Önümüzdeki haftasonu, Birleşmiş Milletler’den bir araştırma heyeti Detroit’i ziyaret edecek. İlgilendikleri ise terk edilmiş binalar, otlarla kaplanmış araziler ve kepenk indirmiş fabrikalar değil Detroit Su ve Kanalizasyon idaresi faturalarını ödemeyen hanelere hizmet vermeyi kestiğinden beri bir kriz haline gelen “su” meselesi olacak.
Detroitlilerin bir kısmı Birleşmiş Milletler heyetinin şehre gelmesinin üçüncü dünya ülkesi muamelesi görmelerine yol açacağından endişeli.
Detroitliler suyun temel bir insan hakkı olduğunu ve dünyanın en zengin ülkesinde insanların susuz kalmasının bir insan hakları ihlali olduğunu düşünüyorlar.
80 bin hanenin sularının kesilmesi tehdidi altında olduğu Detroit’teki durumun aşırılığı ortada fakat dünyanın geri kalanı için de aynı soru geçerli: İçme suyuna erişim bir insan hakkı mı yoksa su ve atıksu hizmeti, tıpkı diğer hizmetler gibi temel belediye hizmetlerinden biri olarak ücret ve vergiye tabi tutulabilir mi?
BM heyeti ziyaretini zorunlu kılan Temmuz’da Detroit’te yapılan ve gözaltılarla biten protestolar olmuştu. Geçtiğimiz hafta ise OECD ülkeleri içerisinde su kullanımı için vatandaşlarından ücret talep etmeyen tek ülke olan İrlanda’nın başkenti Dublin’de 50 binden fazla insan, su sayaçları takılmasına karşı “Susuzluk Bakanlığı” pankartlarıyla sokağa çıktı.
Bu iki örnek dışında da, suyun özelleştirilmesi pek çok yerde direnişle karşılaşıyor. Brezilya’da, Sao Paulo’da özelleştirme ve kuraklığın üst üste gelmesi sonucu şehrin yarısı, özellikle de çeperlerde yaşayanlar su hizmetinden mahrum kaldı. Ağustos’tan beri protestolar sürerken, taşınan bir pankart her şeyi çok açıkça özetliyordu: Suya para ödüyoruz fakat “hava”mızı alıyoruz!
Bu protestolar, 2000 yılında Bolivya’da, Cochahamba’da suyun özelleştirilmesine karşı gerçekleştirilen, polisin yoğun biber gazı kullandığı ve hatta kan bile döktüğü protestoları anımsatıyor. Bu sene Temmuz’da ise Ekvador’da yerli halk, kendi su kaynaklarını yönetmelerini engelleyen yasayı protesto ettiler.
İnsanları kaygılandıran sadece özelleştirme değil, suyun ihracı da… Geçtiğimiz yaz Teksas, Mafra’da vatandaşlar şehrin suyunun hidrolik kırılma yöntemi ile kaya gazı çıkaran şirketlere satılmasını protesto ettiler; arabalarını ve kamyonları sembolik olarak yangın musluklarının önlerine park ettiler.
Peki, tüm bunlar bir yana, su bir kamusal varlık mıdır? Ve ücretsiz mi olmalıdır? 2010’da BM, “temiz ve içilebilir içme suyuna erişme ve hıfzıssıhha” hakkını temel bir insan hakkı olarak tanıyarak bu sorunu çözmüş oldu. BM’nin bu seneki raporuna göre temiz suya erişememekten kaynaklı ölümlerin sayısı dünya çapında şiddet kaynaklı ölümlerden önde geliyor. Gelişmekte olan ülkelerde 800 milyondan fazla insanın temiz suya erişim imkanı yok, ayrıca hijyenik olmayan altyapı sistemleri dolayısıyla kolera ve tifo gibi su yoluyla bulaşan hastalıklar yayılıyor.
BM’nin dili iç savaş, sert kıtlık ve yetersiz altyapı kurbanları için oldukça iyi niyetli fakat kimse bunun gelişmiş ülkelerde de uygulanması gerektiğini düşünmüyor. Detroit ve Dublin’deki protestoları eleştirenler, protestocuların ellerindeki son model telefonlardan ve evlerindeki kablolu TV bağlantılarından dem vuruyordu. Washington Times yürüyüşlerin haberini “Beleşçiler ve yardakçıları, Detroit’te otlakçıların geleceği için yürüyor!” şeklinde yaptı. Bazı bağışçıların su borçlarını ödeyerek su hizmetinden mahrum kalanları kurtarma girişimi kimileri tarafından takdir edilse de, kimileri tarafından ise sömürüyü meşrulaştırdığı gerekçesi ile yerildi.
Akıllı telefonlar hikayesi gerçeği saptırıyor. Gerçek şu ki, Detroit’te sularını kaybetme riski ile karşı karşıya kalanların büyük çoğunluğu yoksullar. Detroit, ABD’de yoksulluk oranının en yüksek olduğu şehir. Yoksulluk ve susuzluğun kesişimi akıllara “kıtlık bölgeleri”ni (gıda tedarikinin düşük olduğu bölgeleri) getiriyor. Bu bölgelerin paradoksu şudur: Yoksullar sağlıklı yiyeceklere ulaşamadıkları için ucuz ve sağlıksız yiyeceklerle beslenmeye başlarlar. Fakat suya gelince, su için böyle bir alternatif yok.
Su hayat için esastır. Herkes okula gitmez, herkes restoranda yemez ya da araba sürmez ama herkes her gün su içer.
USA Today araştırması 2000 yılından bu yana 20’den fazla Amerikan şehrinde su kullanımının 2 kat arttığını ortaya koyuyor. Avrupa şehirleri de benzer bir gidişat izliyor.
Dünyada kentleşme oranı gitgide artarken yeterli su sağlama meselesi hafife alınacak bir mesele değil. 2013’te Water Policy’nin yaptığı araştırmaya göre, nüfusu 100 binin üzerinde olan şehirlerin %50’si su kıtlığı yaşanan bölgelerde kurulmuş. Üstelik suya yakın ve bol su bulunan bölgeler de nüfus artışından dolayı su tedariğinde sıkıntı yaşıyor (Detroit ve Dublin gibi).
Örneğin, Avustralya’nın Adelaide kentinde suyun %90’ı başka bölgelerden çekiliyor. Suda ihracata bağlılığı azaltmak için, şehir şimdi deniz suyunun tuzsuzlaştırılması gibi pahalı yeni yöntemler deniyor. Şehirde su fiyatları bir sene içerisinde %200 artmış.
Suyun özelleştirilmesinin, bu maliyetleri örtebileceği iddia ediliyor. Fakat özelleştirme karşıtları bunun sadece fakir ile zengin arasındaki uçurumu derinleştirmeye yarayacağını, yalnızca parası olanların temiz ve sağlıklı suya erişebileceğini söylüyor. Onlarca ülkeden su uzmanları, Dünya Bankası’na yazdıkları açık mektupta su şirketlerinin hiç bir zaman uzun erimli, sürdürülebilir işlerin ve ihtiyaç sahiplerine su ulaştırmanın peşinde olmadığı belirtilerek suyun özelleştirilmesi eleştiriliyor.
Detroit için, çözüm ideolojik değil pratik bir vurgu yapabilmekte. Önümüzdeki hafta sonu BM heyeti Detroit yetkilileri ile görüşecek. Detroitlilerin talebi ise karşılanabilir bir ücret ile suya erişmek. Yoksa sonlarının bir üçüncü dünya şehri gibi olacağından korkuyorlar.
Kaynak: The Guardian