Afrika’nın güney ülkeleri bir yandan kuraklık sebebiyle zor bir dönemden geçerken bir yandan da düşen ürün fiyatları nedeniyle ekonomik sıkıntı yaşıyor. Güney Afrika’nın hemen üstünde sınır komşusu olan Zimbabwe’de yıllardır süren ekonomik sıkıntılara kuraklığın da eklenmesi sonucu grevler ve kitle gösterileri yaşanmaya başladı.
Bu yıl küresel ısınmanın da etkisiyle şimdiye kadar kaydedilen en güçlü etkiye ulaşan El Nino hava olayı sonucu tarihin en kurak dönemlerinden birinin yaşandığı bölgede 40 milyon kişi insani yardıma muhtaç durumda iken 14 milyon insan da açlıkla boğuşuyor. Son 30 yılın en büyük kuraklığını yaşayan Zimbabwe’de açlık tehdidi ile karşı karşıya olan 4 milyon kişinin önümüzdeki 6 ay içerisinde gıda yardımına muhtaç duruma düşeceği tahmin ediliyor. Bu rakam tarımla uğraşan nüfusun yarısına denk geliyor. Ülkede aşırı kuraklık nedeniyle ölümler yaşanırken yüz binlerce insan göç etmek zorunda kalıyor.
Zimbabwe bakır sanayinin büyük oranda hidroelektrik santrallerden elde edilen enerjiye bağımlı olması da kuraklık ile ekonomi arasındaki bir diğer ilişki. Kuraklık nedeniyle sanayiye sağlanan elektrik geçtiğimiz yaz %30 azalınca şirketler daha pahalı yollardan enerji ithal etmeye çalıştı. Zimbabwe ve Zambiya’nın ortak hidroelektrik kaynağı olan Kariba barajındaki su miktarı tehlikeli seviyeye indi.
Zimbabwe’de bağımsızlığın kazanıldığı 1980 yılından beri ülkeyi bir diktatörlük rejimi altında yöneten Robert Mugabe 92 yaşına gelmiş olmasına rağmen hala iktidarda. Ülkede rejime duyulan öfke kuraklık ve ekonomik sıkıntılarla birleşince son iki aydır kitleler sokakta rejime karşı mücadeleye başladı. Su Hakkı sayfalarında daha önce 2011 yılında başlayan Suriye devrimi için de kuraklığın en önemli nedenlerden biri olduğuna değinilmişti. Baas diktatörlüğüne duyulan tepki ekonomik sıkıntılarla birleşince milyonlarca insan rejime karşı ayaklanmış ancak küresel güçlerin ve bölgesel güçlerin müdahalesi sonucu devrim yıkıcı bir iç savaşa dönmüştü. Zimbabwe, Suriye kadar önemli bir çekişme alanı olmadığı için olsa gerek şimdilik protestolara yönelik küresel bir müdahale yok.
Ülkenin başkenti Harare’de başlayan eylemler Arap Baharı’nı anımsatır nitelikte. Temmuz ayında yaşanan genel grev nedeniyle başkent tamamen kilitlenmişti. Ülke geneline yayılan eylemlerde göstericiler yollara barikat kurup lastik yakıyorlardı. Birçok yerde polisle göstericiler arasında çatışmalar yaşanmıştı. Genel grev ülkenin ekonomik kriz nedeniyle memur maaşlarını dahi ödeyemez duruma gelmesi üzerine başlamıştı. Ülke büyük ekonomik sıkıntılar yaşarken Mugabe’nin Şubat ayında 92. yaş günü kutlamaları için 1 milyon dolar harcaması ülke genelinde büyük öfke ile karşılanmıştı.
Ülkede daha önce de büyük çalkantılar yaşanmıştı. 1992 yılındaki aşırı kuraklık 1 milyon büyük baş hayvanın ölümüne ve hasat düşüşüne neden olmuştu. 2008 yılında ise ülkeyi ekonomik kriz vurmuştu ve uzun yıllardır ekonomik sıkıntılar çeken ülke 2009 yılında hiperenflasyon nedeniyle kendi para birimini bırakarak ABD dolarını kullanmaya başlamıştı. Bu sefer diğer iki büyük kriz döneminden farklı olarak aşırı kuraklık, ekonomik kriz ve politik kriz birarada yaşanıyor.
Temmuz’da yaşanan genel grev ve kitle eylemleri sonrası hükümet Ağustos ayında maaş ödemeleri için bir program açıkladı. Programa göre maaşlar para ile değil resmi devlet kağıtları ile ödenecekti ancak bu öneriye tepkiler gecikmedi.
Kuraklık ve ekonomik bunalım sonucu tarımsal üretim ve hayvancılığın yanı sıra sanayideki iş alanlarının da azalması Zimbabwe’de çevre ülkelere özellikle de Güney Afrika’ya yeni bir göç dalgası başlattı. Ancak maalesef göç de bir çözüm olamıyor çünkü Güney Afrika’da da kuraklık ve ekonomik sıkıntılar yaşanıyor. Ayrıca göç edenler gittikleri ülkelerin yerli halkları tarafından saldırıya uğruyor. Kıt kaynaklar ve sınırlı iş imkanları göç edenlere yönelik şiddet dalgasına yol açıyor.
Mugabe’nin aylardır göstericilere karşı şiddet kullanmasına rağmen gösteriler dinmiyor. Ayrıca artık polis güçlerinin de göstericilere saldırma konusunda hoşnutsuz olduğu haberlere yansıyor. CNN’in bir polis memuru ile yaptığı röportajda polisin söyledikleri oldukça çarpıcı: “İnsanların Zimbabwe’de özellikle de polis ve ordu gibi kurumlarda gerçekten nelerin yaşanmakta olduğunu bildiklerini zannetmiyorum. Bizi sokaklarda insanları döverken görüyorlar, bunu yapmaktan zevk aldığımızı sanıyorlar oysa bu doğru değil.”
Ülke ekonomisinde yaşanan sıkıntı nedeniyle Merkez Bankası ve ATM’ler Nisan ayından beri nakit ödemeleri ciddi oranda sınırlandırdılar. Bu nedenle Dünya Gıda Programı gıda yardımlarının %60’ını gıda olarak %40’ını ise nakit para yardımı olarak dağıtırken (çünkü gıda ithalatı daha pahalı) yardım alan ailelerin eline nakit paranın artık geçmeyecek olması büyük bir sorun yaratacak. Gıda ithalatının önümüzdeki aylarda daha da astronomik rakamlara ulaşması bekleniyor çünkü Afrika’nın en önemli gıda üreticileri olan Güney Afrika ve Zambia da kuraklıktan etkilenmiş durumda. İhracat oranlarını şimdiden kısıtlamaya başlayan bu ülkeler önümüzdeki aylarda kısıtlamayı daha da arttıracak olursa Zimbabwe gibi gıda ithal etmek zorunda olan ülkelerin altından kalkamayacağı oranda yüksek gıda fiyatları oluşacak.
Tüm bu sıkıntıların yanı sıra Zimbabwe İnsan Hakları Komisyonu’nun açıkladığı rapora göre hükümetin rejim muhaliflerine ve ailelerine hiç bir şekilde yardım ulaştırmaması da ülkedeki siyasi gerilimi tırmandırıyor.
Doğal Kaynaklar Yönetişim Merkezi’ne göre ekonominin bugünkü haline gelmesinin ana nedenleri 2000’lerin başında toprak reformu adı altında yapılan düzenleme ile birçok tarım arazisinin hükümet yanlısı kesimlere verilmesi ve 2005 yılında ülkede elmas madeninin bulunması ile madenciliğe yönelinmesi. Rejim artık IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar tarafından da güvenilirlik sorunu nedeniyle yardım alamıyor. Ülkede ciddi yatırımları bulunan Çin’in de bu yılın Nisan ayında Mugabe’nin çıkardığı yerlileştirme reformu nedeniyle hükümetle arası açık. Tüm bunlar biraraya geldiğinde rejimin artık sona geldiği görülebiliyor.
Kaynak: Telegraph, Circle of Blue, CNN,