“Entel”e Ne Gerek, Efeköy HES’i Bilir

Kaynak: Bianet, 28 Aralık 2011, Cem Altıparmak
Yüksel Aksu “Entelköy Efeköy’e Karşı”da kendi köylüsüne biraz ayıp etmiş. Oysa biliyor Ege köylüsünün mücadelesini. Bizzat ziyaretçisi olmuş, desteğini bildirmişti… 2010’da Köyceğiz Yuvarlakçay’da HES şantiyesinde aylarca oturmuş, inşaatı engellemişlerdi.

Mübadele görmüş bir ailenin üçüncü kuşak ferdi olarak, genlerimize sinmiş yersizlik-yurtsuzluk, herhangi bir şeye ait olamama duygumu bastırabildiğimde kendimi iyi ve tamamlanmış hissettiğim tek yer oldu benim için Muğla..

Bunda Muğla insanın o kendine özgü yaşam anlayışının ve incelikli mizahının payı büyüktü. O yüzden, henüz daha küçük bir çocukken ruhuma üfledikleri nefes için Muğla’ya ve Muğlalılara hep minnettarlık duydum.

Minnettarlık duyduğum Muğlalılardan birisi de yönetmen Yüksel Aksu.

“Dondurmam Gaymak” filmi müthişti. Büyük dondurma şirketleri ile girdiği mücadelede daha başından kaybetmeye mahkum olan küçük esnaf Ali Usta’nın hikayesini izlerken büyülenmiştik. Ali Usta’nın çaresizliği üzerinden sisteme yönelik bir eleştiriyi, bir komedinin içine çok iyi yerleştirmiş ve ondan adeta bir “Muğlalı Gregor Samsa” yaratmayı başarmıştı Yüksel Aksu.

Bu referanslarla, tereddütsüz gittim Yüksel Aksu’nun son filmi “Entelköy Efeköy’e Karşı”ya. Tamam tüm hikayeler iyinin kötüye, doğrunun yanlışa karşı mücadelesi üzerine kurgulanır -da bu sefer filmdeki iyiler ve doğrular rahatsız edici şekilde “çok iyi” ve “çok doğru” idiler.

Ve artık ben, hayat yorgunu, İstanbul bezgini, hep iyiyi ve doğruyu gösteren, münevver beyaz Türkleri -komedi filmlerinde de olsa- görmekten çok sıkıldım.

Filmdeki “Enteller” o derece iyi ve doğru idilerdi ki, bu gerçek dışılığın bir yerde kırılmasını filmin sonuna kadar sabırsızlıkla bekledim -de olmadı bir türlü. Böyle olunca, filmin vermek istediği – varsa eğer- mesaj da zedelenmiş ve Muğla ağzına, küfürlerine gülerek geçtiğimiz sıradan bir film çıkmış ortaya.

İstanbul’dan bunalıp, Ege’de eko-köy kurmaya ahdetmiş, “çevreci” ve “anarşist” olduğunu rastalı saçlarından ve Atlas Pasajı’ndan edindikleri Nepal işi esvaplarından anladığımız bir otobüs dolusu “entel” arkadaşımızın- filmimizin iyi ve doğru insanlarının-, Ege’nin Efeköy’üne ayak basması ile başlıyor macera.

Bu “iyi” ve “doğru” insanlarımız – Bay Yanlış ve Doğru Ahmet’in maceralarında olduğu gibi- habire ders veriyor bizim Ege köylüsüne. Bizim köylü ilaçlı hormonlu domatesini satacak kabzımal, ürününü toplayacak ırgat bulamazken, “entellerimiz” organik tarlalarında, para vererek değil, üstüne para alarak çalıştırdığı “eko-turistleri” sayesinde ürettikleri organik domateslerini dört katı para ile satıveriyor hemencecik. Böylece hem işgücünden hem de maldan kazanıyorlar. Köylünün evinden attığı kök boyalı Milas işi el halılarını, bunlar kendi eko-köylerinde yeniden dokuyarak, süper bir kazanç elde ediyorlar. Eski taş evlerden “butik otel” yapıyorlar ve çok iyi kazanıyorlar.

Ekip biçemediği için işe yaramaz saydığı tarlasını, eski taş evini, bağını bahçesini, cebi para dolu “entellere” değerinin 3-5 katına sattığı için köylü kurnazlığı ile eleştirilen, kendi değerlerini terk ettiği için film boyunca topa konulan köylüler, “şiddet mağduru” köy eşeklerini kendilerinden satın alarak “özgürleştiren” entellerin, aynı eşekleri kişi başı elli Avro’ya eko-turistlere kiraya vermelerini ağızları açık seyrediyorlar.

Yani anladık, köylü kurnazlığı denilen şey sosyolojik bir vakıadır da bu entellerin “özgür” eşekler üzerinden para kazanma çakallığını nereye koyacağız?

Köylüye bunun gibi birçok “iyi” ve “doğru” dersler veren entellerimizin, köyde kurulacak termik santrale iş sahibi olacağız diye sevinen köylünün karşısına dikilip, termik santral kurulması kararını mahkemeden şıpın işi iptal ettirmesiyle sonuçlanan “öncü-çevreci” mücadelesini de beyaz perdede görünce, keyfim iyice kaçıyor.

Ayıp etmiş, diye düşünüyorum Yüksel Aksu, kendi köylüsüne. Oysa en iyi kendisi biliyor Ege köylüsünün mücadelesini. Bizzat ziyaretçisi olmuş, desteğini bildirmişti…

Çok uzak değil 2010 yılı başlarında, Köyceğiz Yuvarlakçay’a yapılmak istenilen hidroelektrik santralı (HES) için makinalar sahaya girmiş, binlerce çam ağacını, anıt ağaç statüsü almış asırlık çınarları ve koruma altındaki sığla ağaçlarını, izinsiz-habersiz kesivermişlerdi.

İşte o gün Yuvarlakçay köylüleri, köylü kadınlar alana girdiler ve o kesik ağaç tomruklarının üzerinde şantiye sahasında aylarca kalkmamacasına oturdular.

“Kadınları sürekli gece gündüz sahada tutarak, tomrukların üzerinde oturmalarını sağlayarak çalışmalarımızı engellemekte ve devlet otoritesi zaafa uğramaktadır”, böyle saçma tutanaklar tuttu işte kamu görevlileri, Yuvarlakçay’da. Onlarca kişi hakkında ceza davaları açılınca 1500 köylü dilekçe verdi savcılığa “Bizde Yuvarlakçay’daydık. Bizi de yargılayın !” diye.

Gecelerini gündüzlerine kattılar da bir Allah’ın kulu onları oradan atamadı. Ta ki Şirket HES’i yapmaktan vazgeçtiğini ilan edene, açılan davalar birer birer köylüler lehine sonuçlanıncaya kadar. Bu arada davalar da öyle filmdeki gibi zırt diye sonuçlanmıyor Türkiye’de. Bitmesi yıllar alıyor. Yuvarlakçay ile davalardan bazıları hala devam etmekte.

Böyle yaşandı işte Ege köylüsünün çevre mücadelesi. “entelsiz” ve “dantelsiz” olarak ve bu mücadele Yuvarlakçay’dan yürüdü, Karadeniz vadilerine indi. Hopa’da, Solaklı’da HES’lere, Gerze’de termik santrale karşı direnenlerin sembolü ve moral kaynağı oldu.

Bugün Türkiye’de hangi “entel” grup, köylüleri kışın soğuğuna, yağmuruna, çamuruna aldırmadan, aylarca, geceli gündüzlü, HES sahalarında, termik santral alanlarında nöbet tutmaya, mücadele etmeye ikna edebilir?

Bugün Türkiye’de yürütülen çevre mücadelesi için söylenebilecek tek bir söz var: Mücadele edenler, suyuna, havasına ve toprağına sahip çıkmak için mücadele ediyor. Bunlara sahip çıkmanın, geçmişlerine ve geleceklerine sahip çıkmak demek olduğunu çok iyi biliyorlar. Bu insanlar, mücadele ruhlarını bir su damlası gibi avuçlarının içlerinde taşıdıklarını, bir kere parmakları aralanırsa bu damlanın akıp gideceğini ve işte o zaman kaybedeceklerini çok iyi biliyorlar.

Velhasıl, ayıp etmiş dedim, Yüksel Aksu’ya. Belki bir gün Yuvarlakçaylı efelerin filmini yapar da helalleşir köylüleriyle.

Yine de hakkını yemeyeyim Yüksel Aksu’nun. “Entellerin” bu ticari cevvalliklerine bakarak, doğru lafı yine filmindeki bir köylü karakteri, 1980 öncesi Siyasi Bilgiler Fakültesi’nde öğrenci iken, malum sebeplerle Mamak’ta “konuk” edilmiş, bu yüzden kafayı hafif sıyırmış, fikirleri nedeniyle köylülerin “Aykırı” lakabını taktıkları Mustafa söylüyor: “Gapitalist üretim ilişkileeeni deniştirmedikten sooora nasıl olcek bu işleee?”

 

* Cem Altıparmak “Çevre ve Ekoloji Hareketi Avukatları” üyesi.