Kaynak: Haber Diyarbakır, 21 Haziran 2013
Kirli savaşın yaşandığı 1990’lı yıllarda köyleri yakarak Kürt halkını zorunlu göçe tabi tutan devlet, şimdi de HES’leri devreye koydu. Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı Aladana köyünün girişinde ve Samanyolu köyünün Şendere mevkii önünde Hidroelektrik Santral proje çalışmalarının başladığını belirten çiftçi Çetin Göl, “Dün köylerimizi yakarak bizi göçe zorlayan devlet, şimdi de HES’lerle burayı insansızlaştırmak istiyor” dedi.
Türk devletinin Kürdistan’daki ‘güvenlik’ pratiği her gün yeni bir uygulamayla kendini gösteriyor.
Gerillaların çekildiği noktalara kalekol ve karakollar yapılırken, 1990’lı yıllarda asker tarafından köyleri yakılıp, zorla göçe tabi tutulan Kürt halkı şimdi de yapılan HES’lerle yeni bir göç dayatmasıyla karşı karşıya bırakılmak isteniyor. İnsansızlaştırılmaya çalışılan bölgelerden biri de Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı Aladana ve Samanyolu köyleri.
Bir süredir mühendislerin Aladana köyünde keşif yaptıklarına dikkat çeken Çiftçi Çetin Göl, ellerindeki makinelerle ölçü aldıklarını aktardı. Buradaki halkın tek geçim kaynağının tarım ve hayvancılığa dayandığını hatırlatan Göl, yakında köylünün tüm yaylalarının sular altında kalacağına dikkat çekti.
‘SİZE İŞ İMKANI SUNACAĞIZ DİYE KANDIRILIYORLAR’
Aladana köyünde dededen kalma yaylaları olduğunu belirten 4 çocuk babası Çetin Göl, yaşanan hareketliliği şöyle anlattı: “Şu anda hidroelektrik santralleri projeleşme aşamasında. Her gün buraya 02 Adıyaman plakalı mühendisler gelip keşif yapıyor. Soru soran köylüye bu barajın kendi iyilikleri için olduğunu, istihdam sağlanacağını, insanlara iş imkanı sunacaklarını söylüyor. Aladana ve Samanyolu köylülerine HES inşaatında amele olarak iş teklif ediyorlar. Resmen kendi yıkımımızı kendi ellerimizle yaptırmaya çalışıyorlar.” Göl, şu anda Samanyolu köyünün Şen deresi önünü tamamen kapatıp inşaat hazırlığına başladıklarını duyurdu.
‘DÜN YAKARAK, BUGÜN HES’LERLE’
Doğup büyüdüğü Aladana köyünün 1994 yılında askerler tarafından yakıldığına, o nedenle ailece zorla göçe tabi tutulduklarına dikkat çeken Göl, “Aydın ‘a göç etmek zorunda kaldık. Orada mevsimlik işçilik yaparak yaşamımızı idame ettirdik. Daha fazla dayanamayıp 6 sene sonra, 2000’li yılların başında köyümüze geri döndük. Her şeye sıfırdan başladık. Çok büyük zorluklar çektik ama tekrar hayatımızı kurduk. Şu anda hayvancılıktan burada 13 kişiyi doyuruyoruz” diye konuştu. HES’lerin özellikle yurtsever köylülerin oturduğu noktalarda yapıldığını vurgulayan Çetin Göl, “Dün köylerimizi yakarak bizi göçe zorlayan devlet, şimdi de HES’lerle burayı insansızlaştırmak istiyor” dedi. (Zeynep KURAY – ANF)
Bitlis Ve Hes Projeleri
Hepinize selam olsun. Bitlis’e Hes yapılacakmış, kim bilir kaç köye, ilçe ne hallere gelecek… Böyle söylüyorum çünkü yapılan farklı yerlerde bulundum. 2 yıl olacak Hes’ler ile tanışalı. İlk aşamalarda beynimden vurulmuşa döndüm, ülkem işgal edilmiş gibi geldi, hala da bir yönüyle öyle geliyor.
Hala baraj üstüne baraj yapılan Çoruh’ta, gece gündüz yeri göğe, göğü yere kaldırıyorlar. Bir de minnacık köylere yapılan Hes’ler sebebiyle tepelerin içine oyulmuş dev tüneller, tünellerden sızan kimyasalların derelere akmasıyla ölen balıklar, her bir köşede demir yığınları, radyasyon yüklü devasa trafolar, yollarda eşek, sarı kepçeler, vinçler, sarı yelekli mühendisler ve işçiler… kimi o köyün, yörenin insanı olan işçiler…
Sesler… bir köyde ne sesi olur: derenin sesi, kuş sesi, arı sesi, rüzgar sesi, köylülerin sesi… O köylerde birbirine karışmış beton kırma, kepçe vinç sesleri, kamyonların sesleri, oyuk için patlatılan dinamit sesleri vardı. Köylerde hava nasıl olur: berraktır hava, hafiften veya sert esen rüzgâr temizdir, ağaçların gölgeliği ve akan derenin serinliği hissedilir. O köylerde hava toz dolu, hafriyatlar ve kazılan tüneller, dinamit patlatmasıyla bazen artıp her zaman kendini hissettiren toz dolu bir hava… Ne kokar köylerde: mis gibi çiçekler, ağaçlar ve ağaçlarda olgunlaşan meyveler, her köyün kendine has kokuları vardır. Dereler bile ayrı kokar, taşlar, toprak kokar. Bilen bilir kendi köyünün kokusunu. O köylerde sesler, hava bozulduğundan, kokuya gelemiyor bile insan. Bir an önce o karmaşadan kaçışmak, uzaklaşmak istiyorsunuz.
Bu projelerin kilometrelerce suyu borulara hapsettiğini, o boruları tünellere sokup hızlandırdığını ve bir yerden hızla dökerek enerji ürettiğini söylesem, yine de köylerinizin neye döneceğini kafanızda canlandıramayabilirsiniz. Borulara suyu hapsedince, suların musluk suyu kadar akıtıldığı (onların ‘can suyu’ dedikleri) bir bölüm var ki, evlere şenlik. Ama bence, bu projelerin nasıl yitik projeler olduğunu, o susuz denecek kadar az suyun akıtılması da yeterince açıklamaz. İnsanların, hayvanların, suyun, bitkilerin yuvalarının fiziksel ve ruhen tekmelenmesi, tükürülmesi, o halde sürüklenmesi ve bunun da bir marifet, bir kazanç, kalkınma olarak ambalajlanması dersem, abartmış olmam. Abartmak bir kenara, görüp yaşadıklarımı bu şekilde anlattığımda bana yetersiz geliyor. Hem neden abartayım, amacım ne olabilir? Ben ki İstanbul’da kendi dünyasında bir düzen tutturmuş giden milyonca insandan biriydim. Bu meseleye uyanıp gidip gördüklerim, beni bambaşka bir dünyaya sürükledi. Bir de baktım ki İstanbul’dan kopmuşum. Eğer gerçekten bunları görmesem, keyfimi bozmadan, şu anda yaşadığım küçük şehirde kazandığım paranın 3 katını kazanarak yaşar giderdim. Bunu anlatamıyorum; bu işin nereye gittiğini bile bile sessiz kalamıyorum. Ama şu da var ki: ben ne dersem diyeyim, bu konuda izleyeceğiniz videolarda gördükleriniz ne olursa olsun, tüm bunların bir kulağından girip öbüründen çıkacağı insanlar olacak. Buna da yine birebir şahit olduğum için söylüyorum. Bunu da anlatayım kendi tanık olduklarım açısından…
En az 30 yıldır, temel değer yargıları ile nakit para sevdası yer değiştirdi. Bu, gözleri resmen kör etti. Pek çok politika ‘daha çok para kazandıracağız’ iddiası üzerine kuruldu. Küçük şehirlere üniversiteler kuruldu, ilçeler il yapıldı; yöre insanları ‘nakit para geldi’ diye sevindi. Bürokratlar, hocalar ve öğrenciler gelecek de ekonomi canlanacak diye… Şimdi de Hes’ler, yollar sebebiyle ‘kalkınma geliyor, yaşadık!’ diyor insanlar. Ne oluyor: eskiden nakit para olarak az değer eden araziler, konut, baraj, yol sebebiyle güya değerleniyor. Hes’in geldiği köylerde, yıllarca nakit yüzü görmemiş köylülere 3 yıl o barajda çalışma imkânı da verilince, bunun paha biçilmez bir fırsat olduğunu sananlar çok. Bir de, köylüleri ikna etsin, ön ayak olsun diye adeta satın alınmış insanlar oluyor; genelde muhtarlar, bazen o köyün dernek başkanları gibi… Çoğu zaman, Hes sözcülüğüne soyunan vali, kaymakam geliyor. Demeçler veriyor ‘ülkemizin enerjiye ihtiyacı var, bu Hes siz istemeseniz de yapılacak’ diyerek direnci en baştan kırma görevini can sipare üstleniyorlar sağolsunlar. Bir yandan da mecliste, yeni kanunlar çıkartılıyor, kanuni kılıflar için.
Bunlar gözünüzü korkutmasın, hukuken açılmış davaların hemen hepsi, kazanılıyor. Yeter ki gerçekten istensin ve doğru hukuki adımlar atılsın. Yeter ki köylerde ve kentlerde yaşayan hemşerileriniz, dernekleriniz ‘pastadan pay almak’ için değil de ‘eninde sonunda bizi biz eden yurt’ diye bakarak, vefa ve sevgi duyguları ile işin içine girsinler.
Öyle bir zaman dilimindeyiz ki, kendilerini aşırı konforlu, gelişmiş sananlar köylerini bırakıp şehirlerden ev kapma telaşındalar. Tüm şehirlerde dev ilanlar var, ‘kentsel dönüşüm’ diyor, şimdiden şehirlerin çehresini darmadağın etmiş yapılaşmanın daha korkunçları, marifetmiş gibi ballandırılarak ilan edilmiş. Ve bu zaman dilimi, ‘bir memleket fiziksel olarak nasıl ölür, ruhen nasıl ölür’ meselesine insanların uyanmadığı bir zaman dilimidir. Alınacak nefes, ekilecek toprak kalmadığında… uyanırlar.
Turistikleşmiş bir yaylaya çıkıyorum. Orayı ora yapan, geniş çimenlikleri… Ama her gittiğimde, güzelim yaylayı biraz daha betonlaştıran binalar görüyorum. Bir arsan var ise, onu ‘talih kuşu’ olarak görüp milyon dolarlarlık ‘mal’ olarak görmek, kurnazlık değil. Benim toprağım yok; yani aylığım, nakit param olmazsa aç kalırım ama toprağı olan, diploması olmasa da nesillerce toktur. Betonlarla doldukça, kültürünün güzelliklerini yitiriyorsun, ruhunun şenliği gidiyor. Gün gelecek, nakit paran seni kurtarmayacak. O bahçem, o tarlam, köyümün o eski hali olsa da milyarım, trilyonum olmasa denilecek günler gelecek. Kuş, kurt, su, sebze, meyve, kültür, biz (insan)… birbirimize mecburuz. Bunlardan sadece ‘biz’ i çıkarıp diğerlerini elinin tersi ile itip, bunların yerine ‘nakit para’ koyan, bedelini maalesef ki yine kendi ödeyecek. Kendi, torunları, nesiller boyu… Toprağından vazgeçip, nakit paraya göre geleceğini belirleyen, potansiyel aç’tır.
Size diyecekler ki ‘enerjide dışa bağımlıyız, şu kadar borçla satın alıyoruz’. Sanki elektriği bizim derelerimizde üreten bu yerli-yabancı şirketler, bizlere bedavadan dağıtacaklarmış gibi bir yanılgı yaratıyorlar. Hes’i yaparken trilyon harcıyorlar, ? Bu şirketlerin bazıları, şimdiden yurt dışına da satmaya başladı elektriği. Ayrıca, diyelim siz bu sözde fedakârlığı yapacaksınız da, sizleri ve torunlarınızı nesiller boyu besleyecekler mi bunun bedeli olarak? Barajlar sebebiyle köylerinden olanlara, aynı verimi, aynı yuvayı kim vermiştir de, Hes’ler sebebiyle bu moloz yığınlarından sonra olanları kim telafi etsin!
Kimi yerlerde duyduğum gibi ‘bizim insanlardan bir şey olmaz, herkes para peşinde’ demeyin hemen. Umut da umutsuzluk da, işin kolay yoludur. En gerçekçisi, somut olarak ve can’a zarar vermeden koruma çabana devam etmektir. Tek kişi kalsan bile… Ve bunları yaparken moralinizi yüksek tutun, kavga dövüşten herkes bıkar. Birileri yan çiziyorsa, birbirinizi hemen dışlamayın, sabırlı olun. Kültürünüzdeki önemli figürleri hatırlatın birbirinize. Tarihinizi, folklorünüzü, türkülerinizi… ki, bunlar da hep Bitlis’e has tabiattan beslendiler. Türkülerle, kitaplarla, toplantılarla, halaylarla bir olun topraklarınızla yeniden. Eşekler, atlar, koyunlar, kuzular yanınızda olsun. Hukuken ve sivil haklarınız adına yapacağınız çok şey var. Güçlü olan, inançlı olan kazanır. Yeterince güçlü ise toprağınız ve kültürünüzle bağlarınız, çözülmeden kenetlenirsiniz. Sakın ‘bizden bir şey olmaz, herkes duyarsız’ demeyin, en büyük vazgeçme tuzağı budur. Herkes, kendi hikayesini, tarihini yazar. Ama öyle, ama böyle…
Şehirlerdeki çoğu insan gibi ne çok Bitlisli çocuk doğdu mahallemde, memleketlerini görmeden büyüdüler. Arı gibi çalışkan, komşularına karşı çok iyi insanlardı. Bu satırları yazarken, 20 küsür yıl önceki mahallemdeki hatılarıma gittim. Göç iyi bir şey değil, göz boyayan ama derin bir tutsaklık… Elçiye zeval olmaz. Gerisi sizlere kalmış.
Derinden selamlarım ile…
Sinem DEMİR
BİTLİS HES PROJELERİ:
1-) Derin Hes, Hizan, Horoz deresi
2-) Düztepe Hes, Hizan, Horoz deresi
3-) Kavlıkhan Hes, Mutki, Mutki çayı
4-) İncili Hes, Hizan, Ahkis (Büyük) dere
5-) Tüva Hes, Mutki, Navik deresi
6-) Dönertaş, Hizan, Kaz deresi
7-) Deliktaş Hes, Bitlis çayı
8.-) Alasu Hes, Hizan, Şeftalan
9-) Paküs Hes, Hizan, Şeftalan
10-) Yumrukaya, Hizan, Kesan deresi
11-) Gökay Hes, Hizan, Akkilise deresi
12-) Akşar Hes, Akşar, Sutopu
13-) Tuğ Hes, Tatvan, Kotum dere
Kaynak: Gerede Haber