Dün basında çıkan haberlerde Türkiye Atom Enerjisi Kurumunca, Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin (NGS) birinci ünitesi inşası için “İnşaat Lisansı” verildiği bilgisi yer aldı. Rusya Başkanı Putin’in Türkiye’yi ziyareti öncesinde alınan karar nükleer karşıtlarının tepkisini çekti. Ancak OHAL bahanesi bir kez daha devreye girdi. Mersin Valiliği, Akkuyu Nükleer Santrali’nin bugün gerçekleştirilecek temel atma töreni boyunca olası protestoların önüne geçmek için santralin inşa edileceği Büyükeceli Mahallesi’ne gidişleri yasakladı. Bölgeye gitmek isteyen Nükleer Karşıtı Platform (NKP) üyelerinin gidişlerine karar doğrultusunda izin verilmiyor. Otobüsleri durdurulan aktivistler yürüyerek eylem yerine gitmeye çalışıyor.
Sosyal medyada #NükleerSantralİstemiyoruz hashtag’i üzerinden protesto kampanyası başladı.
Akkuyu, Türkiye’nin yapmayı planladığı üç nükleer santralin ilki. Türkiye’nin yıllık enerji miktarının %10’unu tek başına üreteceği söylenen nükleer santralin Türkiye’nin enerji ihtiyacı ile hiç bir ilişkisi yok. Türkiye’nin böyle bir enerji ihtiyacı olmamakla birlikte Mersin’den kablolarla tüm ülkeye enerji verilmesinin de rasyonal olmadığı ortada. Bu kadar uzun bir elektrik şebekesinin kayıp oranının çok yüksek olacağı bir gerçek. Ayrıca yenilenebilir, temiz ve yerel odaklı enerji politikaları mümkün iken bu kadar riskli bir projeye yönelinmesinin ardında başka neden yatıyor.
Nükleer santral aslında nükleer silah üretiminin ilk evresidir ve bu girişim esas olarak militarist bir projedir. Ortadoğu’daki gerilim ve Suriye’de çok sayıda ülkenin müdahil olduğu savaş göz önüne alınacak olursa Türkiye’nin nükleer geliştirmesi bölgesel bir silahlanma rekabetine neden olacaktır.
Nükleer santral ayrıca terör saldırılarının da hedefidir. 2016 yılında Brüksel’de gerçekleşen terör saldırılarının ardından Belçika’daki bir nükleer santral güvenlik endişesi ile boşaltılmak zorunda kalınmıştı.
Nükleer santral Türkiye gibi bir deprem ülkesinde ayrıca risklidir. 2011 yılında Japonya’da gerçekleşen bir deprem sonucu Fukuşima Nükleer Santrali’nde yaşanan felaketin ekolojik, ekonomik ve insani yıkımı yıllardır sürüyor.
Nükleer santral ekolojik olarak son derece yıkıcıdır. Dünya genelinde nükleer santrallerde sızıntılar yaşanması çok sık görülür. Green Peace 2009 yılında yayınladığı bir raporda sadece Fransa’daki nükleer santrallerde her yıl ortalama 900 kaza ve sızıntı meydana geldiğini belirtmişti.
Nükleer atıklar da yüzlerce yıl radyasyon yaymaya devam ettikleri için saklama koşulları bir diğer ekolojik felaket tehdidir. 2015 yılında Akkuyu’ya dair ÇED raporunda nükleer atıkların gemilerle boğazlar üzerinden Rusya’ya taşınacağı yer almıştı. Bu durum boğazlar açısından da bir risk barındırıyor.
Nükleer santraller su varlıkları açısından da büyük bir tehdittir. Nükleer santrallerin soğutma işlemleri için çok fazla suya ihtiyaçları vardır. Örneğin Sinop’ta kurulması planlanan nükleer santralin bir günde Türkiye’nin günlük kullandığı suyun iki katını kullanacağı yani 28 milyon metreküp su tüketeceği beklenmektedir. Bu soğutma suyuna her hangi bir radyasyon sızıntısı olması durumunda da yine bir ekolojik felaket yaşanacaktır. Santralden boşaltılacak yüksek miktarda sıcak su santral çevresindeki canlı yaşamını da yok edecektir.