Kaynak: Arif Ali Cangı, Haberekspres, 10 Ağustos 2015
Bu köşede 25 Mayıs’ta “Su’yla Merhaba” demiştim ve ilk yazıda Efemçukuru altın madeninin kapasite artırımı Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) iznini mahkemenin iptal ettiğinden, mahkeme kararı ile tespit edilen tehlikeden bahsetmiştim. Görülen davada yapılan keşifte “kuru atıktan alınan örneklerin analizi sonucunda, arsenik (As), kadmiyum (Cd), bakır (Cu), kurşun (Pb), mangan (Mn), nikel (Ni), selenyum (Se), kükürt (S), çinko (Zn) elementlerinin dünya kabul ortalaması (DKO) seviyelerini aştığı” tespit edilmiş, bunun üzerine mahkeme kapasite artırımına izin veren ÇED iznini iptal etmişti. Yani; İzmir’in su havzası olan Efemçukuru yöresinde kanser yapıcı ağır metal kirliliği başlamıştı ve buna ilişkin derhal önlem alınması gerekiyordu, bu yüzden kirletici etken olan Efemçukuru altın madeninin derhal kapatılması konusunda İzmir Valiliği’ne, Sayın Mustafa Toprak’a, su havzalarını korumak, bize temiz içilebilir su sağlamakla yükümlü olan İzmir Büyükşehir Belediye’sine, Sayın Aziz Kocaoğlu’na çağrıda bulunmuştum.
Yazıdaki çağrılar dışında, aynı talepleri davanın tarafı olarak, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na, İzmir Valiliği’ne ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na yazılı olarak iletmiştik. Başvurulara Büyükşehir Belediyesi’nden “Bizim yetkimiz yok” yanıtı geldi. Valilikten de kapasite artırımına ilişkin işyeri açma ve çalışma ruhsatının iptal edildiği, önceki ÇED iznine dayanan ruhsat haklarının baki olduğu bildirildi. Bu yanıtlar üzerine; nasıl olur, kirlettiği tespit edilen işletmenin faaliyetine nasıl izin verilir sorularını sormaya, su havzasını korumakla yükümlü olan Büyükşehir Belediyesi’nin ‘yetkim yok’unu sorgulamaya hazırlanırken, geçtiğimiz perşembe günü bir haber sitesi kapasite artırımı için şirketin yeniden başvurduğu haberini duyurdu. Haber üzerine yaptığımız araştırma sonunda; gerçekten de mahkeme kararındaki ağır metal kirliliği tespitleri karşısında Çevre Kanunu’nun 15. maddesi gereğince madenin faaliyetinin tamamıyla durdurulması gerekirken, mahkemenin iptal ettiği kapasite artırımını yeniden hayata geçirmek için yeni ÇED süreci başlatılmış, başından değil ortasından başlanmış, 20 Ağustos’ta İnceleme Değerlendirme Komisyonu (İDK) toplantısı yapılacağı duyurusu yapılmış.
( <http://www.csb.gov.tr/iller/izmir/index.php?Sayfa=duyurudetay&Id=44796> )
Bunun anlamı şudur; şayet önüne geçilmez ise muhtemelen eylül ayı sonuna kadar mahkemenin iptal ettiği izin yeniden çıkabilir.
Şayet bu ülkede birazcık hukuk kalmışsa; ciddi kirlilik tespiti içeren mahkeme kararı ortada dururken Efemçukuru altın madenine hiçbir izin verilemez, başlatılan yeni ÇED süreci mahkeme kararının arkasından dolanılmasıdır ve suçtur. Yapılan İzmir’in hayatı için büyük bir tehdittir, İzmir’e ihanettir.
Buradan İzmir Valisi Sayın Mustafa Toprak’a bir kez daha sesleniyorum; İzmir’e bir kere gelenler bir daha gidemez, emekli olunca İzmir’e yerleşirler. İzmir’in geleceği için yol yakınken yeni ÇED sürecini durdurun, yasal yetkinizi kullanın ve Efemçukuru altın madenini mühürleyin.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Aziz Kocaoğlu yıllar önce Efemçukuru Üzüm Festivali’nde su havzasını kirletecek hiçbir faaliyete izin vermeyeceğine dair ‘namus sözü’ vermişti, buna bizzat tanık olan kişi olarak ona da sesleniyorum; Sayın Başkan, Büyükşehir Belediye Yasası size su havzasını koruma görev ve yetkisini tanıyor, sözünüzü tutun, yetkilerinizi kullanın, kararınız uygulanmazsa İzmirlileri Konak Meydanı’nda toplayın ve destek isteyin, halkın örgütlü istek ve iradesine karşı hiçbir iktidar tepkisiz kalamaz.
Bir çağrım da sizlere, yaşadığı kentin sağlığından sorumlu hisseden, çocuklarına sağlıklı bir gelecek bırakmak isteyen siz İzmirlilere; sessiz kalmayın, demokratik haklarınızı kullanın, Efemçukuru altın madenini önlemek için yıllardır uğraşan İzmir-Bergama, Eşme, Sivrihisar, Havran/Küçükdere Elele Hareketi ve EGEÇEP’in çağrılarına kulak verin, yaşam savunucularına katılın, yarın çok geç olabilir.
Geçen haftaki yazımda her nasıl olduysa Anayasa’nın 34. maddesinin değişiklikten önceki hali de çıkmış. Doğrusu; “Herkes, önceden izin almadan silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir” olacaktı, özür dilerim. Bu şunu gösteriyor; neresini değiştirirseniz değiştirin, altındaki zihniyeti hortlayıp ortaya çıkıyor. Türkiye’nin demokratik bir toplum olabilmesi için 12 Eylül Anayasası’nın hepten değişmesi ve 12 Eylül zihniyetinden kurtulmak şart, başka çare yok. Hukukun üstünlüğü, yaşamın savunulması için de şart.