Milli Parklar Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik, 18 Mart 2014 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. 1986 tarihli Milli Parklar Yönetmeliği’nin 5. maddesine eklenen yeni bölüm şöyle: “İçme suyu temini açısından yapımı aciliyet gösteren ve kamu yararı açısından vazgeçilmez ve kesin bir zorunluluk arz eden tesisler için uzun devreli gelişme planı şartı aranmaz. İlgili kurumların görüşleri alındıktan sonra yapılan bu tesisler uzun devreli gelişme planlarına işlenir”. Oysa hali hazırdaki Milli Parklar Kanunu’na göre, bir milli parkın içinde uzun devreli gelişme planı olmadan herhangi bir yapılaşmaya veya yatırıma izin verilmez. Planlanan yapının ekosistem ve yerelde yaşayan insanlar üzerindeki etkileri hesaba katılır. Nitekim Kanun, parkın kullanımı değil, korunmasını hedeflemektedir. Ancak yeni yönetmelikle bu durum tersine dönmüş oldu. Yani “kamu yararı” görülen ve yapılması zorunlu olan projeler, herhangi bir gelişme planı şartı aranmadan yapılabilecek.
Yönetmelikte yapılan bu yeni değişiklik en sade ifadeyle hukuk dışıdır. Kaldı ki eski yönetmelik yürürlükteyken bile Dersim’de Munzur Vadisi Milli Parkı’nın içinde ve civarında kurulmuş ve kurulmakta olan baraj ve HES’ler, Kırklareli’de İğneada Longoz Ormanları’nın yanı başında kurulmak istenen kömürlü termik santral, Antalya’da Köprülü Kanyon’da planlanan HES’ler ve daha nice yıkım projesi var olabilmişti.
Bunca hukuksal dalaverenin hedefindeki milli parkların durumu ise içler acısı. Koca Türkiye’de toplam 40 milli parkın kapladığı alan ülke topraklarının sadece %1’ine denk geliyor. Yeni değişiklikle artık yasal engeller de ortadan kalktığında, göz bebeğimiz kadar önemli ama bir o kadar da küçülmüş milli parklar tamamen yok olacak.
Milli parklar, “kamu yararı” kisvesi altında koruma alanı olmaktan uzaklaştırıp, kullanmanın cenderesine atılıyor. Bunun sonucunda şimdiki kuşakların, diğer canlıların ve gelecek nesillerin ormandan faydalanma, barınma ve su hakkını gasp edilecek. Çünkü bu düzenleme bizzat bunların yok olmasını sağlayacak sonuçlar doğuracak. Daha fazla elektrik elde etmek için yapılan hidroelektrik, kömürlü termik ve nükleer santralleri en temel yaşam hakkımız olan su hakkını gasp edecek. İçmeye değil, sanayiye ve endüstriyel tarıma daha fazla suyu hammadde olarak vermek için kurulan enerji ve su yapıları iklim değişikliğinin salladığı ve kuraklığın kavurduğu toprakları yok edecek. Buna birileri kamu yararı dese de, bu kamu zararıdır. Kamu yararı gerçekten gözetiliyor olsaydı, bir avuç kalmış milli parklar daha fazla kullanıma açılmaz, koruma altına alınırdı.
Türkiye’de kalkınma, büyüme, enerji, güvenlik ve hegemonya hedefleri doğrultusunda bugüne kadar uygulanan politikalar hem iklim değişikliğine hem de büyüyen bir su krizine yol açtı. Şimdi ise yaklaşan susuzluğa insani bir görünüm kazandırılarak “içme suyu ihtiyacı” adı altında krizin daha da büyümesine yol açacak adımlar atılmak istenmekte. Su ve orman gibi yaşamsal varlıklardan bizlerin ve gelecek kuşakların faydalanabilmesinin tek koşulu bu varlıkların korunmasında yatıyor. Milli park alanları içindeki su varlıklarının su şirketlerinin kâr araçlarına dönüştürülmesine izin verilemez. Su krizine çözüm oluşturmak isteyenlerin yapması gereken; dünyada sayılı içilebilir kalitede su barındıran Sapanca Gölü’nden endüstriyel amaçlı su çekenlerin, ambalajlı su şirketlerinin faaliyetlerini durdurmaktır. Aynı şekilde, su kullanımının yüzde 85’inden sorumlu olan endüstriyel tarım ve sanayi faaliyetlerine sınırlama getirmek olmalıdır.
Bugün kamu yararı adına bir şey yapılmak isteniyorsa hali hazırda kâr ve rant uğruna talan edilen doğal varlıkların acilen koruma altına alınması, kullanımlarının yasalarla engellemesi gerekir. İhtiyacımız olan milli parkların kullanımını değil, korunmasını sağlayan yasalardır.
Su Hakkı Kampanyası
20 Mart 2014