmektedir. Bölgesel ya da uluslararası ilişkilerde hegemonik bir güç unsuru olarak kullanılan barajlar ihtiyaç duyduğumuz barış ortamını değil, çatışmayı ve düşmanlıkları arttırmaktadır. Bunlara hizmet edecek tüm baraj projelerinden hızla vazgeçilmelidir.

–          Toplumun sağlığı açısından suyun ne kadar önemli olduğunu son yıllarda ülkemizde değişik su krizlerinde gördük. Tüm insanlara yetecek kadar nitelikli su kaynağı olmasına rağmen hala temiz suya ulaşamayan insanların olması suyun adil ve eşit bir biçimde dağıtılmamasıyla ve yönetilmemesiyle ilgidir. İklim değişiminin insanlar ve ekosistemler üzerindeki temel etkileri, su vasıtasıyla olmaktadır ve bunun var olan adaletsizliği daha da keskinleştireceği çok açıktır. İklim değişikliğini durdurmak için bir an önce yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımına geçilmeli, enerji verimliliği ve tasarrufu uygulamaları yapılmalıdır. Büyük barajlardan elde edilen elektrik enerjisi ise yenilenebilir enerji kaynakları arasında görülmemelidir.

–          Doğal sit alanlarını tüm özelleştirme uygulamalarına açacak, HES’ler, maden işletmeleri, kentleşme ve enerji yatırımları önündeki tüm engelleri kaldırmayı hedefleyen TBMM’nin gündemindeki “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı”nı reddediyoruz.

Doğal kaynakların kullanımında insan ve doğanın ayrılmazlığı temelinde bütüncül bir yaklaşım benimsiyor, doğal kaynakların korunması, temel hak ve özgürlükler arasında ele alınması gerektiğini savunuyoruz. Buna uygun bütüncül bir yaklaşımla yeni bir anayasa oluşturulmasında aktif olarak katılacağımızı ve mücadele edeceğimizi açıklıyoruz.

6 Kasım 2010

Diyarbakır