Kaynak: Yusuf Yavuz, Açıkgazete, 7 Mart 2012
Sert geçen kış mevsimi iktidarın doğayla ilgili politikalarının sorgulanmasına yol açtı. Bunun en somut göstergesi ise barajlar oldu. Adana Kozan’daki facianın yarattığı şok geçmeden Nevşehir’den gelen haberler insan eliyle doğaya yapılan müdahalelerin içeriğinin tartışılmasını gerekli kılıyor.
Barajlar uzunca süredir Türkiye’nin gündeminden hiç düşmüyor. İktidar partisinin ‘inşaa etme’ konusundaki derin saplantısı kendisini en çok barajlar, HES’ler ve otoyollarda gösteriyor. Bu konuda ortaya konulan niyet ve görüşleri dinlerken hezeyanlı bir düşüncenin dışavurumuyla karşı karşıya kalındığı duygusundan kurtulmak mümkün değil.
Plakaya göre gölet yapan Bakan
Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, örneğin Isparta’da yaptığı bir konuşmada plakası ‘32’ olduğu için bu kente 32 gölet yapmayı düşündüklerini söyleyebiliyor. Ancak Bakan Eroğlu’nun son günlerde Artvin ve Antalya’da arka arkaya yaptığı konuşmalar hezeyanın boyutunu gözler önüne seriyor. “En” ve “ilk” lerle süslenen projelerin yarattığı kompleksin derinliği ölçüsüz! Yaşamın genelini iktidarın anlayışına göre dizayn etmeye yönelik iştahlı tavırların uygulama alanı farklı olsa da uygulamalar hep aynı. Doğa da, kadın da eğitim de aynı mantığın yarattığı uygulamalardan payını alıyor.
Doğa da kadın da sömürünün nesnesi olunca
Ekolojik toplum ve politika konularında kuramsal çalışmaları bulunan Murray Bookchin, insanlığın doğayı sömürmesi ve hükmü altına alması gerektiği yolundaki temel kavrayışın, insanın insan üzerindeki tahakkümü ve sömürüsünden kaynaklandığını söylüyor. Bu kavrayışın, erkeğin ataerkil ailede kadını sömürmeye ve hükmü altına almaya başladığı döneme kadar götüren Bookchin, “o zamandan beri insanlar giderek yalnızca kaynak, özne yerine nesne olarak görülmektedir. Doğa da giderek tıpkı köleler gibi acımasızca sömürülecek bir kaynak, bir nesne, bir hammadde olarak görülmeye başlandı. Bu ‘dünya görüşü’, yalnızca hiyerarşik toplumun resmi kültürüne sızmakla kalmadı, aynı zamanda kölelerin, serflerin, endüstri işçilerinin ve tüm toplumsal sınıflardan kadınların kendilerini görme biçimi haline geldi. Kölelere, serflere, işçilere ve insanlığın dişil yarısına kendilerine gözcülük yapmaları, kendi zincirlerini parlatmaları ve kendi hapishanelerinin hücrelerinin kapılarını kendi üstlerine kapamaları öğretildi” görüşünü öne sürüyor. *
‘Gençleri kötü alışkanlıktan koruma için orman tahsis ediyoruz!’
Geçtiğimiz hafta Antalya’da konuşan Bakan Eroğlu, Çıralı’da Ormanspor’a tahsis edilen alanın günübirlik tesis olarak kiralanmasıyla ilgili soru üzerine, konunun yargıya intikal ettiğini ve müfettiş raporuna göre gereğinin yapılacağını belirterek şöyle dedi: ”Yanlış olan şu, Ormanspor’un kalkıp başka bir işletmeye vermesi. Bunu tasvip etmiyoruz. Biz de talepler doğrultusunda gençlerimizi kötü alışkanlıklardan korumak için Gençlik ve Spor Bakanlığına ormanlık alanlardan yer tahsis ediyoruz.”
Bakan Eroğlu: ‘vahşi madenciliğe karşıyız’
Antalya’nın dağlarını ve biyolojik zenginliğini paramparça eden taş ocaklarının denetlenmesiyle ilgili de konuşan Eroğlu, bu konunun kendi Bakanlığının alanına girmediğini söyledi. Bununla ilgili kişisel görüşünün taş ocaklarının il özel idaresinin kontrolünde olması yönünde olduğunu kaydeden Eroğlu, ”Madenciliğe karşı değiliz, vahşi madenciliğe karşıyız. Tabii ki taş ocakları olacak, onlar da önemli ama uygun yerlerde ve uygun koşullarda yapılmalı. Çevreye zarar verilmemeli. Firma madeni aldıktan sonra orayı harap bir şekilde bırakıp gitmemeli, ıslahını yapmalı” görüşünü dile getirdi.
Deriner Barajının su tutma töreninde konuşan Bakan Eroğlu’nun sözlerinin satır aralarında çarpıcı ayrıntılar var. Türkiye’nin gerçek anlamda bir muhalefet krizi yaşadığı bu dönemde halkın yaşam alanlarını savunabilmek adına gösterdiği refleksleri saymazsak, ancak despotizmin hüküm sürdüğü ülkelerde yaşanabilecek bu türden konuşmaları daha çok dinleyeceğiz.
Eroğlu padişah gibi konuşuyor: ‘Kapaklar kapana, sular tutula!’
Çünkü Bakan Eroğlu bir padişah gibi konuşuyor. Nehirlerin akışına hükmediyor, ‘kökünden’ çözüm üretiyor, Artvin’e deniz getiriyor, Çoruh’a ‘gerdanlık’ takıyor. Deriner Barajı’nın kapaklarını kapatmak için, “Kapaklar kapana, sular tutula!” sözleriyle butona basan Eroğlu, adeta ‘Sülüman’ gibi. Cümlelerinin, giderek toplumsal histeriye dönüşen Muhteşem Yüzyıl dizisinden fırlamış repliklerden farkı yok: “Bakanlık olarak 2012 yılında ülkede 112 dev tesisi açacağız. Bunların arasında Türkiye’nin en yüksek barajı olan Deriner barajı da yer alıyor. 47 ilimiz susuzdu. Bizler 47 ilimizin su meselesini kökünden çözdük. Dere ıslahlarında doludizgin gidiyoruz. Odun servetini 1 milyar 400 bin metre küpe çıkardık.”
‘Çoruh’a gerdanlık takan ilk hükümet biziz!’
Kendisi de profesör ünvanlı olan Bakan Eroğlu’nun sözlerinin arasında bilim, hukuk, evrensel düşünüş yok. Dünyanın 1970’li yıllardan buyana tartıştığı ‘ekolojik bunalım’dan haberi yok. Hızını alamayıp sözlerini sürdürüyor: “Bazı bakanlıkların şehirleri vardır. Artvin bizim bakanlığımızın şehridir. Yusufeli bizim bakanlığımızın ilçesidir. Burada bal ormanları kuruyoruz. Büyük projelere imza atacağız. Artvin’de yol problemi kökünden çözüyoruz. Keçi yolları gibi yollarda iki arabanın yan yana geçmediği yolları biliyorum. O günler artık geride kaldı. Çoruh’a gerdanlık takan ilk hükümet biziz. Artvin’de artık deniz yok demeyin, Artvin’e denizi getirdik. Ayrıca Yusufeli’ne dört dörtlük bir ilçe kuracağız. Deriner barajını 24 Şubat tarihinde saat 10:59’da su tutulacak şekilde her şeyi hazırlayın demiştim. Arkadaşlar hazırlıklarını tamamladı.”
‘Çoruh, kendi istediği gibi değil, bizim istediğimiz gibi akacak’
Temeli 1998 yılında ‘Barajlar Kralı’ olarak anılan dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından atılan, Türkiye’nin en yüksek, Dünyanın ise 6. en yüksek barajı olarak adlandırılan Deriner Barajı’nın su tutma töreninde konuşan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in sözlerinin de Eroğlu’ndan kalır yanı yok. Bakan Çelik, törende yaptığı konuşmada dile getirdiği “Artık Çoruh, istediği gibi değil, bizim istediğimiz gibi akacak” sözleriyle iktidarın doğaya ve bilime karşı bakışını da özetlemiş oldu.
Sayıştay Raporu: ‘Deriner Barajı 461 milyonluk kaynak israfına yol açtı’
Türk siyasetçisinin yaşama bakışını özetleyen iktidarın bakanlarının konuşmaları üzerinden çarpıcı bir gerçeğin altını çizen Derelerin Kardeşliği Platformu Dönem Sözcüsü gazeteci Ömer Şan, Deriner Barajı hakkında kamuoyunun gündeminden uzak tutulan Sayıştay Raporunu anımsattı. Temmuz 2009’da hazırlanan ve ‘hükümeti Sayıştay Yasası’nda değişiklik yapmaya iten üç rapordan biri’ olan Deriner Barajıyla ilgili Sayıştay raporuna göre, ‘barajın yapımında 5 yıllık bir gecikme yaşandığı ve kamunun 461,3 milyon liralık bir kaynak israfına uğratıldığı’ vurgulanıyordu.
Verimlilik ilkelerine uyulmadı
Cumhuriyet Gazetesinde Işık Kansu ve Murat Kışlalı imzası ile 29 Ekim 2010 tarihinde “Hükümeti Korkutan Rapor” başlığıyla yayımlanan haberde ilginç detaylar yer alıyordu.
Raporda, ‘Projenin verimlilik, etkinlik ve tutumluluk ilkelerine uyulmaması, kaynakların sağlıklı bir planlama ve iyi bir proje yönetimi ile kullanılmaması nedeniyle 2009 yılı fiyatları ile 461,3 milyon TL kaynak israfına yol açıldığı; projenin ihalesiz 711 milyon dolara verildiği, keşif artışlarıyla projenin toplam maliyetinin iki katına çıktığına ve 5 yıl geciktiğine’ vurgu yapılmıştı.
İhalesiz 711 milyon dolara verildi
Deriner Barajı ve HES Projesi’nin, Türk-Rus Karma Ekonomik Komisyonu’nca 1994’te imzalanan kararname ile onaylanan protokol kapsamında oluşturulan konsorsiyum tarafından yürütülmekte olduğunun belirtildiği rapora göre, sözleşme 4. Kasım 1997 tarihinde 711,4 milyon ABD Doları bedelle imzalandı.
Proje 5 yıl gecikti
8 Ocak 1998 tarihinde işe başlandığının ifade edildiği raporda, işin 2005 yılı itibarıyla bitirilmesi planlandığı ancak projenin gövde inşaatına 2005 yılının Aralık ayında başlanabildiği, 2009 yılı Ocak ayı itibariyle de projenin tamamlanma oranının yüzde 70 civarında olduğu vurgulanıyor.
Maliyet ikiye katlandı
Cumhuriyet’in haberinde ayrıntıları aktarılan raporda, yapılan yüzde 94. 99 oranındaki keşif artışları ile sözleşme bedelinin 1. 38 milyar doları bulduğu belirtilerek şu ifadelere yer veriliyor: “Bu bedele fiyat farkı, baraj alt kalemleri ve faiz giderleri gibi diğer harcama kalemleri dahil değildir. Yapılan sözleşme kapsamı dışında çeşitli kalemler için iç ve dış kaynak kullanımı söz konusu olmuştur. Vergi, resim ve harçlar, kamulaştırma, müteferrik iş kalemleri, ihaleli yaptırılan yollar ile DSİ’nin müşavirine yapılan ödemeler de ayrıca baraj maliyetine eklenmelidir. Dış finansmanla yürütülen proje için kullanılan kredilerin faiz giderleri ve masrafları da sözleşme kapsamı dışında kaynak kullanımına sebep olan unsurlardır. Maliyet 3, 2 milyar TL’ye çıktı: Bu kalemlerin sözleşme tutarına eklenmesiyle 670 megavatlık Deriner Projesi’nin toplam maliyeti yaklaşık 3, 2 milyar TL’ye ulaşmaktadır.
461. 3 milyon TL’lik kamu zararı
Deriner Barajı ve HES Projesi’nin yürütülmesinde; verimlilik, etkinlik ve tutumluluk ilkelerine uyulmaması, kaynakların sağlıklı bir planlama ve iyi bir proje yönetimi ile kullanılmaması sonucu ‘34 km’lik relokasyon yolunun ihale edilmemesi nedeniyle 138 milyon TL, varyant yol kazı imalat kaleminin baraj fiyatlarından yapılması nedeniyle 151.4 milyon TL, varyant yolun bir kısmının su altında kalması nedeniyle 29.6 milyon TL, yeni birim fiyatlarda ihale indirimi yapılmaması nedeniyle 38.6 milyon TL, yapımından vazgeçilen RBR-11 yolu nedeniyle 38,6 milyon TL, fiyat farkı formülünde müteahhit kârına fiyat farkı ödenmesine yol açan yüzde 10 kesinti yapılmaması nedeniyle 51.5 milyon TL, fiyat farkı formülünün ikinci bölümünden kesinti yapılmaması nedeniyle 13.6 milyon TL’ olmak üzere 2009 yılı fiyatları ile 461.3 milyon TL kaynak israfına yol açılmıştır.”
Yaşam savunucuları soruyor: ‘Rant derinliği ne kadar?’
DEKAP Sözcüsü Ömer Şan, her iki bakanın da konuşma ve açıklamalarını eleştiren yaşam savunucularının, Deriner Barajı’nın ‘rant derinliğinin’ ne kadar olduğunu sorduklarını aktarıyor.
Bakan Eroğlu’nun ‘Su akıyor, biz bakıyoruz’ ifadelerine, yaşam savunucularının; ‘Su akıyor, yaşam veriyor’ yanıtını verdiklerini aktaran Şan, HES’lerin yaşam alanlarına verdiği geri dönüşümsüz zararlar ve yargı kararları ortada iken “Çoruh’a altın bilezik, altın gerdanlık taktık” demenin, “ranttan başka ne anlamı var?” diye soruyor ve yaşam savunucularının tepkilerini şöyle aktarıyor: “Ne doğa, ne de ölü insanlar, yerlerinden, yurtlarından edilmiş köylüler altın takar! Bitirilen barajlarla hem balıkçılık, turizm ve hem de yaylacılık bitiriliyor! Bilimsel veriler ve yaşananlar ortada!
Kuruyan derelerdeki HES’leri taşıma suyla mı döndüreceksiniz
‘Derelerimizin yüzde 90’ı kuruyor’ diyen Bakana sormak gerek; madem derelerimiz kuruyor bunca HES projesine neden izin verdiniz? Kuruyan derelerdeki HES’leri taşıma suyla mı döndüreceksiniz. Madem haklılar, yatırım yapıyorlar, o zaman yargının verdiği kararlardaki ‘hukuksuzluk, mevzuata, kamu yararına, yasa ve yönetmeliklere, uluslararası anlaşmalara, hukuka aykırılık’ ifadeleri ne anlama geliyor? Önce bu kararları ve bilimsel raporları okuyup anlasınlar! Kendi yetersizlikleri ve beceriksizliklerinden şikâyet etmesinler. Türlü şirinliklerle, suçlayıcı, karalayıcı, ‘çamur at izi kalsın’ saçmalıklarıyla HES’leri ve bu projeleri şirin göstermeye çalışmasınlar. Yaşam alanlarımızı ortadan kaldırıp, bizleri yurtsuzlaştıracak, tarihi, sosyal ve kültürel değerlerimizi ranta açacak bu projelerden derhal vazgeçsinler.”