Kaynak: Haber Ekspres
İzmirlilerin tepkilerine rağmen, kentin tek su toplama havzasında 2011 yılında açılan Kanadalı Eldorado Gold’a ait TÜPRAG Efemçukuru altın madeni, bulduğu yeni rezervler üzerine kapasite artırımı ve işletme süresi uzatımı talebinde bulundu
Halime Özçelik-Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı ve EGEÇEP Dönem Sözcüsü Ali Osman Karababa ile madenin verdiği dönülmez zararları konuştuk.
* Tahtalı ve Çamlı Barajı havzasında bulunan Efemçukuru’nda, Kanadalılara ait TÜPRAG altın madeni çeşitli usulsüzlüklerle ve İzmirlilere rağmen işlemeye devam ediyor. Kapasitesini 2.4 katına, işletme süresini 17 yıla çıkarmayı öngören ÇED raporu da Bakanlıkça onaylandı. Karşı davalar açıldı. 17 Eylül’de kapasite artırımı ile ilgili ve su havzalarına zararlı mı değil mi diye keşif yapılacak. Siz yıllardır zararlı olduğunu anlatmaya çalışıyorsunuz. Efemçukuru altın madeninin işleme tekniği nedir ve İzmir’in suyunu nasıl kirletiyor?
Efemçukuru, cevherin çıkarılmasından nihai altın üretimine kadar tüm aşamaları içermiyor. Cevher çıkarıldıktan sonra TÜPRAG’ın Kışladağ’daki işletmesine gidiyor, siyanürle altının alınması işlemi orda yapılıyor. Burada cevher çok miktarda olduğu için onu yoğunlaştırarak miktarını düşürme tekniği uygulanıyor. O yüzden flotasyon da denilen kavurma işlemi yapılıyor. Cevher zenginleştirme işlemi aslında bu. İçinde kükürt olan bir cevher yapısı, toprak yapısı var buralarda. Altının elde edilmesi için cevherin mutlaka küçük tanecikler halinde parçalanması gerekiyor, altın onun içinde mikron düzeyinde minicik zerrecikler halinde. O yüzden toprağın una çevrilmesi sırasında havanın nemi, sıcaklık vs. gibi etkilerle, oksijenin de katkısıyla o kükürt, sülfirik asite dönüşüyor. Böylece cevherin elde edilmesi sırasında, toprağın ağır metallerinin bileşik yapıları parçalanıp elementer zararlı formlara dönüşüyor. Asit kaya drenajı veya asit maden drenajı denilen bu süreçte sülfirik asit, siyanürün yaptığı işlemi yapıyor. Ağır metalleri ortaya çıkarıyor. Başta arsenikten bahsediyoruz; çünkü en çok arsenik var cevherin içinde. Onun dışında kurşun var, civa var, kadmiyum var, çinko var vs. Jeolojik yapının özelliklerine göre içerik değişiyor. Ama bunlar en sık rastlanan ağır metaller. O yüzden bunların serbestleşmesi ve doğaya saçılması demek, o coğrafyada yaşayan tüm canlıların bundan etkilenmesi demek. Bu besin döngülerine giriyor. Su kaynaklarına karışıyor. O suyu içen hayvanlara, insanlara, o sudan yararlanan bitkilerin yapısına geçiyor. Ve böylece döngü tamamlandıkça zararlı etkiler, çemberin içinde artarak devam ediyor. O yüzden de buradaki teknik ne olursa olsun, son siyanür işlemi burada yapılmasa bile, Efemçukuru altın madeni doğaya düşman.
*Maden, İzmir’in su kaynaklarını nasıl etkiliyor?
Efemçukuru yüksek kotta. Su kaynakları aşağıda. Coğrafi koşullar gereği toprağın yapısı nedeniyle, su kaynaklarının etkilenmemesi olası değil. Bu etki alanında Tahtalı Baraj gölü duruyor en başta. Madenin kot nedeniyle yeraltı yatakları üzerinden kirletmesi bekleniyor. İzmir’in suyunun üçte biri oradan geliyor. Yarımada tarafındaki diğer tüm su kaynaklarını etkileme riski var. O yüzden TÜPRAG madeninin çalışması, İzmir için kabul edilmez. Yaşamla birlikte olamayacak bir yapı.
Madenin bulunduğu alan, orada yapılması planlanan Çamlı Barajı’nın su toplama havzası içine giriyor idi. İdi diyorum çünkü Çamlı Barajı projesi yok artık. Daha doğrusu muallakta. Altın madeni olmadan önce Belediye’yle beraber DSİ yapacaktı projeyi. DSİ, hükümetin verdiği destek nedeniyle süreçten çekildi. Bu sefer Belediye ben bunu öz kaynaklarımla yaparım dedi. Belediye’ye izin vermediler, ÇED raporu geçmedi. Çamlı Barajı’nın yapılması artık imkansız bir hale geldi. Çünkü maden çalışıyor.
İzmir su açısından özellikle madenlerin ciddi tehdidi altında. Bir tarafta Efemçukuru, bir tarafta Çaldağı nikel madeni, öbür tarafta Gördes nikel madeni. Hepsi İzmir’in su kaynaklarını çok ciddi boyutlarda tehdit ediyor. Çaldağı işletmeye geçtiği zaman Sarıkız su kuyularını kirletiyor, Gediz havzasını yok ediyor. Gördes nikel madeni çalışsa, Gördes Barajı’nın su toplama havzasının içinde. Orada yapılacak en az iki ya da üç baraj adı geçiyor, onları da aynı şekilde kirletme potansiyeli olan bir alanda yer alıyor. O zaman İzmirli nereden su içecek? Çamlı Barajı’nın yapılmamasına karşılık Gördes’ten su veriliyor İzmir’e. Biz ahlaksız teklif diyoruz buna. Gördes nikel madeni orayı hallettiğinde, o iki tane devasa boruyla gelen su artık kullanılamaz olacak. Aynı ağır metaller o suyun içinde de olacak. Arseniği temizlemek için 25 milyon dolar yatırım yaptı belediye. Cıvayı temizlemek için, kurşunu temizlemek için, kadmiyumu temizlemek için hepsi için ayrı ayrı tesisler mi kuracaklar? Çünkü bunların hepsini tek bir tesisle arıtamıyorsunuz. Ayrı ayrı arıtma teknikleri geçerli. Bu kabul edilebilir bir şey değil.
En basit yol madene izin vermeyeceksin, kirletmeyeceksin, o nedenle temizlemeye de ihtiyaç duymayacaksın. Doğanın kuralı bu. Bizim anladığımız da bu. Ama ne yazık ki hükümetin görüşü bu değil. Hükümetin görüşü her şeyi paraya çevirmek. O yüzden de tüm madenler çalışsın, tüm HES’ler yapılsın, termik santraller, çimento fabrikaları yapılsın. Onların derdi o.
*Çamlı Baraj havzası etrafında 5 baraj (Tahtalı, Kavaklıdere, Balçova, Seferihisar ve Ürkmez Barajları) ve 7 gölet (Segen, Yeniköy, Çatalca, Balaban, Ulamış, Urla Bademler ve 9 Eylül Göletleri) var. İzmir’in tek su toplama havzası olduğu söyleniyor. Böyle bir bölgeye hangi akla hizmet altın madeni işletme izni veriliyor?
Bunun akılla ilgisi yok. Tüm bu koşulları Çevre Bakanlığı da, Hükümet de biliyor. Bilmemeleri olası değil. Çünkü itirazlar var, raporlandırmalar var. Bile bile bu madene ve benzerlerine izin veriyor iseniz bunun adı, bu ülkenin kalkınması olmaktan çıkıyor. Bunun adı başka birilerinin kalkınması oluyor. Vatandaşın aleyhine birilerinin kalkınması oluyor. Onun için ben bunu vatanseverlikle bağdaştırmıyorum. Ben insanın kanser olarak refah içinde yaşayabileceğini düşünmüyorum.
*Su kaynaklarımız şu an kirlendi mi peki?
Su kaynaklarındaki kirlenme jet hızıyla gitmiyor, yüzeyel su örneklerinde gördüğümüz kadar hızlı değil, yavaş yavaş oluyor. Daha göreceli yavaş çalışan bir mekanizma var. O nedenle yeraltı su kaynaklarındaki kirlenme de yavaş oluyor. Bunları sürekli izleyip analizlerinin yapılması gerekir. Kaynakların madenle ilişkisine, yakınlığına, kirletilme düzeylerine göre değişebilen süreçler. Ama uzun erimli bir dönemde bu madenin yöredeki su kaynaklarını ciddi bir şekilde etkilemesi bekleniyor.
Efemçukuru altın madeninin ilk sondaj çalışmaları yapılırken dava süreçleri de söz konusuydu. Bilirkişi heyetiyle keşfe gidildi. Bir sondaj borusu çakılmış. Borunun çakıldığı yerden su çıkıyor. Yani yeraltı su kaynağına ulaşmış sondaj ve oradan su çıkıyor. Bunun anlamı ne? O sektörde bir maden galerisi açtığın zaman, o su kaynağını yok ediyorsun. Jeolojik bir katmanı bozmuş oluyorsun. Su bir yerlere kaçıyor ve orada yaptığın her işlem o su kaynağını kirletiyor.
*Şimdiye kadar maden kaynaklı olduğu tespit edilmiş ölümler kalımlar, doğa tahribatı var mı?
Geçen yıl Kokarpınar deresinin geçtiği Kavacık köyünde balık öümleri, hayvan ölümleri oldu. Maden açılma aşamasındayken biz o köye gittik. Kahvede insanlarla sohbet ediyoruz. Bir bölüm insan bize kötü kötü bakıyor. Çünkü madenin yüzeyel sularını kirleteceğini, içen hayvanların öleceğini anlatıyoruz. Bir süre sonra o köyün suyu kirlendi ve hayvanları öldü. Köylüler ah vah etti ama iş işten geçti. Çevredeki bütün yüzeyel su kaynakları madenden kaynaklı kirleniyor. Bunu kimse reddedemez. Su kaynaklarından örnekler alıp analiz ettirirseniz, bütün su kaynaklarının az veya çok kirlendiğini görürsünüz.
*Halk sağlığını ve doğayı bu tahribatlardan korumaya dönük yasalar yok mu ya da altıncılar bunları nasıl aşıyor?
Su havzalarının korunmasına dair mevzuatı değiştirdiler. Mutlak birinci, ikinci, üçüncü koruma alanları; uzak koruma alanları diye kavramlar var. Bunların hepsini madenciler lehine değiştirdiler. Alanları daralttılar, bu alanlar içinde yapılamayacak işlevleri yapılır hale getirdiler. Öyle olunca su da kirleniyor. Kaçınılmaz olarak gelecek, bu ağır metallerin getireceği hastalıklar neyse onların artması yönünde olacak.
*Kapasite artırımında şirket avukatlarının temel savunması, Çamlı Barajı’nın yapılmayacağı tezine dayanıyor. DSİ ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na göre baraj yapılmasına gerek yok. İzmir’in bu baraja ihtiyacı yok mu sahiden?
Böyle bir cümle kurmak aptallıkla eş değer. Bugün Türkiye’de ve dünyada bir damla suya bile çok ama pek çok ihtiyaç var. Ben görmem ama siz görürsünüz, Kuzey Afrika’da var olan iklim kuşağı Türkiye’ye geliyor. Türkiye’nin iklim kuşağı da Kuzey Avrupa’ya kayıyor. Bunun anlamı da şu: Türkiye çok sıcak, çok kurak bir iklim kuşağına doğru gidiyor. Onun için biz elimizdeki su kaynaklarını kirletmek bir tarafa, onları cimri insanlar parayı nasıl saklıyor, koruyorlarsa öyle korumak zorundayız.
Ben insanlara hep şunu söylüyorum: Şurada tonlarca altınınız olsa onu içebilir misiniz veya onu yiyip yaşamınızı sürdürebilir misiniz? Hiçbir naneye yaramaz. Ne içebilirsiniz, ne yiyebilirsiniz. O madenleri çıkardığınız sürece hem gıdadan hem sudan kendinizi uzaklaştırıyorsunuz. Bu kadar net. O yüzden burada İzmir’in Çamlı Barajı’na ihtiyacı yok, o yüzden de biz kapasite artırabiliriz demenin bilimle, insaniyetle, akılla bağdaşır bir tarafı yok. Eğer ki sermayeye satılmışlığı yok ise böyle bir cümleyi hiçbir bilim insanı, mantıklı, ahlaklı insan söylemez. Bu tam anlamıyla ahlaksızlık.
* Madeni denetleyen bir kurum var mı?
Madeni denetleyen kurumlar var kuşkusuz. Kamunun ilgili birimlerinden görevlendirilmiş sorumlu insanlar var. Suyla ilgili denetim var, kuyularla ilgili denetim var, jeolojik yapılanmaları denetleyen ekipler var ama hükümetin kamu üzerinde bir baskısı da var. Ya benimle olacaksınız ya da susacaksınız diyor. Böyle bir şeyde ne yaparsınız? Ya gerekeni yapar ya da susarsınız. Orada kimin neyi ne kadar doğru yaptığı benim için ciddi kuşkulu. İnsanları bire bir suçlamak istemiyorum ama eğer ki madenin çalışma ilkeleri bizim bildiğimiz gibi ise, ki öyle, eğer bu maden kirletmeden duramayacaksa, ki öyle, o zaman burada çalışan insanların görevlerini hakkıyla yaptıkları da kuşku götürür bir şey.
*Peki vatandaş olarak benim bunları öğrenme hakkım yok mu?
Hak verilirse haktır. Bilgi edinme yasası çerçevesinde bilgi istiyorsunuz, cevap geliyor; ‘Ticari sırdır, verilemez’ diye.
*Öyleyse bu veriler kapalı.
Kesinlikle. Durumu aydınlatacak, madenin aleyhine tüm veriler kamuoyuna kapalı.
O maden tüm denetimlere, şeffaf biçimde açık olmalı. Kitle örgütleri gidip denetim yapabilmeli. Çünkü biz kamunun denetimine güvenmiyoruz. Bunu çok açık söylüyorum. Kamu derken devletten bahsediyorum. Onların aldıkları tüm kararlar sermayeden yana. Toplumdan yana değil. Temiz dedikleri hiçbir suyun temiz olduğuna inanmam. Güvenilir bir işlem dedikleri hiçbir şeye inanmam.
Madenciler kendilerini korumak için ne gerekiyorsa yapıyor. Yasa çıkarmak gerekiyorsa çıkartıyorlar, satın almak gerekiyorsa alıyorlar, susturmak gerekiyorsa susturuyorlar. TÜPRAG Kışladağ’da 5 milyon dolar sorumluluk projesi yaptığını açıkladı. Niye ben haklı yere elde ettiğim 5 milyon doları vatandaş için harcayayım!?
*Ne yaptılar merak ettim, cami duvarı mı yaptılar!
Camileri tamir ettiler, okulları boyadılar, su getirdiler, yol yaptılar vs. Neyi ne kadar yaptılar, bunun bütçesi 5 milyon dolar mı değil mi o ayrı bir tartışma konusu. Şirketin açıklaması bu. Neden? Bu kadar mı çok seviyorlar bizi? Kanada’nın bilmem ne şirketi bizi bu kadar mı çok seviyor?
*İzmirliler ve İzmir’in yöneticileri durumun farkında mı acaba?
Sevgili Aziz Kocaoğlu biliyor. Bizim söylediklerimizi, başka yerlerden elde ettiği verileri hepsini dosyaladı; bunu hükümetin üyelerine, kendi partisine götürdü. Herkese anlattı derdini. Çamlı Barajı’na İzmir’in ihtiyacı var, Efemçukuru altın madeninin yapılmaması gerekiyor diye. Ama gelinen nokta bu. ‘Ben elimden geleni yaptım, engel olamadım’ diyor.
Toplumun gücünün yetmeyeceği hiçbir şey olamaz. O güç burada, halkta. Önemli olan o gücün bir şeyi istemesinde. Ama onu istemiyor İzmir şu an. Ne kadar farkında, o ayrı bir tartışma konusu. Sizinle konuştuklarımızı daha özet ya da daha geniş bir biçimde çok farklı yerlerde, konferanslarda, panellerde bir sürü insana anlattım. Televizyonlara çıktık anlattık. Biz İzmirli suyuna sahip çıkmıyor diyoruz.
*İZSU maden havzası içindeki su kaynaklarını kontrol edebiliyor mu?
Etme görevi var. Dediğim gibi Belediye karşı. Ama Belediye ne Gördes’le ilgili ne burayla ilgili davalar içinde çok etkili bir rol almadı. Belediye topluma sağlıklı su vermekle yükümlü, yasalarla görevlendirilmiş bir kurum. O zaman sen topluma su verdiğin kaynakları veya verme olasılığın olan kaynakları korumakla yükümlü bir kurumsun. Bunun için de elinden gelen her şeyi yapmak zorundasın. Yasaların yettiği yere kadar onunla, yetmediği yerde halka dönerek. Barajı yaptırmıyorlar sana. Vatandaşa anlat bunu. Herkes bilsin, ondan sonra vatandaş senin yanında olsun. Tepkimizi topluca verelim.
Mahkemeler artık eskisi gibi topluma yarar sağlayan kararlar almıyor. Yerelde kazanılan davalar, Danıştay’da bozulabiliyor. Şimdi çevre mücadelelerini kazanmak için çok güçlü halk desteği gerekiyor artık. O sağlanırsa davalar da kazanılıyor.
*Anlattıklarınız insanın içini de, ensesini de karartıyor! Suyumuza ve hayatımıza sahip çıkmak için ne yapacağız biz?
Biz hala uğraşıyoruz, yılmadan dava açıyoruz, anlatıyoruz, elimizden geldiğince eylemler yapıyoruz. Her şey bitmiş değil, olanaklar hala var. Yasal olarak kapatılabilir. Yeter ki hükümet, mahkemenin verdiği kararları uygulasın. Veya hükümet vatandaşın istediğini uygulasın. Çünkü bu ülkenin sahibi insanlar, hükümet değil. Hükümet bizi temsilen seçilmiş insanlar. O nedenle bu coğrafyada yaşayanlar, eğer biz bu madeni istemiyoruz diyorlarsa hükümet bunu kurmayacak. İnsani olan, demokratik olan süreç bu.
Türkiye’de hükümetin politikası insan sağlığını, doğayı korumak değil tam tersine madenlerin çalıştırılıp hepsinin paraya dönüştürülmesi yönünde. O meşhur cümle var ya; ‘Zengin madenlerin fakir bekçisi mi olacağız?’ diye. Ben fakir bekçi olmaya razıyım. Fakir olup hasta olmamak, zengin olup hasta olmaktan daha iyi. Aslında zengin de olmuyoruz, o da yok. Çünkü o cevherler işlendikçe paralar birilerinin cebine giriyor. Toplumun cebine girmiyor. Nasiplense razı mı olacağız? O da değil, ona da razı değiliz; çünkü bizim açımızdan yaşam kutsal, her türlü canlının yaşamı kutsal. O yüzden de biz madenin mutlaka işlevinin sonlandırılması, benzer madenlerin de asla açılmaması taraflısıyız.
Madeninin kapasitesi 2,4 kat arttırılıp, çalışma süresi 17 yıla çıkarılmak isteniyor
EGEÇEP Avukatı Arif Ali Cangı
Efemçukuru TÜPRAG altın madeninin aldığı kapasite artırımı olumlu ÇED raporuna karşı açtığımız davanın bilirkişi keşfi 17 Eylül’de yapılacak.
Kapasite artırımına ilişkin 2012 ÇED raporunda, 2005 yılında ÇED olumlu raporu alınan alanın üzerine konumlandığı bu rapor da olumlanmalıdır anlayışı var! Bir madencilik ve kimya sanayinin çevre etki değerlendirilmesinde ‘içerik- hacimsel büyüklük ve faaliyetin süresi’ çok önemlidir. Dolayısıyla 2005 ÇED’ine yaptığımız cevherli zon ve yan kayaçlardaki yoğun sülfürlü minerallere bağlı ‘asit maden drenajı ve ağır metal’ kirliliğinin boyutları ek kapasite artırımıyla ürkütücüdür.
2012 ÇED’inde işlemlerin boyutları beş misliye varan boyuttadır.
· Toplam cevher rezervi 2.5 milyon tondan 8.5 milyon tona,
· Yıllık cevher üretimi, 250 bin tondan 600 bin tona,
· Faaliyet süreci 12 yıldan 17 yıla,
· Ekonomik olmayan kaya (PASA) 660 bin tondan 3200000 tona ve yüzeyde kapladığı stok alanı 4.74 hektardan 12.32 hektara,
· Ortaya çıkacak proses atığı (kuru! atık) 2.2 milyon tondan 8 milyon tona ve yüzeyde kapladığı deponi alanı 7.67 hektardan 16.18 hektara çıkacaktır (2012-ÇED Tablo 1.1, sayfa 7).
· Üstelik bu deponi alanlarının 2/3’ü madenin güney doğusunda, Efemçukuru köyüne bakan yamaçta, köye 360 metre mesafede (kuru atık-1, kuru atık-2) yer almaktadır.
· Köy ile arasında batıya akışlı derecik ve üzüm bağları ve tarım arazileri vardır.
· Atık depolama alanları (demir sülfitli flotasyon atıklarıdır) hem asit maden drenajı ve ağır metal salınımı ile yüz yıllar boyunca tehdit oluştururlar hem de işgalden dolayı yüzlerce yıl kaybedilmiş tarım alanlarını oluştururlar.
Özet olarak; Efemçukuru’ndan çıkarılacak altına karşılık İzmir’in geleceği yok olacaktır. Yöredeki kaya arsenikten zengindir. Kazıldığında milyonlarca yıldır doğayla barışık yaşayan başta arsenik olmak üzere bütün ağır metaller hareketlenecek, yeraltı ve yerüstü sularına karışacaktır. Ayrıca kavurma (kalsinasyon) işlemi sırasında atmosfere salınacak gazlar sonucunda İzmir’e ve civarına asit yağmurları yağacaktır. Yani tehlike çok büyüktür.
Efemçukuru konusundaki tercih ya İzmir’in suyunun korunmasından yana ya da Altıncı Şirketin çıkarlarından yana olmaktır. İşletmeye izin verilmesi, üstelik kapasitesinin arttırılmasında yetki İzmir’in yaşamından, geleceğinden yana değil, Altıncı Şirketin çıkarlarından yana kullanılmıştır. Geliyorum diyen tehlikeye dur demek gerekmektedir. İzmir gelecekte susuz bırakılmak istenmiyorsa, Efemçukuru altın madeni mutlaka durdurulmalıdır.