Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 2002 yılından itibaren her yıl Türkiye Çevre Sorunları ve Öncelikleri Değerlendirme Raporu hazırlıyor. Bu yıl yayınlanan raporun verileri 2016 yılına ait. Ancak rapor maalesef bilimsel verilere değil, sadece anketlerle oluşturulan verilere dayanıyor.
Veriler Bakanlığın merkez ve taşra birimlerinin görüş ve önerileri ile oluşturulan “İl Çevre Sorunları ve Öncelikleri Araştırma Formu”, İl Çevre Durum Raporlarının verileri ile Bakanlığın İl Çevre ve Şehircilik Müdürlüklerince sağlanyor. Bakanlık, her ildeki ilgili birime çevre sorunlarını (hava kirliliği, su kirliliği, toprak kirliliği, atıklar, gürültü kirliliği, erozyon, doğal çevrenin tahribatı) dikkate alarak, il sınırları içerisinde görülen bu sorunların önem ve önceliklerine göre, en önemliden az önemliye doğru 1,2,3,4,5 şeklinde numaralandırmasını istiyor. İl genelinde diğer kurum ve kuruluşlardan da bilgi alındığı ifade edilen raporun verilerinin kaynağı sonuç olarak resmi kurumlar. Raporun hemen girişinde “…hava kirliliğinin öncelikli sorun olduğu bir ilde; hava kalitesi ölçüm sonuçları mutlaka “kötü” denecek seviyede olmayabilir” ve devamında “Dolayısıyla rapordan bütün illerimizde ağır çevre sorunları bulunduğu anlamı çıkarılmamalıdır” deniliyor. Buradan da anlaşılacağı üzere raporda yer alan veriler her ne kadar aksi iddia edilse de ağır çevre sorunlarının olduğunu gösterir nitelikte. Bakanlık raporda bu gerçeği görünmez kılmak için verileri doldurmakla görevlendirdiği birimlere itibar edilmemesini salık vererek işe başlamış.
Raporun hazırlanma amacı olarak “Ülkemizde farklı konularda uzun yıllardır yapılan münferit çalışmalar olmakla birlikte, bu konuların birlikte ele alınarak ülke genelinde çevresel durumu ortaya koyacak ve karar vericilerin çalışmalarına altlık teşkil edecek bir rapora ihtiyaç duyulmuştur. Bu amaçla 2002 yılından bu yana hazırlanmakta olan Türkiye Çevre Sorunları ve Öncelikleri Değerlendirme Raporu, İl Çevre ve Şehircilik Müdürlüklerimizin katkıları ile hazırlanmaktadır” denilmekte. Raporun içinde doldurulması gereken verilerin eksikliği, doldurulan verilerin yorumlanış biçimi ve 2002 yılından beri yeterli veriyi edinmeye yönelik bir yapının oluşturulmamış olması gibi bir dizi nedenden dolayı da raporun amacına ulaşması bizce mümkün görünmüyor. İsminde “çevre” geçen bir bakanlığın çevresel sorunların tespitinde bir sivil toplum kuruluşu pozisyonunda olmaması gerekirken, hazırladığı raporun da “önemli bir anket çalışması”nın ötesinde bilimsel verilere dayalı, denetlenebilir, sorunun kaynağının doğru tespit edilmesine olanak tanıyacak objektiflikte olması gerekirdi. 2016 yılı verileri ile kamuoyu ile paylaşılan Rapor’un bu özelliklere sahip olduğunu söylemeye imkân yok ama buna rağmen, raporda yer alan veriler incelendiğinde, durumun her geçen gün kötüye gittiği görülebiliyor.