Su krizi iklim değişikliği ile birlikte büyüyor. Devlet ve şirketler, bu krizin nedenleri olarak nüfus artışını ve su tüketim alışkanlıklarını gösteriyor. Oysa Türkiye’de tüketilen su miktarının %85’inden endüstriyel tarım ve sanayi sorumlu. Hal böyle iken bireyin su tüketimine odaklı ve onun su tasarrufu yapmasına hedefleyen çözümler bir işe yaramıyor. Su krizinin esas sorumlusu şirketler ve onların sözcülüğünü yapan devletlerdir. Esas sorumlular su krizine tek çözüm olarak suyun ekonomik bir metaya çevrilmesi ve fiyatını yükseltilmesi olduğunu savunuyor. Bu sözde çözümleri 1997’den bu yana her üç senede bir başka bir ülkede yapılan Dünya Su Forumları’nda dile getirip, “tek yol özelleştirme” diyorlar. Suyun ticarileştirilmesi ve özelleştirilmesi sonucunda su fiyatları artmış, yoksulun suya erişimi daha da kısıtlanmış, suyu en fazla kirleten dev şirketler ise parasını ödeyerek suyu kirletmeye ve tüketmeye devam etmiş ve su krizi daha da büyümüştür.
Bugün de İstanbul’da Orman ve Su İşleri Bakanlığı ve Türkiye Su Enstitüsü (SUEN) ev sahipliğinde 3. İstanbul Uluslararası Su Forumu başladı. 2015 yılında Kore Cumhuriyeti’nde yapılacak olan 7. Dünya Su Forumu’na hazırlık niteliğinde olan bu üç günlük forumda hep aynı konu tartışılıyor. “Özelleştirmenin önünde var olan engeller aşılsın, devletler bunun için gereken yasal düzenlemeleri yapsın” deniliyor. Bu seneki forumda iklim değişikliğinin adı var, kendi yok. Yeşil büyümenin çözüm olarak savunulduğu bu forumu düzenleyenlere şunu sormak gerekiyor: daha nereye kadar büyüyeceksiniz? Bu gezegenin, suyun ve diğer yaşam kaynaklarının bir sonu olduğunu hala anlamadınız mı? Su hakkının adının nihayet geçtiği forumu düzenleyenlere ikinci sorumuz ise şöyle: Madem öyle 2010 yılında Birleşmiş Milletlerce kabul edilen su ve hıfzıssıhha hakkını Türkiye neden hala imzalamadı? Neden Su Kanunu taslağında su hakkının adı bile anılmıyor? Bir yaşam hakkı olan suyu endüstriyel tarımın, sanayinin ve enerjinin hammaddesi haline getiren yasalar, hukuksal düzenlemeler ve uygulamalar yüzünden son kırk yılda Türkiye’nin sulak alanlarının yarısı yok oldu. Halkın katılımı, havza bazında yönetim ve ekolojik öncelikler gibi evrensel ölçekte kabul gören kavramların içini boşaltarak kullanan bu forumda yıllardır “tek yol özelleştirme” deniliyor.
Su Hakkı Kampanyası olarak bizler, her şeyden önce su krizini piyasa koşulları içinde metalaştırarak, suyun fiyatını arttırarak, özelleştirerek, yerel yönetimleri ticari işletmeler haline dönüştürerek çözeceğini iddia eden anlayışa hayır diyoruz. Su kamusal bir varlıktır. Dolayısıyla su hizmetleri de kamusal hizmet alanı içinde verilmelidir. İçme, temizlik ve pişirme gibi birincil ihtiyaçlara yönelik insani kullanım, geçimlik tarım ve diğer canlıların yaşamlarını sürdürebilmeleri için gereken suyu tehlikeye atacak hiçbir faaliyete izin verilmemelidir. Yaşam hakkının en temel unsuru olan su hakkı gasp edilemez. Bu nedenle su hakkının anayasal güvence altına alınması gerekir. İklim değişikliğini hesaba katmadan da su krizi çözülemez. Bir an önce fosil yakıtların kullanımına son verilsin, bunlar yerine yenilenebilir (rüzgar, güneş) enerjilerin kullanımına geçilsin, enerji verimliliği ve tasarrufuna öncelik verilsin.
Su Hakkı Kampanyası şirketlerin ve onların koruyuculuğunu yapan devletlerin düzenlediği 3. İstanbul Uluslararası Su Forumu’nun başladığı günde tüm dünyaya “Tek yol özelleştirme değil, tek yol suyun tüm insanlar, gelecek nesiller ve diğer canlılarla adil paylaşımı ve korunması” diyor.
Su Hakkı Kampanyası
27 Mayıs İstanbul