Bu yılın başından beri gıda enflasyonunun %20’lere vardığı açıklanmışken şimdi de ambalajlı sulara zamlar gelmeye başladı. Üstelik bu zamları sadece şirketler yapmıyor. Birer kamu kurumu olan belediyeler de zam yapma furyasına katıldılar. Kocaeli’nin Derince Belediyesi işletmecisi olduğu Çenesuyu’na önce Ocak ayında yüzde 20, şimdi ise yüzde 25 zam yaptı. Böylece bu belediyenin 7 ay içinde ambalajlı içme suyuna yaptığı zam yüzde 45 oldu. Belediyenin zam yapma gerekçesi doların ve plastik maliyetinin artışı. Ama uzun bayram tatili döneminde başka fırsatçılıklara da şahit olduk.
Bir yazar köşesinde markette dolaptan aldığı soğuk suyun dışarıdan aldığı sudan daha pahalı satıldığını fark ettiğinde bunun nedenini sormuş, market sahibi de dolabın elektrikle çalıştığını söyleyerek soğutma farkı demiş! Tatil yörelerinin tıka basa olmasından ve sıcaklarda suya büyük ilgi olmasından faydalanan uyanık esnafın vurgunculuk stratejisi. Bu aklımıza aynı iklimde yaşadığımız Yunanistan’ı getiriyor. Yunanistan’da ekonomik kriz sonrasında suların özelleştirilmesi gündeme geldiğinde büyük bir hareket ortaya çıkmış, suların özelleştirilmesini engellemeyi başarmıştı. Ambalajlı su kullanımı bizdeki kadar meşrulaşmadığı, musluklardan akan su içilebilir nitelikte olduğu için bugün Yunanistan’da herhangi bir cafe veya restauranta gittiğinizde ilk olarak önünüze bir bardak soğuk su konuyor ve tabi ki ücretsiz. Vahşi bir kapitalizmin hüküm sürdüğü Türkiye’de ise küçük veya büyük girişimciler, özel veya kamu şirketleri buldukları en ufak kâr fırsatını kaçırmamakta oldukça kararlı.
Ayrıca bizde musluk suyunun durumu içler acısı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 2016 verileri üzerinden hazırladığı Türkiye Çevre Sorunları ve Öncelikleri Değerlendirme Raporu’na göre; ülke genelinde, otuz ilde su kirliliği birinci öncelikli sorun. Su kirliliğinin 1.,2. ve 3. sırada sorun olan il sayısının toplamı ise yetmiş altı. Su kirliliğinin giderilmesi/önlenmesinin önündeki engeller arasında kırk beş ilde mali yetersizlikler gösteriliyor. Ayrıca yıllar içinde bu tablo daha da kötüye gitmiş. 1999-2001’de su kirliliğinin 1. öncelikli sorun olduğu il sayısı yirmi dört iken 2016’da bu sayı otuza çıkmış. Bu verilerin tamamı bize musluklardan içilebilir nitelikte su akması için gerekli yatırımın kamu tarafından yapılmadığını gösteriyor. İnsanlar musluk suyunu sadece temizlik amaçlı kullanabiliyor. Ki bu kullanım bile tedirginlik yaratmıyor değil. İçme suyu ihtiyacı ise tamamen ambalajlı suya devredilmiş durumda. Bu durum insanları en temel, yaşamsal nitelikte içme suyu ihtiyacını piyasa koşullarından karşılamaya mahkûm bırakırken, piyasa içindeki her türlü dalgalanmaya, fırsatçılığa da açık hale getiriyor.
Fırsatçılık sadece ahlaki bir zaaf değil, bu sistemin işleyişinden kaynaklı.