4-5 Temmuz tarihlerinde Van’da yapılan “Başka bir su politikası için kapasite geliştirme atölyesi-1″de İsmail Doğa’nın yaptığı açılış konuşması:
Sayın Belediye Başkanları, Başkan Yardımcıları, Diyarbakır Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürü; sayın katılımcılar ve akademisyenler ;
Birliğimiz; Su Hakkı Kampanyası ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi tarafından düzenlenen “Başka Bir Su Politikası İçin Kapasite Geliştirme Atölyesi” için bir aradayız. Hepiniz hoş geldiniz.
İki gün boyunca sürecek olan bu atölye çalışmasında, yeryüzündeki tüm canlıların esas yaşam kaynağı olan suyu, suya yönelik tehditleri ve alternatif su politikalarını tartışacağız. Sadece Türkiye değil, dünyadaki su politikalarını da tartışacağız.
Su, alternatifi olmayan, başka bir madde ile değiştirilemeyen bir kaynaktır. Dünya Sağlık Örgütünün verilerine göre, bugün dünyada, 1 milyar insan temiz içme suyuna erişememekte; 2.5 milyardan fazla insan ise su yetersizliğinin neden olduğu kirlilikten dolayı mağdur olmaktadır. Yine UNICEF’in verilerine göre, yeryüzünde birçok çocuk susuzluk, kirli su veya uygun sıhhi tesis eksikliğinden hayatını kaybediyor.
Uluslararası sözleşmelerde “temiz ve güvenilir suya erişim” temel bir insan hakkı olarak kabul edilmiş olmasına rağmen, maalesef, uygulamalarda aynı hassasiyeti görmek neredeyse imkansız. Temiz ve sağlıklı suya erişimde büyük sıkıntılar olmasının yanı sıra, buna karşı alınacak tedbir ve yaptırımların minimum düzeyde olması ise tartışılması gereken ayrı bir konudur.
Su ve su yataklarının bulunduğu bölgeler, bugün, çok uluslu şirketler veya bunların yerli ortakları tarafından rant alanlarına dönüştürülmüştür. Türkiye’nin dört bir yanında, Karadeniz’de, Ege’de, Akdeniz’de, Kuzey Mezopotamya olarak bilinin Doğu Anadolu’da, Güneydoğu Anadolu’da binlerce yıllık tarih ve doğal güzellikler, yapılan barajlar nedeniyle yok olmaktadır. Bunlar yok edilirken binlerce insan topraklarını terk etmek zorunda kalmakta, dengesi bozulan ekosistem, doğada telafisi imkansız tahribatlara yol açmaktadır. Kesilen her bir ağaç, baraj sularının altında kalan her bir dönüm toprak ekosistemde yeni bir tahribat yaratmaktadır. Bu barajlar üzerine kurulan HES’ler topluma yenilenebilir bir enerji seçeneği olarak sunulmaktadır. Barajlardan elde edilen enerji, her ne kadar yenilenebilir enerji olarak sunulsa da doğayla barışık olmayan ve doğanın ekolojisine zararlar vermektedir.
Geçmişten günümüze nehirlerin, akarsuların çevresi birer yerleşim alanı olarak kullanılırken, bugün barajların yapıldığı yerler gittikçe insansızlaştırılmakta, yerel kültürler bu şekilde yok edilmektedir. Başka ifade ile barajların gölalanı içinde kalan insanların bir nevi zorunlu göçle yerleşik oldukları bölgelerin dışında mecburi iskâna tabi tutulması, toplum sosyolojisinin ekosistemi bilinçli şekilde yok edilmesi bunun başka bir boyutudur.
Bir diğer konu suyun ülkeler arası ilişkilerde stratejik bir koz olarak kullanılmasıdır. Bunun en basit örneği olarak Filistin ve İsrail’i vermek yerinde olacaktır. Bugün, Filistin halkı suya erişimde inanılmaz zorluklar ve sıkıntılar yaşamaktadır. Bunun nedeni ise İsrail’in su ve su kaynakları üzerinde kurmuş olduğu tahakkümdür.
Diğer bir örnek yüzyıllar boyu Mezopotamya’ya hayat veren iki nehir olan Dicle ve Fırat ile ilgilidir. Bu iki nehirin ülkemiz sınırları içinde kalan yatakları ile kolları üzerinde kurulan ve bir birinin topuk suyu ile buluşturulan barajlar ile bu iki nehrin suları kontrol altına alınmıştır. Bu barajların göl alanı içindeki nüfus bir nevi mecburi olarak Ege bölgesinde iskân edilmiştir.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi Belediyeler Birliği olarak, yerel yönetimlerin tam da bu konuda önemli misyonları ve sorumlulukları olduğuna inanıyoruz. Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve Doğu Anadolu Bölgesi’nde yer alan birçok üye belediyemiz halen temiz suya erişim konusunda büyük sıkıntılar çekmektedirler. Yapılan onca baraj ve GAP projesi dahil olmak üzere, hiçbiri yerellerin su konusundaki sıkıntılarını çözememiştir. Bölgede yer alan pek çok su şebekesi ve kanalı 40-50 yıldır yenilenmemiştir. Yerel yönetim birimlerimiz, zaten var olan mali sıkıntılarının yanı sıra teknik eksikliklerden dolayı da, yerel halka temiz suyun temininde yeterince cevap olamamaktadır. Yurttaşının su hakkını sağlamak devletlerin görevi iken, ve merkezi idarenin su ile ilgili bir kuruluşu olmasına rağmen belediyelerimiz tarafından bölgede yapılan su temini ile ilgili büyük projeler yabancı sermayenin desteği ile ancak mümkün olabilmektedir ki bu da belediyelerimizin uzun yıllar boyunca bu şirketlere borçlanmalarına neden olmaktadır.
Birlik olarak en çok yardım talebi aldığımız konu, yerellerde su ve kanalizasyon altyapısının oluşturulması ile ilgilidir.
İkinci bir husus, su kaynaklarının yönetimi ile ilgilidir. GABB olarak, su yönetiminin ve su konusundaki yetkilerin yerele devredilmesini önemli buluyoruz. Su kaynaklarının yönetiminin yerelde olması, yerelleşmesi; nehirler üzerine yapılan herhangi bir çalışmanın öncelikle yerel inisiyatiflerle paylaşılıp onay alındıktan sonra yapılması gerektiğine inanıyoruz. Belediyelerimizin katılımcı politikalarının da bir gereğidir.
Üçüncü bir konu ise suyun kullanımı ile ilgili yerel halkın bilinçlendirilmesidir. Bu konuda en büyük sorumluluk yerel yönetimlere düşmektedir. Dünyada su kaynakları günden güne azalırken, insanlarımızın bu konuda bilinçlendirilmesi, suyun tasarruflu şekilde kullanılması yönünde eğitimlerin ve seminerlerin düzenlenmesi de tıpkı yerel halka temiz ve güvenilir içme suyu götürmek kadar önemlidir ve yerel yönetimlerin birincil görevidir. Yine, suyun uygun ücretle halka götürülmesi de oldukça önemlidir. Belediyelerimizin de bu konuda bir politika geliştirmeleri önem arz etmektedir. İki gün sürecek olan bu çalıştayın bu politikaların oluşturulmasında büyük katkıları olacağı düşüncesiyle katılımcılara ve çalıştaya başarılar dilerim.
Sabrınız için teşekkürler.
Yeniden hepiniz hoş geldiniz.