Kaynak: Melis Alphan,Hürriyet, 22 Şubat 2016
“DÜNYADA, hepimizin geleceğini tehdit eden büyük bir ekolojik kriz yaşanıyor. Obama’sından Papua Yeni Gineli kabile reisine liderler bir araya gelip “Doğanın cılkını çıkardık. Ne halt edeceğiz?” diye yol arıyor. Ekolojik kriz nedeniyle yaşadığı topraklardan göç etmek zorunda kalan insanlar hiç az değil.
1998’de kuraklık, sel, ormanların yok edilmesi ve toprakların verimsizleşmesi gibi çevresel nedenlerle göç edenlerin sayısı 25 milyona yükselerek savaşta göç etmek zorunda kalanların sayısını iki kez geride bıraktı.
Aynı yıl, ‘doğal felaketler’ nedeniyle yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalanlar mültecilerin yüzde 58’ini oluşturdu.
Bu ‘doğal felaketlerin’ artık sıklıkla insan faaliyetlerinin etkisiyle gerçekleştiğini ve hızla arttığını biliyoruz. Yani, daha evinden yurdundan olacak insan çok.
Türkiye de bundan azade değil. Ormanları yok ettikçe, yerin altını üstüne getirdikçe, suları tüketen, havayı kirleten yatırımlara abandıkça ateşe odun taşıyoruz.
Büyüme ve kalkınma kavramları bu noktada anlamsızlaşıyor.
Zira, insanların evinden edildiği, sefil olduğu, hastalandığı ve görünmez maliyetlerin birikip dağ olduğu bir gezegende bu kavramların karşılığı yok. Zararlı bir ‘büyüme’yi ahlakla veya akılla açıklayamayız.
Cerattepe’deki madene kamuoyu tepkisinin artmasıyla, ‘Türkiye’nin havasını, suyunu, toprağını korumanın görevleri’ olduğunu söyleyen Başbakan Davutoğlu, konuşmasına şöyle devam etti:
“Zengin maden kaynaklarını değerlendirmek de ülkemizin ekonomik zenginliği bağlamında görevimiz.
Mesele bu ikisini birbiriyle çelişmeden yapmak. İlla birini diğerine tercih etmek zorunda değiliz.
Teknoloji o kadar gelişti ki yerin altındaki doğal kaynağı çevreye zarar vermeden çıkarıp işleyebilirsiniz. Tüm aktörlerle konuşmaya hazırız.”
İşte ne yazık ki bu ikisini birbiriyle çelişmeden yapmak pek mümkün değil.Çevreyi hem bozup hem koruyamayız.
Hadi diyelim, madeni çıkarırken ve ayrıştırırken çevreye zarar vermedik…
Ama en başta, maden sahasını doğasından kopararak, ekosistemi parçalara bölerek zarar vermiş oluyoruz.
Aynı zamanda biliyoruz ki, bu ülkede pek çok madende çevre gözetilmiyor.
Gözetilseydi, çalışılan sahalarda çok ciddi topoğrafya, jeolojik yapı, su rejimi ve peyzaj değişiklikleri gerçekleşmez, çevredeki bitki örtüsü tahrip olmazdı.
Su krizine gidilirken, bu kadar çok su tüketilmez, maden alanlarının iyi rehabilite edilmemesi sonucu toprak üzerindeki yüzey akıntıları erozyon baskısına neden olmazdı.
Maden çevresindeki tarım ve hayvancılık tehlikeye düşmezdi.
Ekonomik zenginlik bir ülke için elbette önemli. Ama ondan daha önemli olan bir şey varsa, o da doğa.
Çünkü yerine konamaz. Çünkü doğa insana nefes olur, karın doyurur.
Tarihi boyunca ev sahipliği yaptığı kimi aç bırakmış Anadolu? Hava, su, toprak olmadan insan yaşayamaz. Ama insan olmadan da doğa var olur.
Böyle kudretli bir varoluş insan uydurması ‘ekonomi’ kavramına kurban edilebilir mi?Yerkürenin altını üstüne taşıyarak belki cari açığı kapatırız.
Ama uzun vadede ne yapacağız? Madencilik faaliyeti Artvin halkını bir noktada göçe zorladığında onlara bunun hesabını nasıl vereceğiz?
İnsanların safi ülkesi için değil, doğduğu köy, kasaba, kent için ‘memleketim’ sözcüğünü kullandığı bir ülkede birilerini memleketlerinden etmeyi nasıl izah edeceğiz?
Gelin, ekonomik siyasayı konuşalım…
Ağaca, suya, toprağa dokunmadan cari açığı nasıl kapatırız?
Enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji ile sorunu çözemez miyiz? Enerji yutağı sektörlerden çıkamaz mıyız?
Fosil yakıt ithalatını nasıl azaltırız? Kaldı ki, dünya buraya gidiyor, bunları konuşmak ve yapmak zorundayız.
Bazı yerler vardır ki paha biçilemez, parayla ölçülemez, yeri doldurulamaz.
Cerattepe öyle bir yer.O cari açık kapanır, açılır, kapanır, açılır.
Ama Cerattepe gibi cennetten bir doğa parçası yerine geri konulamaz.Bunun vebalini nasıl öderiz?