Hem dünyada hem Türkiye’de farklı boyutları ile ele alınan toprak gaspı (land grabbing) meselesi son birkaç on yıldır giderek daha fazla tartışılır oldu. Dünyada pek çok gelişmiş ülke gelişmekte olanların topraklarını gasp ettiği gibi, ülkelerin kendi içlerinde de devletin tanıdığı imtiyazlarla gerçekleşen toprak gaspı vakaları mevcut. Bu Türkiye için de geçerli. Türkiye hem Sudan gibi ülkelerde yardım adı altında toprak gaspı hamleleri içinde, hem de ülkenin içinde verimli tarım arazileri büyük sermaye sahiplerine peşkeş çekiliyor. Toprak deyince akla sadece bitkinin dikildiği karışım gelmemeli. Toprak aynı zamanda suyu da içeriyor. Gasp edilen toprakların hemen hepsinde su varlıkları görece daha fazla ve suya erişimde fazla fiziksel engel yok. Ve bir yerdeki toprağı gasp eden şirket ya da devlet, aslında oranın suyunu da gasp etmiş oluyor. Dolayısıyla toprak gaspı su gaspıyla (water grabbing) büyük oranda kesişiyor.
Toprak gaspı
Toprak gaspı, tarımsal toprağı oraya bağlı yaşayan ve geçimlik tarımla hayatını kazanan yerel topluluklara haber verilmeden, danışmadan ve onayları alınmadan devlet ya da şirketin ister satın alma yoluyla isterse uzun vadeli kiralama yoluyla el konulmasıdır. Bu el koyma sonucunda insanlar hayatlarını idame ettikleri topraktan ya fiziksel olarak ayrılmak zorunda bırakılır ya da orada artık toprak ve suya erişimleri kalmadığı için insanların ekonomik nedenlerle göç etmekten başka bir seçenekleri kalmaz. Toprağı gasp eden şirket ister kamu ister özel olsun buradan kar elde ederken, meydana gelen olumsuzlukların bedelini yerel halk ödemek zorunda kalır. Bu da başta ekolojik adaletsizlik demektir.
Modern anlamda toprak gaspı aslında 19. Yüzyılın son yarısında Afrika’da sömürgeci devletler tarafından yapılan gasptan çok büyük farklılıklar göstermiyor. O zaman da tıpkı bugün olduğu gibi kırsal kesimin mülksüzleşmesi, göçe zorlanması, geçimlik üretimine son vermek zorunda kalması, doğanın kirlenmesi ve yıkımı, biyoçeşitliliğin azalması, kırsal nüfusunun azalması, gıda üretiminde küresel aktörlere bağımlılıkta artış, gıda güvenliğinin kırılganlığının artması gibi birbirine bağlı birçok sorun yaşanmaktaydı. Günümüzde bu vakaların sayısı ve şiddeti arttı.
Gasp neden oluyor?
Toprak gaspının çeşitli nedenleri var. Bunlardan bazıları şöyle:
– Gittikçe yaygınlaşan kentleşme sonucu daha fazla toprağa ihtiyaç duyulması;
– Kentleşme ve sanayileşmenin artmasıyla birlikte sürdürülemez ulaşım politikaları ve uygulamalarını artması (yolların, havaalanlarının artışı);
– Yenilenebilir veya fosil yakıta dayalı kirli enerji yatırımları için daha fazla toprağın kullanılması;
– Endüstriyel tarım topraklarının orman alanlarına doğru genişlemesi;
– Daha fazla enerji ve hammadde için maden, petrol, gaz gibi aramaları ve bunların kullanıldığı enerji tesislerinin açılması için daha fazla toprağa gerek duyulması;
– Sürdürülemez turizm faaliyetleri ve tesisleri (verimli tarım topraklarında ve su havzalarında oteller, avmler, aquaparklar, süpermarketler, gezinti parkları veya golf sahaları vs.)…
Bu yazıda esas olarak verimli tarım toprakları üzerinde gıda üretmek yerine biyoyakıt ve küresel pazarın taleplerini karşılamaya yönelik endüstriyel tarım yapılmasından bahsedeceğiz. Bu da gıda güvenliğinin, yani yeterli miktarda ve kalitedeki gıdaya erişimin önündeki en büyük engel olmaya devam edecek.
Dünyada toprak gaspı
Gıda üretimi ve ticareti dünya ekonomik ilişkilerinde çok önemli bir yere sahip. Artan küresel rekabet hemen her alanda olduğu gibi toprak konusunda da son derece agresif bir rekabete sahne oluyor. Şirketler özellikle gelişmekte olan ülkelerde büyük araziler satın alıyor ve bu topraklarda yaşayanları ya sürüyor ya da kendilerine muhtaç bir şekilde yaşamaya zorluyor. Bu arazileri ele geçiren şirketlerin kullandığı yöntemler doğa ve insan sömürüsüne dayanıyor. Toprak gaspı ve sömürüsünden en çok zarar görecek ülkelerden biri olan Sudan’da Türkiye hükümetinin de satın aldığı topraklar var. Sudan’da bir yandan açlık ve yoksulluk yaşanırken öbür yanda toprakları başka devletlere ve şirketlere satılıyor.
Dünyada sadece son birkaç yılda 50 milyon hektarın üzerinde tarım arazisinin yabancı firmalara, ülkelere kiralandığı söyleniyor. Ve bu toprakların %70’i Afrika’da. Bu ülkelerinde başında Sudan, Mozambik, Kongo, Kenya, Etiyopya gibi ülkeler geliyor. Tarım topraklarını uzun vadeli kiralayan veya satın alan ülkelerin başında ise, nüfusu kalabalık ya da su varlıkları kısıtlı olan Çin, Hindistan, Güney Kore, Katar Emirliği ve Körfez ülkeleri var. Tabi bir de çok uluslu şirketler ve Batılı şirketler var. Gelişmekte olan ülkelerden satın alınan veya kiralanan topraklarda yapılan üretim ya kiracı veya satın alan ülkenin gıda ihtiyacını karşılamak için kullanılıyor ya da Batı’nın zengin pazarlarına satılıyor. Gıda üretimi dışında bu topraklarda biyoyakıt üretmek üzere yapılan tarımsal faaliyetler de var. [1].
Başta La Via Campesina , FIAN, Land Research Action Network, GRAIN olmak üzere yüzlerce kuruluş arazi gaspına 22 Nisan 2010’da yayınladıkları bir bildiri ile karşı çıktılar. Talepleri şöyle:
– Araziler yerel toplulukların elinde kalmalı, eşitlik içinde toprak ve doğal kaynaklara ulaşımı için gerçek bir toprak reformu uygulanmalı;
– Tarımsal-çevresel ilkelere göre çalışan köylü, küçük üretici, balıkçı, çobanları kuvvetle desteklemek gerekir. Katılımcı araştırma ve eğitim programları desteklenerek küçük ölçekli gıda üreticileri herkes için bol, sağlıklı gıda üretmeli;
– Tarım ve ticaret politikalarını halkın katılabilmesi ve yararlanabilmesi amacıyla, gıda egemenliğine sahip çıkacak ve yerel, bölgesel pazarları destekleyecek şekilde düzenlenmeli;
– Yerel halkın toprak, su ve biyoçeşitliliği denetlemesini sağlayacak şekilde, topluluk yönetimli gıda ve çiftçilik sistemleri desteklenmeli;
– Şirket ve diğer güçlü aktörlerin (devlet veya özel) tarımsal, kıyı ve otlak alanlarını, ormanlar ve sulak alanları ellerine geçirmelerini engelleyecek zorunlu düzenlemeler sağlamlaştırılmalı”[2].
Gıda için değil, enerji için üretim toprak gaspını artırıyor
İklim kriziyle birlikte biyoyakıt üretimine yönelen şirketler ve devletler toprak gaspı için bir bahane daha bulmuş oldu. Biyoyakıtlar mısır, şeker kamışı ve soya gibi bitkilerden elde diliyor. Üstelik üretilen biyoyakıtların petrol ve kömür gibi fosil yakıtlara kıyasla biyoyakıtların, sera etkisine yol açan gaz salımları daha az, ancak bunların biyoçeşitliliğe ve tarım alanına verdikleri zararın faturası çok daha yüksek.
Brezilya’da şeker kamışı, ABD’de mısır ve soya fasulyesi, Avrupa’da keten tohumu ve kolza, Asya’da hurma yağı, Hindistan’da jatrofa yağı gibi biyoyakıt için kullanılan bitkilerin tarımı büyük arazilerde yapılıyor. Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales’in de dediği gibi bazı Güney Amerika devlet başkanlarının biyoyakıt kullanımını desteklemeleri yüksek gıda fiyatlarına ve küresel açlığa neden oluyor. Morales tarlaların yakıta dönüşecek ürünler için kullanımının artmasıyla ilgili şunları demişti: “İnsanlar değil, arabalar önce geliyor. Ancak bizim için yaşam ne kadar, arabalar ne kadar önemli? Yaşamın öncelikli, arabalarınsa ikinci olduğunu söylüyorum”.
Toprak gaspı su gaspını da içeriyor
Toprak gaspı içinde “sanal su ihracatı” da büyük öneme sahip. Bu su sanal, çünkü bir ton patates ithal eden ülke, bir ton patatesi üretmek için kullanılan suyu da aslında ithal etmiş oluyor. Aslında sanal su kavramının tohumları ilk kez 1970’lerde İsrail’de ortaya atıldı. Toprak ve su varlıkları oldukça kısıtlı olan İsrail suyu fazlaca tüketen tarımsal ürünleri başka ülkelerden ihraç etme yolunu seçmeye başladı. Sanal su kavramı küresel su krizi büyüdükçe daha da önem kazandı ve pek çok ülkenin geleceklerini planlamasında önemli bir rol oynamaya başladı. İlk kez 1992 yılında Londra Grubu SOAS – Su Araştırması Birimi – üretimde kullanılan suyu dikkate alarak “sanal su” (virtual water) kavramını ortaya atmıştır. 2002 tarihinde de Hollanda’nın Delft kentinde yapılan “Sanal Su Ticareti Üzerine Uluslararası Uzman Toplantısı”nda “su ayakizi” kavramı Hoekstra (2003) tarafından geliştirildi. Su ayak izi de insanların temel ihtiyaçlarını karşılamaları ve ekonomik üretim faaliyetleri sonucu su varlıkları üzerinde oluşturdukları nicel etkileri ifade eder ve kıyaslanmasını kolaylaştırır. Sanal su bir malın veya hizmetin oluşturulmasında üretim döngüsüne girdi olarak dâhil edilen toplam temiz su miktarıdır. İthalat ve ihracat ile her yıl binlerce km3’lük su bir ülkeden başka birine transfer edilmektedir. Sanal su ticareti küreselleşen ekonomi ile birlikte büyük hacim kazanmıştır. Bu su trafiğinin altını çizdiği önemli nokta su varlıklarının fiziksel engeline (kısıtlılığına) takılmadan işleyen bir küresel su pazarının ortaya çıkmış olmasıdır. Zira su varlıkları bakımından fakir olan ülkelerde toplam su tüketiminin daha az olması beklenirken, sanal su ticareti sayesinde çeşitli ürünlerin ve hizmetlerin ithalatı ile bu ülkeler su tüketimindeki bu açıklarını kapamaktadır.
Şimdi Almanya, Avusturya, Bahreyn, Belçika, Danimarka, Finlandiya, Yunanistan, İrlanda, İsrail, Japonya, İtalya, Litvanya, Maritus, Hollanda, Norveç, Portekiz, Katar, Suudi Arabistan, İsveç, İsviçre ve İngiltere gibi ülkeler üretilmesi için gereken su ihtiyacı fazla olan ürünlerin (pamuk, mısır, soya fasülyesi vb.) %50-80 oranını başka ülkelerden ithalatla karşılıyor. Bu ülkeler kendi topraklarında bulunan suları daha az kullanmak amacıyla gıda ve tekstil alanlarında ithalat yapmayı tercih ediyor. Zimbabwe, Zambia, Vietnam, Özbekistan, Türkmenistan, Tanzanya, Sudan, Srilanka, Afganistan, Arjantin, Bangladeş, Bolivya, Brezilya, Kamboçya, Kameron, Çad, Etiyopya, Gana, Endonezya, Kırgızistan, Mozambik ve Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelere baktığımızda ise neredeyse tamamen kendi su kaynaklarıyla bu ihtiyacı karşılıyorlar. Türkiye sanal su ihracatı yapan ülkelerden. “Türkiye’nin su ayak izinin %85’ini kendi su varlıklarından karşılıyor. Kişi başına düşen yıllık su ayak izi rakamı ise 1600 m³. Türkiye’nin tarım ürünü üzerinden yaptığı sanal su ihracatı yılda 9,81 Gm³, endüstriyel ürünle yaptığı sanal su ihracat oranı ise 1,07 Gm³”[3].
İşin özü küre ölçeğinde baktığımızda devlet veya şirketler gelişmekte olan ülkelerde uzun süreli toprak kiralıyorlar veya satın alıyorlar. Bu topraklarda biyoyakıt veya tarımsal ürün üretiyorlar. Küresel ısınma ve petrolün tükeniyor olması da devletleri bu konuda harekete geçiriyor.
Türkiye Sudan’da arazi kiralamak için 2014’te kolları sıvadı
Türkiye’nin Sudan’da arazi kiralamasını ve yatırım yapmasını sağlayacak anlaşma dönemin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker ile Sudan Tarım ve Sulama Bakanı ve Maliye Bakanı 2014 Nisanı sonunda imzalanmıştı. Bakan Eker ile Sudanlı bakanlar arasında imzalanan Türkiye-Sudan tarımsal işbirliği anlaşması, TİGEM tesislerinde gerçekleştirildi. Anlaşmaya göre Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) ile Sudan’dan bir kuruluşun ortaklığında kurulacak olan şirket, Sudan’da 780 bin hektar araziyi uzun vadeli kiralayabilecek ve orada özel sektörün yatırım yapmasına imkân tanıyacaktı.
Bu anlaşmayla Türkiye, Sudan’da toplam 12 bin 500 hektar arazi üzerinde TİGEM eliyle pilot çiftlik kurulması kararı aldı. Ayrıca belirlenen 5 bölgede Türk özel sektör girişimcilerinin yatırım yapmalarının önü açılması hedefleniyordu. Geçen sene Mart ayında TİGEM Genel Müdürü Bilden Sudan’da öncelikli olarak yetiştirmeyi planladıkları ürünler hakkında bilgiler veren bir demeçte bulunmuştu. Bilden, Sudan’ın dünyada susam üretiminde birinci sırada olduğunu, işbirliğinde de susamı en başa koymayı planladıklarını belirtmişti.
Türkiye içinde toprak gaspı
Bakanlık verilerine göre, Türkiye’de 2002 yılında 26,5 milyon hektar olan toplam tarım alanı 2011’de 23,6 milyon hektara gerilemiş. Aynı dönemde ekilen tarım alanı 18,1 milyon hektardan 15,8 milyon hektara geriledi.
Türkiye’de toprak gaspı bizzat devlet eliyle yapılıyor. Toprak gaspı sadece bir ülkenin başka bir ülkede toprak alması ile gerçekleşmiyor. Aynı ülke içerisinde de gerçekleşebiliyor. Toprak gaspı, Türkiye’nin son on beş yıldaki büyüme stratejisinin önkoşulu oldu. Bu dönemde ekonominin lokomotifi sayılan enerji, inşaat ve madencilik projelerini gerçekleştirme için tarım toprakları üzerinde yaşayan halkların hiçbir söz hakkı olmadan gasp edildi. Acele Kamulaştırma Kanunu işte böyle çıktı. Bu kanunun çıkması ile yaşanan toprak gasplarına dair birçok kaç örneği şöyle sıralayabiliriz; Yırca’da termik santral için köylülerinin zeytinliklerine el konulması, Pembelik barajı için Peri Vadisi’nde Akkuş köylülerinin topraklarına el konulması, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı için birçok araziye el konulması. Yapımı neredeyse biten 3. Boğaz Köprüsü’nün bağlantı yolları ve Kuzey Marmara Otoyolu için ise İstanbul’un 8 ilçesinde acele kamulaştırma kararı verildi. 3. Havalimanı projesinin inşaat ve hafriyat çalışmaları nedeniyle 70 adet göl, çeşitli akar ve kuru dereler, tarım alanları, mera alanları ortadan kaldırıldı. Buralarda yaşayan halklar kendi kaderine terk edildi.
Kaynak: : http://www.dunya.com/guncel/toprak-reformundan-toprak-gaspina-267499h.htm
Çiğdem Toker Resmi Gazete arşivini tarayarak 2014 yılı başından Temmuz ayına kadar geçen sürede kaç acele kamulaştırma gerçekleştirildiğinin dökümünü çıkarmış. Buna göre 39’u HES, 5’i baraj ve HES, 35’i RES ve 41’i enerji iletim hatları için olmak üzere toplam 165 acele kamulaştırma kararı alınmış[4]. Acele kamulaştırma yöntemi ile tarımsal araziler devlet tarafından gasp edilerek kâr amaçlı kullanıma açılabiliyor ya da köylülerin kullanımından alınarak şirketlerin kullanımına veriliyor. Bu “kamulaştırmalar”daki en büyük sorunun “kamu”nun kimleri kapsadığı konusunda yalnızca devlet kurumlarının söz sahibi olması [5]. Köylüler ve yurttaşlar neoliberal “kamu” anlayışının dışında bırakılırken “kamu yararı” ekonomik kalkınmaya indirgenip kamu varlıkları şirketlere devrediliyor.
Son yıllarda acele kamulaştırma dışında toprak gaspını kolaylaştıran başka düzenlemeler de yapıldı. Bunların en önemlisi 2012 yılında yapılan ve kamuoyunda 2B yasası olarak bilinen düzenleme oldu. Bu düzenleme ile Orman Kanunu’nda değişiklik yapıldı ve orman niteliğini yitirmiş arazilerin hazinenin elinden çıkarılarak özel mülkiyete açılması kolaylaşmış oldu. Bir diğer düzenleme de yine 2012 yılında yürürlüğe giren Büyükşehir Belediye Yasası ile hayata geçirildi. Bu yasa ile Büyükşehirlerde köylere mahalle statüsü verildi ve tüm Büyükşehir Belediyeleri tüm il sınırından sorumlu hale getirildi. Böylece köylüye ait araziler de kentsel alan kapsamına alınmış oldu [6].
Su Hakkı Kampanyası
Kaynaklar
[1] http://www.tarimdunyasi.net/2013/02/12/tarim-bakanligi-sudanin-agasi-mi-olacak/
[2] http://www.bugday.org/portal/haber_detay.php?hid=6095
[3] http://www.wwf.org.tr/?2720#
[4] https://tr.boell.org/sites/default/files/toprak_atlasi_en_son_hal_-_final_1.pdf
[5] https://tr.boell.org/sites/default/files/toprak_atlasi_en_son_hal_-_final_1.pdf
[6] https://tr.boell.org/tr/2015/06/23/turkiyede-toprak-gaspi-dusman-disarida-degil-iceride