Kaynak: Pelin Cengiz, Düzceyerelhaber, 6 Temmuz 2014
Bu yazın susuz geçeceğine dair emareler baş gösterince Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu hemen önlem almış, özellikle İstanbul’da su kesintisi olmayacağını belirtmiş, aksi takdirde siyasi sorumluluğun en ciddi yaptırımlarından biri olan “bıyık kesme” vaadinde bulunarak, yüreklere su serpmişti. Olası bir su kıtlığına karşı hazırlanmış hareket planı açıklamaya da hâliyle lüzum görmemişti. Geçen yıl bu aylarda doluluk oranı yüzde 74’lerde olan İstanbul’un içme suyu barajlarının doluluk oranı yüzde 23 seviyesinde. 2007 kuraklığından bu yana, barajlardaki en düşük su seviyesi. Bu seviyeyle birlikte İstanbul’un iki ay sonra suyu yok.
Türkiye, fazla yağış alan bir iklim kuşağında değil. Buna iklim değişikliğiyle birlikte daha az kar ve yağmur alan ülke özelliğinin eklenmesiyle, gelecekte suyu giderek azalan bir ülke hâline geleceğiz. Meteoroloji Genel Müdürlüğü kuraklık haritaları, son 12 ayda ülke genelinde olağanüstü, çok şiddetli ya da hafif kuraklığın hüküm sürdüğünü gösteriyor. Kışlar, giderek daha ılık ve kurak geçiyor. Kentlerde seller, su taşkınları olurken, bu yağışlar barajları doldurmuyor. Önemli olan birkaç gün süren sağanak yağışların olması değil. Kışın buharlaşmanın az olduğu dönemlerde sürekli ve yoğun yağış olması gerekli. Artık kuraklığın varlığını değil, su kıtlığının boyutunu, etkilerini ve acil çözümleri konuşmamız gereken bir evredeyiz.
Bu planlamayı yapabilmek için de suyu tek elden yönetmek gerekiyor.Hâlâ baraj yaparak su sorununu çözeceğini sanan bir zihniyetle karşı karşıya olmamız bir yana, Türkiye’de meteorolojik kuraklığı Orman ve Su İşleri Bakanlığı, hidrolojik kuraklığı Enerji Bakanlığı, tarımsal kuraklığı da Tarım Bakanlığı izliyor. Biri “Kuraklık var, barajlarda su azalıyor, elektrik ithal etmek zorunda kalabiliriz” derken, diğeri “Sorun yok, gerekirse bıyığımı keserim” gayri ciddiliğinde ilerliyor.
Meteorolojik kuraklık beraberinde hidrolojik ve tarımsal kuraklığı getirince, hem enerji üretimi hem de tarımsal üretim etkileniyor, elektrik kesintileriyle enerji pahalı kaynaklarla sağlanıyor, rekolteler düşüyor, fiyat artışları başlıyor, tarımsal ihracat azalıyor, durum gıda krizini tetiklemeye kadar uzanıyor. Barajlardaki mevcut su oranı bile farklı kurumların sitelerinde farklı rakamlarla veriliyor. Tüm bu süreçlerin doğru yönetilebilmesi için acilen su ve kuraklık ilişkisini tek elden yönetecek bir kurum gerekli.
Türkiye’de kentler ve sanayi bölgeleri su havzalarına göre kurulmadığı için, su ihtiyacı diğer bölgelerden taşınarak sağlanmaya çalışılıyor. İstanbul’un suyu iki aya kalmadan bitiyor, sonra Melen ve Sakarya’nın suyuyla yani “taşıma suyla” idare edeceğiz. Devasalığıyla kendine yetemeyen İstanbul’un su ihtiyacının karşılanması için şehirdeki barajlara ek olarak Melen Çayı’ndan su pompalanıyor. Ancak, yağışlar seyreldiği için Melen Çayı’nın da debisi düşük. Çare olarak Sakarya Nehri’nin denize en yakın noktasından içme suyu taşıma niyeti var. İSKİ’nin niyeti Sakarya’dan alınacak suyu Melen boru hattıyla taşımak. Ancak sorun orada da bitmiyor. Sakarya’nın suyu yerleşim ve sanayi tesislerinin atıklarının sebep olduğu ağır metaller ve kirlilik içeriyor. Suyun arındırılıp getirildiği hesaba katılsa bile Melen ve Sakarya’dan gelecek suyun kapasitesi İstanbul’un günlük su ihtiyacının üçte biri kadar.
Bunlar yetmezmiş gibi kentin suyunu şişeleyip ticarileştiren Hamidiye Su, utanmadan dünya su ihracatında üçüncülüğe oturmakla, 2014 sonunda dünya şampiyonluğu hedeflemekle övünüyor. Büyük davranış değişikliklerine gitmemiz gerekirken İstanbul’un suyunun iki aya biteceğini kaç kişi biliyor? İlgili kurumlar hangi önlemleri alıyor? Barajlar tamtakırken neden tasarruf çağrısı yapılmıyor? Şu anda devlette bunlara cevap verecek sudan sorumlu tek bir kuruluş olmadığından elimizdeki tek veri Veysel Eroğlu’nun bıyıklarının kesin olarak kesileceği…