Mezopotamya Enerji Forumu 2011, 21-22 Ekim tarihlerinde Diyarbakır’da gerçekleştirildi. İki gün süren foruma EMO üyeleri, akademisyenler, STK temsilcileri ve mühendislik öğrencilerinden yoğun katılım vardı. Forumun açılış konuşmasını Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir yaptı. İlk gün “Bölge Enerji Potansiyeli ve Bölgede Enerjiye Ulaşım” ve “Bölgenin Elektrik Altyapısı, İşletme ve Tüketici Sorunları” konuşulurken, ikinci gün “Ülke enerji Politikaları” ile “Mezopotamya’da Su ve Enerji Savaşları” oturumları yapıldı.
İkinci gün yapılan “ Ülke Enerji Politikaları” oturumuna EİE adına katılan İ.Yenal Ceylan, enerji verimliliğinin önemi ve son dönemde bu konuda atılan adımlar ile yasal yeni düzenlemeler hakkında bilgi verdi. EPDK adına katılan Dr. Mustafa Gözden enerji piyasasın yeni yatırımcılara açılabilmesi için son dönemde yapılan yasal düzenlemelerden ve alandaki oyuncuların sayısını arttırma çabalarından bahsetti. Gaziantep Ünv. Muh. Fak. Elektrik ve Elektronik Müh. Bölümü Dr. Arif Nacaroğlu, Hükümetin 2002 yılında seçim beyannamesinde yer alan yerli enerji kaynaklarını kullanma hedeflerine bir türlü ulaşılamadığını ve bu nedenle Türkiye’nin enerji konusunda hala dışa bağımlı olduğundan bahsetti. TMMOB Yüksek Onur Kurulu Üyesi Musa Çeçen ise, enerji ihtiyacının karşılanması gerektiğini, bunun için yenilenebilir enerjilerin önem taşıdığını ama bu enerjilerin yeterli olmayacağını, bu nedenle yerli kaynaklar olan kömür ve linyit kullanmak gerektiğini, TMMOB’nin bütün HES’lere karşı olmadığını, çevresel etkileri açısından HES’lere karşı olduklarını, rüzgâr ve güneşin enerji ihtiyacımızı karşılamayacağını ifade etti.
Su Hakkı Kampanyası adına II. Oturuma katılan Nuran Yüce, bugün Türkiye’de hem su kaynaklarının hem de su hizmetlerinin özelleştirildiğini, enerji ihtiyacını karşılama adına yapıldığı iddia edile HES’lerin de su kaynaklarının özelleştirmesinden başka bir şey olmadığını söyledi. Türkiye’nin 2023 yılı hedefleri içinde sadece su kaynaklarının değil bütün yerli enerji kaynakları olan kömür, linyit ve suyun değerlendirilmek istendiğini, “enerjide dışa bağımlılığı azaltma” hedefi içinde yerli enerji kaynaklarını ayrımsız kullanma planı olduğunu söyleyen Yüce, buna ek olarak nükleer santral yapma hedefinin iklim değişikliğini hızlandıracağını, doğal kaynakların sürdürülebilirliğini ortadan kaldıracağını ve ekolojik felaketlere yol açacağını ifade etti.
HES’lerdeki son duruma da değinen Yüce, 205 adeti işletmede, 514 adeti inşa halinde ve İl Etüt, Mastır Plan, Planlama ve Kati Projesi hazır olan 1222 adet, toplamda 1941 HES’in yapılmak istediğini, bunların tüzel kişiler tarafından geliştirilen 1215 adedinin kurulu gücünün, toplam kurulu güç içinde oranının %7 olduğunu, kayıp kaçak seviyesininin %5 oranına indirilmesiyle, yapılmak istenen yaklaşık 4800 MW’lık HES’in birden devre dışı bırakabileceğini belirtti. Yüce, hiç kimsenin dünya kültürel, tarihi mirası içinde yer alan Hasankeyfi ya da Allioni’yi sular altında bırakma kararını herhangi bir gerekçe ile alma hakkı olmadığını, aslında HES’ler ile inşaat ve enerji şirketlerine yeni yatırım alanları açılmak istendiğini belirtti. Su kullanım hakkına da dikkat çeken Yüce, 26 Haziran 2003 tarihli Elektrik Piyasasında Üretim Faaliyetinde Bulunmak Üzere Su Kullanım Hakkı Anlaşması İmzalanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik ile nehirlerin 49 yıllığına şirketlere devri yapıldığını ve bu hakla birlikte şirketlerin suyun mülkiyetini de ele geçirmiş gibi haklar kazandıklarını, artık tarlasını bahçesini sulamak isteyen köylülerin suyun kullanım hakkını elde eden şirketlere para ödemek zorunda kalacaklarına dikkat çekti. Türkiye’de hidrolik yapılarda yaşanan özelleştirmenin, sulama tesislerinde yaşanan özelleştirme, kentsel su hizmetlerinin özelleştirilmesi, ambalajlı su sektörü olmak üzere dört alanda yaşandığını ifade eden ve bu alanlarda gelinen son durum hakkında bilgi veren Yüce, son olarak suyun bir ihtiyaç maddesi olarak tanımlanamayacağından, metalaştırılamayacağından bahsetti ve suyun en temel insan hakları ararında görülmesi gerektiğini, yönetiminin de kamuya ait, demokratik katılımcı yöntemlerle yapılması gerektiğini savundu.