Dünya Su Günü dolayısıyla dünyanın pek çok yerinde devam eden ve hatta büyüyen su sorunlarını anlatan açıklamalar geliyor. Yıllardır tartışılan KKTC Su Temin Projesi’nde sona gelindi. Türkiye Cumhuriyeti Anamur’dan aldıkları suyu KKTC’ye satarken suyun özelleştirilmesi başta olmak üzere pek çok şartı da ön koşul olarak koydu. Bugün Yeni Kıbrıs Partisi’nin bu projeye ilişkin eleştirilerinden yola çıkan Dünya Su Günü mesajını sizlerle paylaşıyoruz.
“Dünya Su Günü” – Su hakkı dâhil her türlü insan hakkının çiğnendiği bir düzende yaşadığımızın en somut örneği Türkiye ile imzalanan su temin anlaşmasıdır!
1993 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 22 Mart tarihini “Dünya Su Günü” olarak ilan etti. Her yıl bir temanın belirlendiği “Dünya Su Günü” için, 2016 yılında “Su ve İstihdam” başlığı uygun görüldü. Kıbrıs’ın kuzeyi için çok da ironik bir tema oldu. Birleşmiş Milletler “Su ve İstihdam” bağlantısını konuşurken, biz ise Türkiye’den getirilen su ile Lefkoşa Belediyesinde en azında 140, diğer belediyelerdekilerle beraber sayının 500 dayanması beklenen işsiz kalacak çalışanı konuşuyoruz…
BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 11. ve 12. maddeleri konusunda 2002’deki 15 No’lu Genel Yorumun konusu “su hakkı”dır.
15 nolu Genel Yorumun girişi “Su, hayat ve sağlığın esası olan kısıtlı bir doğal kaynaktır ve bir kamu malıdır. Bir insan hakkı olarak su hakkı, insanlık onuruna uygun bir hayat sürdürülebilmesi için zaruridir. Ayrıca bu hak, diğer insan haklarının gerçekleştirilmesi için bir önkoşuludur” diye başlamaktadır.
2010’da hükümetler arası olarak imzalanan 2012 yılında mecliste kabul edilen Türkiye’den su temini çerçeve anlaşmasının 3. maddesinde ise “Suyun Satış Bedeli; yatırım, finansman, işletme ve yenileme maliyetlerini karşılayan makul bir kâr oranı ile fiyat değişiklikleri dikkate alan taraflar arasında imzalanacak Ev Sahibi Hükümet Anlaşması’nda saptanacak uygun bir fiyat formülü ile belirlenir” demektedir.
2016 yılında imzalanan son antlaşmanın 8. maddesinde ise “İçme-kullanma suyu, atıksu ve yağmur suyu işletmesi ile zirai sulama işletmesi ayrı ihale edilmek suretiyle imtiyaz hakkına sahip işletmeciler tarafından işletilir” denmektedir.
BM tarafından ilan edilen Dünya Su Günü’nde acı bir şekilde görmekteyiz ki, BM’nin kurumlarının kamu malı saydığı su, özel bir şirkete devredilerek kâr da elde edecek şekilde satışı yapılmaya çalışılmaktadır.
Bir insan hakkı olarak su hakkı artık özel bir şirketin kâr hırsının insafına terk ediliyor, “insanlık onuruna uygun bir hayat sürdürülebilmesi” artık su alacak kadar paran varsa mümkün olacak bir sistem kuruluyor!
Su hakkının neden önemli olduğu ise 15 nolu Genel Yorumun 2. maddesinde açıklanmaktadır; “Bir insan hakkı olarak su hakkı, herkesin yeterli, güvenli, kabul edilebilir, fiziksel olarak erişilebilir ve karşılanabilir suya hakkı olduğunu öngörmektedir. Yeterli miktarda güvenli su, susuzluktan kaynaklanan ölümleri önlemek, su ile ilgili hastalıkların riskini azaltmak ve her türlü tüketim, yemek pişirme, kişisel veya ev içi sağlık gereksinimlerini karşılamak için gereklidir.”
2016 yılında hükümetler arası imzalanan antlaşmanın 8. maddesi ise “İçme-kullanma suyu, atıksu ve yağmur suyu, zirai sulama tesislerine ilişkin Uygulama Sözleşmesi’nde belirlenen yatırımlar ile işletme dönemi boyunca ihtiyaç duyulacak yeni yatırımlar tamamen İşletmeci tarafından yapılır” demektedir.
Yukarda Genel Yorum’daki ilk cümlede belirtilenler çerçevesinde su sağlanmasına serbest piyasa koşullarında ne kadar uyulacak? 30-35 yıl boyunca parası olanın da olmayanın da, eşit şekilde suya erişebilmesi için özel sektörün yatırım yapmasından bahsettiğimiz koşullarda, örneğin altyapı faaliyetlerini yeteri kadar yapmadığı için 2012 yılında yeniden kamulaştırılan Paris’in su sistemleri önümüzde durduğu koşullarda ortaya çıkacak bir insan hakkı olan su hakkı konusundaki ihlâllerden kim sorumlu olacak?
Bu o kadar ciddi bir tehlikedir ki 8. madde bir tekel oluşturulmasının da önünü açmaktadır ve şu söylenmektedir; “İşletmeci, işletme süresi boyunca imtiyaz sahibi olur ve bu dönemde herhangi bir özel sektör ve/veya kamu kurum ve kuruluşuna işletme hakkı devredilen alan ve konularla ilgili su işletmeciliği yapma izni ve hakkı verilmez”.
Bu durumda ortaya çıkacak su hakkı ihlâllerinde herhangi bir kamu kurum ve kuruluşu 30-35 yıl boyunca herhangi bir şekilde müdahale de edemeyecektir.
15 nolu Genel Yorumun 6. maddesinde “Su, kişisel ve ev içi kullanımın yanı sıra, Sözleşmede yer alan pek çok hakkın gerçekleştirilmesine yönelik pek çok farklı amaç için gereklidir. Örneğin, su, yemek yapımı (yeterli beslenme hakkı) ve çevresel sağlığın sağlanması (sağlık hakkı) için gereklidir. Su, aynı zamanda, kişilerin geçimlerini sağlayabilmesi (çalışarak geçimini sağlama imkânına ulaşma hakkı) ve muhtelif kültürel etkinliklere katılabilmesi (kültürel yaşama katılma hakkı) için esastır” denerek su hakkının önemine bir kez daha vurgu yapılmaktadır. Türkiye’den temin edilecek suyun kullanımına zorunluluk sağlanması, başka kuyu izni verilmeyeceğinin ilan edilmesi “çalışarak geçimini sağlama imkânına ulaşma hakkı” ihlâline de yol açabilecek niteliktedir.
15 nolu Genel Yorum’un 7. maddesinde “Taraf Devletler, Sözleşmenin “bir halkın sahip olduğu maddi kaynaklardan hiç bir koşulda yoksun bırakılamayacağını” belirten 1. maddesinin 2. paragrafını göz önünde bulundurarak, geçimlik tarım ve yerli halkların geçimini güvence altına almak için gerekli olan suya yeterli erişimin temin edilmesini sağlamalıdırlar” denmektedir. Buna rağmen son imzalanan antlaşmanın 8. maddesinde burada yazılanlar yok sayılarak “Zirai sulama şebekesinin bulunduğu yerlerde zirai sulama amacıyla yerel su kullanımına ilişkin yeni izinler/ruhsatlar verilmez” ibaresi eklenerek, gene özel şirketin insafına tarımla uğraşanlar da terk edilmektedir.
Ayrıca madde 7’de ise “Temin edilen su ile sulanacak zirai alanlar Tarafların ortak kararıyla belirlenir” da denmektedir.
15 nolu Genel Yorum’un 7. maddesi ise “Komite, yeterli beslenme hakkının gerçekleştirilmesi için, tarıma yönelik su kaynaklarına sürekli erişimin sağlanmasının önemini belirtmektedir”…
BM’nin su hakkına atıf yapılan birçok dokümanı daha mevcuttur ve çoğu 15 nolu Genel Yorum’un derinleştirilmesine dayanmaktadır. Tüm bunlar da göz önüne alındığında Türkiye ile imzalan su temin anlaşmalarının su hakkını, gelecekte açık şekilde ihlâl edeceğini görmemek mümkün değildir.
Yeni Kıbrıs Partisi, suyun altına gizlenenin, Türkiye’nin burada askersiz işgal sürecinin zeminlerinin sağlamlaştırması amacı olduğunun da altını çizer.
YKP, suyun ilerleyen süreçlerde siyasi bir baskı aracına da dönüşeceğini vurgular. Alım garantisinin olması ama temin garantisinin olmamasını hem kuraklık ile boğuşan, su kaynakları azalan bir Türkiye’nin gelecek yıllarda su teminini hangi koşullarda ve hangi fiyatla yapacağının belirsizliği, hem de ileride buradaki hükümetleri değiştirmesinin imkânını sağlayacak yeni bir araç elde etmesi olarak yorumlar…
YKP, suyun yaşamının kaynağı olduğuna inanmaya devam eder ve meta gibi kâr elde edilecek şekilde satılmasını kabul etmez…
Bu koşullarda altında YKP insan hak ve özgürlüklerinden biri olan su hakkına ve “bu memleket bizim, biz yönetiriz” ile şekillenen siyasi iradeye sahip çıkma adına da suyun özelleştirilmesi sürecine karşı direnmekte ve direnenlerle birlikte olmaya devam edecek…
Bu çerçevede onlarca örgüt ile Su Platformu içinde ortak mücadelemizi sürdüreceğiz… Bunu yaparken ayni zamanda da YKP ve BKP konunun farklı yönlerine dikkat çekecek şekilde ortak etkinlikler de yapmaya devam edecek… Bu çerçevede, ilkini Lefkoşa’da KTÖS lokalinde yaptığımız “Su hayattır, özelleştirilemez” başlıklı toplantılara 24 Mart, Perşembe saat 20’de Omorfo’da Bel-Sen lokalinde, 1 Nisan, Cuma günü de Mağusa’da Magem’de devam edeceğiz…
Dünya Su Günü’nde çağrımız insan hak ve özgürlüklerimize sahip çıkalım, özelikle su ve yaşam hakkına sahip çıkalım, haklarımızın şirketler tarafından gasp edilmesine direnelim…