Kaynak: Akşam, 19 Mayıs 2012
Üretiminin yüzde 80-90’ı ithal ara ürüne dayanan tüketim cenneti Türkiye, ‘Enerjide dışa bağımlıyız’ kabulüyle gördüğü her derenin üzerine diktiği HES’lerden akan işçi kanıyla dolan devasa kan barajının da inşaatını bitiriyor.
Yine denetimsiz, yargı geçirmez, bilimsel raporu takmayan, bu hırslı ‘gece dereye sermaye konuverdi’ örgütlenmesi devlet tarafından da kapitalistleşme rönesansımız misali destekleniyor.
Ama tek sıkıntı işçi kanlarının biriktiği bu barajın kapağının da patlaması olabileceği akledilmiyor.
Dağ başlarında, vadi oyuklarında, doğanın en ırak köşelerine konuşlanmış binlerce HES inşaatının aslında hem sermayeye çitlenmiş bedava kamu arazisi tahsisi, hem maliyetsiz su kullanma hakkı hem de finansal teşvik, kredi aktarımı olduğu gerçeği de saklanamıyor.
Ve şimdi karşımıza İkizdere’de 78 km’lik akarsuyunda 26 HES’le 70 km’sini tünellere kapatan ya da Solaklı’da 36 HES projesiyle can suyuna el koyan yatırımcı terörün bir yandan da işçilerin de canına el koyduğunu görüyoruz.
Adana Kozan Gökdere Barajı’nda 10 işçinin üzerine su boşaltan, sonra Erzurum Aşkale’de 5 TEDAŞ işçisini 2 saat kurtaramayıp donduran, ölümcül yatırım hattı Filyos Çayı’na uçan minibüsteki 15 kişiyi önüne katıp Giresun Dereli’deki HES inşaatında da 4 işçiyi kapmıştı.
Elbette büyük medya patronlarının da iştirakçileri olduğu HES yatırımlarının dağda bayırda dereye düşürdüğü, heyelana gömdüğü, tünelde metan gazıyla patlattığı, girdaba kaptırdığı, sigortasız, iş eğitimi ‘verilmemiş’, yöreden yevmiyeyle devşirilmiş işçilerin ölüm haberlerinin çoğu olay mahallinin dışına bile çıkamıyordu.
En kısa sürede inşaatı bitirerek, en fazla suyu tutarak borulara hapsetmeye ve paraya çevirmeye ant içmiş HES’çi yatırımcının kaybedecek ve duracak bir dakikası bile yoktu. Dolayısıyla, ne yargı kararları ne ÇED raporu ne de denetime tabi olmasını siyasi erk de istiyordu.
Acil Kamulaştırma Yasası ve masa başı hazırlanan ÇED raporu ürünü HES projeleri, spekülatif rantı hariç 15 milyar dolarlık hacmiyle ‘denetimsiz’ inşatları hızla devam ediyordu.
Dolayısıyla yeraltı su kaynaklarına el koyulmuş, yatakları kumla doldurulmuş, suları arsızca kilometrelerce uzunluktaki borulara tıkılmış dereler su yapılarıyla ilgili inşaat tecrübesi olmayan alt yüklenici firmaların elinde ‘mal’ oluyordu.
Tonlarca dinamit patlatılıyor, topraklar kayıyor, istinat duvarları yerle bir olurken özel güvenlikçi timleri, köylüleri HES bölgesine bile yaklaştırmıyordu.
Dağın, bağın, suyun ‘özelleştirilmesi’, yatırımcıya ‘mülk edilmesinde’ kolluk kuvvetlerinin hizmetleri de inkar edilemezdi.
Şirket, özel güvenlikçi tutup, hayvanları bile suyun yanına sokmazken olur da yöre sakinleri maraza çıkarırsa jandarma kuvvetlerince gözaltına alınırdı.
İMO İnşaat Mühendisleri Odası Giresun Dereli’deki HES faciasıyla ilgili açıklamasında 2012’nin ilk beş ayında HES inşaatlarında ölen işçi sayısının 26’yı geçtiğini bildirerek denetim hizmetlerinin özelleştirilmesine dikkat çekti.
DSİ gibi kurumların içeriğinin boşaltılarak kamusal mekanizmalarının devre dışı bırakıldığını ve HES inşaatlarındaki denetimsizliğin daha da fazla işçi ölümüne neden olacağını belirttiler.
Ama gelin görün ki her saniye akan suyu kapma ve satma derdindeki HES’çilerimizin en hızlı HES inşaatı yapma yarışında zemin etüdü oluşturmaya bile vakitleri yoktu ve 90 milyon metreküp suyu tutan çatlamış baraj kapaklarını kum torbasıyla kapatarak ‘Şarki kapitalist rönesansımıza’ imza çakıyorlardı.