Kaynak: Erçin Demir,16 Ağustos 2013
Hepimizin bildiği gibi ülkemizde gördüğü her suyun önünü almaya çalışan, şirketler Karadeniz, Akdeniz, Ege, İç Anadolu, Doğu Anadolu olmak üzere ülkemizde bine aşkın HES projeleri ve yapımı sürmektedir. Dünyanın su sıkıntısı yaşadığı ve gelecek tarihin savaşlarına sebep olabilecek tatlı sular güvence altına alınması gerekirken, bir avuç yağmacının, talancıların çıkarı uğruna halkın ve doğanın olan akar sularımız borular içerisine hapsedilmeye çalışılmaktadır. Gerekçe olarak ise enerji ihtiyacı demogojileri yapılmaktadır.
Dünyada olduğu gibi ülkemizde de doğal enerji kaynakları olan (Rüzgar gülü, Güneş enerjisi vs.) kaynakları bu ihtiyacı karşılıyor iken ancak maliyeti ve gideri yüksek olduğu gerekçesiyle özellikle ülkemizde enerji ihtiyacı akarsularımız katledilerek karşılanmaya çalışılıyor. Her şeyden önce ihtiyaç halkın ihtiyacıdır. Halk ise ihtiyacını akarsularını doğal sularının katledilmesini değil doğal enerji kaynaklarıyla karşılanmasını istemekte ve bunu doğru bulmaktadır. Ancak halkın ihtiyacı emperyalist, kapitalist şirketlerin piyasalarına göre tasarlanmamaya çalışılmakta ve sonuç olarak doğa katliamıyla karşı karşıya kalınmaktadır. Maliyet denilen şey nedir? Doğa katliamı, insan yaşamı ve daha nice gerçek ve gerekli yaşam alanları maliyet demogojisine ve maliyete peşkeş çekilemez.
Halk olarak hem doğamızın hem kendimizin sağlığı ve geleceği açısından bizler doğal enerji kaynaklarının üretiminden yanayız. HES’lerle birlikte doğamız tehdit altında kalmakla birlikte bizi biz yapan inancımız ve nice değerlerimiz sular altında bırakılarak kültürümüz yok edilmeyle karşı karşıya kalmıştır. Özellikle inancın, Aleviliğin, Kutsal mekanların kilit noktası dağların anahtarı olarak bilinen Dersimin bu tür zorluklarla karşı karşıya gelindiği bilinmektedir. Bilindiği üzere 2000 yıllarında başlanmış olan HES projeleri sıkıntıları günümüz 2013 yılına kadar devam etmektedir. HES’lerin zararlarını bilmeyen yoktur.
Dersim’de birçok kutsal mekanlardan biri olan Gola Çetu Zazaca: Suların birleştiği yer, Alevilikte kutsal sayılan doğal bir mekan. Dersimin kuzeyinde, Munzur ve Pülümür çaylarının birleştiği yerdedir. Hızır’ın Gölü olarak da bilinir. Yüzlerce yıldır Dersim halkı tarafından inanca göre her perşembe gecesi mumlar yakılarak ibadet edilip ve dargınlar barıştırılan bu kutsal mekan günümüz bugününde ciddi anlamda HES projeleri tehdidiyle karşı karşıya kalmaktadır. Önemli ölçüde tahrip edilen bu alan son saldırılarla tamamen yeryüzünden silinmek istenmektedir. Aslında yeryüzünde silinmekte olan bu tepe veya bu dağ değildir. Yukarıda da belirtildiği gibi halkın kutsal saydığı inanç, ibadet ettiği halk için değerli olan bir kutsal mekan olma özelliği taşıyan bu yer aynı zamanda bu halkın değerlerini, birlik beraberliğini ve benliğini sular altına almaktadır.
Bu anlamıyla bakıldığı bu zihniyetle meseleye yaklaşıldığı takdirde, Dersim’e baraj yapmakla kutsal sayılan yerleri sular altına bırakmakla bir Cami bir Kilise veya bir Sinagog yıkmak arasında hiç bir fark yoktur. Çünkü Dersimlilerin ibadeti inancıdır Gola Çetu ve diğer kutsal mekanlar. Dersimde kutsal mekanlardan biride olan Munzur gibi bir çayın üzerine onlarca baraj yapmak hangi enerjinin, hangi ihtiyacın ürünüdür. Açıkca görüldüğü gibi Dersim’de mesele Karadenizde olduğu gibi sadece Kâr hırsı değil halkın kutsal saydığı kendisini var ettiği kültürünü tarih sahnesinde silinme saldırısıdır.
Konu ile bir bağlantısı olacağı açısından bir arkadaşımın yaşamış olduğu gerçek bir olayı anlatmak isterim.
– Düzgün Baba’nın bulunduğu Dersim Nazımiye’de ikamet eden 3 arkadaş halkın arasında dolaşan “Düzgün Baba’da altın var” söylentileri üzerine, birgün Düzgün Baba’ya gidip altını çıkarmaya karar verirler.
– Halkın rivayetine göre altın Düzgün Babanın ayak izinin de bulunduğu evinin çevresinde altın olduğu düşünülür, bunun üzerine bu 3 arkadaş bir akşam vakti toplanıp Düzgün Baba’ya çıkarlar, hayli yüksek bir yol aldıktan sonra 3 arkadaş yorgun düşüp mola verirler. Yüksekten Dersim’e bakan bu gençlerden biri biran arkadaşlarına dönerek bir pişmanlık ifadesiyle “Yav biz ne yapıyoruz? Ne için geldik buraya.” der ve devam eder “Belki bir kaçımız nolduğu belirsiz bir dedikodu üzerine buralara zarar vererek zengin olabiliriz. Peki bir halkın geleceği, inancı, kültürü, ibadeti, onları birbirine sıkı sıkı bağlayan bağlar ne olacak? Milyonlarca insanı buluşturan yer değil mi Düzgün Baba bu 3 kişinin çıkarı yüzünden değer mi milyonlarca insanın beraberlik içerisinde, beraberlik içersinde, barış içersinde buluşturan bu mekana zarar vermek…” Der ve diğer 2 arkadaşında pişmanlığı üzerine zenginlik serüvenine son verip inançları olan Düzgün Baba’ya her perşembe mum yakıp geri dönerler… Çünkü onların özlem ettiği zenginlik olarak gördüğü şeyin Düzgün Baba’nın tepelerinde Dersim’e doğru baktıklarında bu halkın zenginliği altın değil de, birliği, beraberliği ve dayanışması barış içerisinde yaşamasıdır.
İş bu anlatılmaya çalışılan birkaç tane gözünü Kâr hırsı bürümüş Rio Tinto gibi sermaye ve altın arama şirketleri gibi zenginlik peşinden koşan bir avuç tekelci emperyalist talancılara milyonlarca halkımızın birlik beraberlik içerisinde tutan kutsal mekanlarımızı peşkeş çekmeyecektir.