Kaynak: Vedat Atasoy, Radikal, 1 Nisan 2012
Bahar yüzünü gösterir göstermez dostlarıma ilk rota tavsiyem, tam bir doğa harikası olan Fırtına Vadisi’dir. Fakat bu günlerde vadinin keyfi biraz kaçık, çünkü HES tehdidiyle karşı karşıya.Sonunda güneş kendini gösterdi. Kışın soğuk yüzünden dışarıya pek çıkmayanlar, baharla birlikte planlar yapmaya başladı. “Nereye gidelim?” diyen dostlarıma ilk önerim hep Fırtına Vadisi’dir.
Rize’nin Çamlıhemşin ilçesinde yer alan Fırtına Vadisi, tek kelimeyle bir doğa harikası. Kaçkar Dağları’nın bir parçası olan vadiye, her daim yoğun nemin oluşturduğu sis hâkim. Bu sis, vadiye büyülü bir hava katıyor. Derin vadilerden oluşan orman denizi, birçok endemik türe de ev sahipliği yapıyor. Deniz seviyesinden başlayarak yaklaşık 4000 m yüksekliğe ulaşan, farklı ve bozulmamış ekosistemleriyle çok sayıda nadir türe ev sahipliği yapan Fırtına Vadisi ve Kaçkar Dağları’nda 30 memeli, 136 kuş ve 116 endemik bitki türü yaşıyor. Dünyada hızla tükenen ve ekosistem içinde en değerli orman sayılan doğal yaşlı ormanlar ve derelerin yataklarında yer alan alüvyal ormanlar, vadinin genel orman yapısını oluşturur. Ayrıca çok az yerde orman halini alan şimşir ağaçlarından oluşan orman, Fırtına Vadisi’nin sürprizlerindendir.
Su boşa mı akıyor?
Kavron ve Kaçkar derelerinin getirdiği buz ve buzul suyuyla beslenen Ayder Vadisi, Palovit, Elevit ve Kale dereleri, Çat civarında birleşip Çamlıhemşin’de Fırtına Deresi adını alır, Ardeşen ve Pazar arasında denize kavuşur. Fırtına Deresi, taşıdığı su miktarı açısından Doğu Karadeniz’in ve Türkiye’nin en verimli ve güzel akarsularından biri. Yıllardır vadiyi besleyen, burada hem doğal hem kültürel yaşamı zenginleştiren bu güzellik, son zamanlarda vadinin kâbusu oldu. Yıllardır bu vadiye HES yapımı için girmeye çalışanlar, son dönemde bölgenin sit alanı ilan edilmesiyle bir süre durdurulsa da vadiyi ele geçirme çabalarından vazgeçmiş değiller.
Bu yazımda en güzel mevsimine giren ormanların, Türkiye’deki en önemli sorunlarından biri olan dere tipi HES’lerden (hidroelektrik santralları) bahsedeceğim.
Fırtına Vadisi gibi doğa harikalarını koruyabilmek için, öncelikle herkes burada neler olup bittiğini öğrenmeli. Bunun için de yazımda Orman Mühendisi Yrd. Doç.Dr. Oğuz Kurdoğlu’nun yürüttüğü bilimsel çalışmalardan yararlanacağım.
Yıllardır turizm, tarım, yerleşme, üniversite, yol ve benzeri amaçlarla kullanım şekilleri değiştirilen doğal alanlar, son yıllarda enerji amaçlı bir baskıyla karşı karşıya.
Bozulmamış doğal sistemler ve geleneksel yaşamın varlığı, aynı zamanda çeşitli yatırımlar ve turizm için yoğun talep edilen kaynaklar anlamına geliyor. Bu nedenle su, kıyı, orman, yayla gibi bozulmamış doğal kaynaklar, ölçüsüz yatırım baskısı altında. Bunlardan en önemlisi olan su, insan hayatı için en önemli unsur ve sanılanın aksine sınırlı bir kaynak.
Ülkemizin enerji açığını kapatmak ve ‘boşa akmasını önlemek’ gibi tartışmalı gerekçelerle bütün su kaynakları, yurt sathında çeşitli tahsislere konu edilmekte. Özellikle HES’ler ve barajlarla ilgili uygulamalar, sadece ekolojik değil, sosyoekonomik anlamda da geri dönüşü olmayan zararlar verecek düzeyde. Aslında tüm yaşam destek sistemlerini tehdit eden bu etkenler, bozulmamış ekosistemlere muhtaç olan ekoturizmin de bugününü ve geleceğini yok ediyor. Rizeli bir köylünün dediği gibi, “Eğer su boşa akıyorsa, güneş de boşa mı doğuyor.”
Can suyunu yok etmek
HES projelerindeki temel tartışma konusu, derelerdeki su miktarının ne kadarının kullanılacağı. Kadim su haklarının ve alışılagelmiş kullanımların değişeceği endişesi, yerel halkın HES’lere karşı direnişine yol açtı.
Telafi suyu (can suyu), derelerdeki doğal yaşamın sürdürülmesini engellemeyecek ekolojik bir eşik olarak düşünülen, ancak herkesçe kabul edilmiş geçerli miktarı belirlenmemiş olan su miktarıdır. Can suyu, hem ekolojik işleyişi kesintiye uğratmayacak hem de içme suyu, kullanma suyu ve varsa balık çiftliği ve sulama suyu ihtiyaçlarını da karşılayacak miktarda olmalı.
Ancak 18/08/2009 tarihli düzenlemeyle can suyu, son 10 yıllık ortalama akımın %10’u olarak belirlenmiştir. Bırakılması önerilen can suyu miktarının düşük olması, ekosistem su ihtiyacını gideremediği gibi derelerin su rejiminde de büyük değişikliklere yol açıyor. Örneğin, kırsal alanda kanalizasyonların neredeyse tamamı doğrudan derelere atılıyor ve alandan uzaklaştırılıyor. Çevre ve insan sağlığı açısından son derece sakıncalı olmasına rağmen kırsalda yaşayan insan sayısının azlığı ve buna karşılık su miktarındaki görece bolluk, atıkların hastalık oluşturmayacak düzeyde kalmasını sağlıyor. Ancak suların %90’ının iletim hatlarına alınmasıyla, dereler yoluyla taşınan evsel atıkların ortamdan uzaklaştırılması mümkün olmayacak. HES’i daha iyi anlamak için Karadeniz Teknik Üniversitesi’nden Orman Mühendisi Yrd. Doç Dr. Oğuz Kurdoğlu’nun ‘HES-Doğa Koruma İkilemi Üzerine Yeniden Düşünmek’ (23/06/2011) adlı çalışmasındaki verileri paylaşmak lazım. Türkiye’de enerjinin %16’sı büyük HES, %49.5’i doğalgaz, %31’i termik, %0.7’si termal ya da rüzgârdan sağlanıyor. Tartışmalara yol açan dere tipi HES’lerin oranı ise %2.75.
TÜİK verilerine göre, Türkiye’nin 2010 tüketimi 200 milyar kwh oldu. Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, 2023’te enerji ihtiyacının 450-550 milyar kwh olacağını belirtti. Planlanan tüm HES’lerin yapılması şartına göre 2 binden fazla dere tipi HES, azami olarak toplam 57 milyar kwh elektrik üretebilecek. Bu da 2025 yılı elektrik talebinin sadece %10’una tekabül ediyor.
Konuya başka açıdan bakalım: WSSD’nin (Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi) tahminine göre, 2025’ten itibaren 3 milyardan fazla insan su kıtlığıyla yüz yüze gelecek. Türkiye, 2025’te su sıkıntısı çekecek ülkeler arasında (HES’ler ve tahribatları hesaba katılmadan). Artık su, en değerli meta halini aldı. Bu yüzden 20. asrın ikinci yarısından itibaren, suyun yönetiminde çokuluslu özel şirketlerin etkinliği artıyor. Tatlısu kaynakları üzerindeki uluslararası baskıların artması, suyu tam bir ticari meta haline getirdi. Öte yandan 28/07/2010 tarihinde, ‘içme suyuna ulaşmanın bir insan hakkı’ olduğu, ilk kez bir BM kararında yer aldı. Karar 122 olumlu, 41 çekimser oyla kabul edildi. Türkiye çekimser oy veren ülkelerden biri! Acaba neden?
HES’e alternatif çözümler
Dere tipi HES’lerden gelen üretim, genel orana bakıldığında oldukça düşük seviyede. Bu kadar düşük oranda enerji üretimi için havamızı, suyumuzu, ormanımızı, köylümüzü üzmeye değer mi? Hayati olmayan, keyfi ürünler için milyarlarca dolar harcayarak yurtdışından ürünler alırken, bu oranda elektriği neden almayalım? Ayrıca bu düşük oranda elektrik, alternatif temiz enerjilerle de sağlanabileceği gibi tasarrufla da bu orana ulaşılabilir. Türkiye’de sektöre göre enerji harcamasında yüzde 5 ila 30 arasında bir verim sağlanması halinde, yıllık 7.5 milyar dolar tasarruf sağlanacağı öngörülüyor.
İTÜ Enerji Enstitüsü’nce, İstanbul Kâğıthane’de az sayıda konutta denenen bir pilot araştırmanın sonuçlarına göre, yalnızca ampul değiştirerek sağlanabilen elektrik enerjisi tasarrufu %30. Konutlarda yalnızca 5 ampul, akkordan floresana değiştirilince aydınlatmada tüketilen enerjide %62, toplam elektrik tüketiminde %14.2 tasarruf sağlanabiliyor.
Hafriyatın doğaya ettikleri
Dere tipi HES, belirli bir su kütlesinin, yüksek bir noktadan türbinlerin bulunduğu istasyona düşürülerek elektrik üretildiği tesistir. HES, su alma yapısı (regülatör), su iletim hattı (açık/kapalı hat, tünel), yükleme havuzu, cebri boru ve santraldan oluşur. Ayrıca HES inşaatı için beton santralı, konkasör (taş kırma) tesisi, depo sahası, şantiye gibi yapılar da yapılır. Bu yapıların inşası için ise kilometrelerce uzunlukta ulaşım yolları yapılır. Bu yüzden HES’lerin etkileri iki boyuttadır: İnşaat öncesi ve inşaat sonrası.
HES’lerin inşasından sonraki etkileri kamuoyunda daha çok yer alıyor. Ancak inşaatın yapımının verdiği zarar çok büyük. Ayrıca HES’lerin çalışması ve enerjinin dağıtılması için gereken enerji nakil hatlarının (20-25, bazen 50 metrelik alanının tamamen tıraşlanması gerek) yapımı da geniş ormanlık alanların yok olmasına sebep oluyor. Topografyanın genel durumu itibariyle inşaat alanlarının sarp, vadilerin dar oluşu ve tesislerin inşaatı sırasında ortaya çıkan hafriyat (en küçük çaplı ve 10 km’lik bir tünelden, yaklaşık 120 bin m3 (300 bin ton) kaya çıkartılıyor), vadilerde depolanamaması sonucunda şevlerden aşağıya dökülüyor.
Bu uygulama, dereye kadar olan bölümdeki bitki örtüsünün tamamen yok olmasına, habitatların geniş alanlarda parçalanmasına, dere yatağının dolarak su sisteminin de bozulmasına yol açıyor.
‘Korunan su, toplumun sigortasıdır’
Yrd. Doç. Dr. Oğuz Kurdoğlu, HES’leri şöyle anlatıyor: “Bunca tahribatın tam karşılığı, bülbülü eti için kesmektir. Hangi yatırım için olursa olsun, orman ve su kaynaklarımızı korumalıyız. Su havzalarını korumak, toplumu sigortalamak gibidir. Henüz el değmemiş dereler ve nehirler, ülkenin doğa müzeleri olarak kabul edilip korunmalı. HES kararı verilen derelerdeki can suyu miktarı en az %40-60 olmalı; aksi takdirde o dere için ölüm yolculuğu başlar. Eskiden “Bu taşlardan bizde çok var, alın götürün” dediğimiz tarihi eserleri geri alabiliyoruz. Ama bunu doğa için söylemek, geleceğimizi de “Alın götürün” demekle eşanlamlı.”