Türkiye’de ve dünyada su hakkı mücadelesi

Son yirmi yıl içinde su krizinin süregen bir hal almasıyla birlikte su hakkı kavramını daha çok duyar olduk. Ancak “su hakkı”nın tarihçesi daha öncesine dayanıyor. Bu kavram İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (1948) gibi çeşitli uluslararası metinlerde insanın sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı içinde adı geçmese de, örtük olarak kabul edilmekteydi. Yani yeni bir hak değil, erozyona uğramış bir yaşam hakkının değişen sosyal ve ekolojik şartlara göre yeniden tanımlanması söz konusu. Çünkü dünyanın su kaynakları, tıpkı diğer doğa varlıkları gibi neoliberalizmin kuşatması altında. İşte bu noktada su hakkı kavramı anlam kazanıyor  ve  kendisinden mahrum olanları bir araya getiriyor.[1]

Neden su krizi?

Ekolojik kriz hayatımızı her geçen gün daha şiddetli bir biçimde etkiliyor. Su meselesi ise bu krizin şüphesiz en önemli bileşenlerinden biri. Zira su gezegendeki tüm canlılar ve yaşam alanları için eşit oranda vazgeçilemez ve yeri doldurulamaz bir varlık. Ve bu varlık hem insan faaliyetlerinden, hem de doğanın kendi dinamiklerinden kaynaklanan baskılar altında. Su krizinin temelinde insan faaliyetleri var. Yoğun su ve enerji kullanımına dayalı üretim ve tüketim pratikleri dünyanın her yerinde doğa ve su kaynaklarını hızla kirleterek tüketiyor. Teknolojik gelişmeler ve küreselleşen ekonomi ile birlikte fiziksel ve siyasi sınırlar aşıldıkça daha çok üretim ve tüketimin önü açılıyor. Bu da ivmelenen bir su kullanımı, kirlenmesi ve tükenmesi demek.  Bunun dışında bir de suyun dünyanın her yerine homojen bir biçimde var olmaması durumu mevcut. Bir yanda yılda sadece 24 mm yağış alan Sahra Çölü gibi kurak bölgeler var. Öte yanda yıllık yağışı 12 bin mm’ye yaklaşan Hindistan’ın Meghalaya eyaletindeki Cherrapunjee gibi şehirler var. Başka bir ifadeyle, dünyanın bazı yerlerini kuraklık kavururken, başka yerlerini de seller götürüyor. İşin kötüsü, bu durum daha da şiddetleniyor. Ancak bu şiddetlenmenin  de arkasında büyük ölçüde aynı insan faaliyetleri var.

Kriz ne boyutta?

Bugün dünya nehirlerinin en az %60’ı büyük ölçekli barajlarla (baraj duvarı 15 metreden yüksek ya da 3 milyon m3’den fazla) kısmen ya da tamamen tutulmuş durumda[2]. Bu barajlar suya erişimi kolaylaştırıp civarlarındaki tarım, sanayi ve kentleşme  uygulamalarını baştan sona değiştiriyor. Yoğun sulama gerektirmeyen geçimlik ya da geleneksel tarımdan büyük miktarda su isteyen endüstriyel tarıma geçiliyor[3]. Endüstriyel tarım sadece yoğun su değil, aynı zamanda büyük oranlarda kimyasal gübre ve ilaç kullanımını da beraberinde getiriyor. Sadece bu tarımsal faaliyetler değil, kentsel ve endüstriyel kullanım sonucunda da kirlenen su ve toprak, insanlar kadar diğer canlıların da yaşam alanlarının daralması ve kirlenmesi anlamına geliyor. Öyle ki sadece 1970’lerden bu yana dünyada tatlı su kaynaklarında yaşayan canlı türlerinin yarısından fazlası yok oldu (www.panda.org).

Tabi ekolojik kriz sınır tanımayan bir olgu. Doğayı yok eden her faaliyet, doğrudan ya da dolaylı insanı da yok ediyor. Bugün dünyada 1,4 milyar insan temiz suya erişemiyor (www.unicef.org). Üstelik 2032 yılında dünya nüfusunun yarısının suya erişimde ciddi sıkıntı çekeceği ön görülüyor (www.who.org). Mesele elbette suyun yetersiz olması değil. Zira dünyada her canlının ihtiyacına cevap verecek temiz su  mevcut. Esas sorun hem temiz su kaynaklarının haksız paylaşımı, hem de bunların kendini yenileme kapasitesinin çok üstünde kullanımı ve bu durumun giderek şiddetlenip tüm dünyayı etkisi altına almaya başlaması. Günümüzde her sekiz saniyede bir çocuk kirli su içtiği için ölüyor (www.foodandwaterwatch.org). Dünyadaki hastalıkların %80’i  kirli sulardan kaynaklanıyor ve kirli su, tüm dünyada sıtma, AIDS, savaşlar ve trafik kazalarının toplamından daha çok sayıda çocuğun ölümüne neden oluyor (www.who.org).

Su krizi ve ekolojik adaletsizlik

İyi de susuzluktan ölenlerin nüfusun önemli bir bölümünü oluşturduğu bir dünyada, bir ABD vatandaşının musluğundan günde ortalama 580 litre[4] su akmasına ne demeli? Haiti Cumhuriyeti’nde günlük su kullanımı ise sadece 20 litre.  ABD’de yaşayan bir insanın ortalama sanal su tüketimi ise musluğundan akan suyun 13 katı fazla. Yani ABD’de yaşayan bir insanın ortalama günlük sanal su tüketimi 7,7 ton ediyor (www.waterfootprint.org). Tabi bu meselenin ülkeler boyutundaki fotoğrafı. Bir de aynı ülkede hergün tonlarca suyla sulanan çim sahalarda golf oynayanlarla, içmeye su bulamayanlar yanyana yaşıyor. Demek ki su krizi herkesi eşit etkilemiyor. Kimisini hasta edip öldürürken, kimisini de teğet geçiyor. Su krizinden de, ekolojik adaletsizlikten de en büyük payı yoksul çoğunluklar, diğer canlılar ve gelecek nesiller alıyor.

Su krizine nasıl bir çözüm?

Hayat veren suyun adını artık seller, kuraklıklar, kirlilikler, ihtilaf ve savaşlarla anar olduk. Seller ile kuraklıklar arasında savrulmaya başlayan, aşırılaşan iklimlerin neden  olduğu sorunlarla ve neo-liberal ekonominin sınırları aşarak küreselleşmesi ile büyüyen su ve enerji talebiyle baş edemeyen yönetimler meselenin bu noktayan getirdi. İklim krizini hala çoğu ülke yöneticilerinin çeşitli biçimlerde görmezden geldiği, kısa iktidar dönemlerinde çözüm üretilmesi zor ve ödüllendirici olmayan bir mesele. Ayrıca iklim değişikliğinin karbon emisyonlarıyla olan doğrudan ilişkisini kabul etmek demek daha az enerji tüketmek gibi kalkınma dışı bir amaca yönelmek demek. Dünyada böyle bir amaca yönelik adımlar atan ülke sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Endüstriyel tarım daha fazla su talep ediyor, buna hayır diyen ülke sayısı da bir elin parmaklarını geçmiyor. Dünya devletlerinin ezici çoğunluğu, bunu tam tersine, artan su ve enerji talebini sorgusuz sualsiz karşılamanın peşinde.       Böylece esas nedeni büyüyen su ve enerji talebi olan kriz başka bölgelere, başka ülkelere ve başka mecralara aktarılıyor. Bununla da kalınmayıp, “suyu ve enerjiyi ihtiyaç fazlası tüketme sorunu” gelecek kuşaklara öteleniyor. Yani daha doğmamış olana, kurda kuşa yüklenen ekolojik borç artmaya devam ediyor.

Ticarileştirme ve özelleştirme çözüm mü?

Devletlerin su kriziyle mücadelede sıklıkla benimsediği yol, artan su ve enerji talebini sorgusuz sualsiz karşılamak. Bu çözüm anlayışı Birlemiş Milletler (BM), Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi uluslararası kuruluşları ile tüm dünyaya yayılıp, hakim kılınıyor. Bu küresel kuruluşlara göre su krizi öncelikle “dünya nüfus artışı” ve “suyun yapay olarak maliyetinin altında fiyatlandırılması” gibi nedenlerle ortaya çıkıyor (www.imf.org). Aynı anlayış ayrıca suyun kamu eliyle yürütülmesini de önemli bir sorun olarak tanımlıyor. Problem böyle tanımlanınca da, çözüm olarak suyun “tam maliyete göre fiyatlandırılması”nın ve suyun yönetiminin özel şirketlere devredilmesinin önerilmesi kaçınılmaz oluyor. Bu neoliberal zihniyete göre şirketler kamu organları gibi bürokratik değil ve gerek bilgi anlamında gerekse finansal boyutta daha fazla kaynağa sahipler. Bu iddialardan hareketle özel şirketlerin su krizini çözmede kamudan daha başarılı olacağına inanıyorlar.

Su kaynakları ve hizmetlerinin özelleştirilmesi bazı gelişmiş ülkelerde 1970’lerde başlarken, 1990’lardan itibaren tüm dünyaya yayılmaya başladı. Bugün tüm dünyada su hizmetleri %10 oranında özel şirketlerce yürütülüyor. Bu durumun önemli sonuçlarından biri de suyun fiyatının artması ve suya erişimde varolan adaletsizliğin büyümesi. Faturasını ödeyemeyecek kadar yoksul olduğu için suyu kesilen, evine icra gelen insan manzaraları kanıksanıyor. Artık Türkiye de dahil olmak üzere pek çok ülkede ön ödemeli su sayaçları kullanılıyor. Su satarak kâr eden şirketler su tasarrufunu değil, tüketimini teşvik ettiği için, su kaynakları daha hızlı kirlenip, tükeniyor.  Bir yerdeki suyu kirleten şirket, başka bir yere yöneliyor. Dünyanın pek çok ülkesinde akarsular ve göller de özelleştirilmeye başlandı. Suya doğrudan bağımlı olan kırsal kesim göç etmek zorunda kalırken, ekosistemlerde büyük yıkımlar yaşanıyor.

Bir de tüm bunlardan yeni bir sektör doğdu; ambalajlı su sektörü. Musluk suyunu şişeleyerek 500 ila 2000 kata kadar daha pahalı satan su şirketleri kısa sürede birikimlerini artırıp, gücüne güç katıyorlar. Artan talepleri, pet şişeleri ve yoğun karbon ayakizleriyle tatlı su kaynaklarını kirleten ve tüketen bu sektör,  halkın bütçesinde “içme suyu” ve “kullanma suyu”na ayrı iki kalem yarattı. Suyu kalkınma, büyüme ve güvenlik gibi ulusal çıkarların hayata geçirilmesinde bir araç olarak gören devletler de su kaynaklarının yönünü değiştirme, enerji kaynağı olarak kullanma ve hatta hegemonya kurma gibi uygulamalarda bulunuyor, bunları barajlar, HES’ler ve su kanalları gibi büyük hidrolik projelerle hayata geçiriyorlar. Bu hidrolik yapılar doğa-kültür miraslarının yok oluşundan, büyük göçlere, ekolojik yıkımlardan depremlere çeşitli sosyal-ekolojik sorunlara neden oluyor. Sonuç olarak, şirketlerin ve devletlerin su krizini çözme adına geliştirdiği bu anlayışın uygulamaları su krizini çözmek yerine derinleştiriyor.

Öyleyse çözüm ne?

Suyun ticarileştirme ve özelleştirme yoluyla korunamayacağı, bilakis hızla kirlenerek tükeneceğinin ve bundan da en fazla yoksul kesimin etkileneceğinin anlaşılmasıyla birlikte su hakkı kavramı daha fazla dile getirilmeye başladı. Kâr değil, adalet merkezli bu kavram, su kaynaklarının ve hizmetlerinin ticari bir metaya çevrilemeyeceğini ve özelleştirilemeyeceğini savunuyor. Bu yaklaşıma göre su herkesin ve her canlının yaşam hakkıdır, çünkü su olmadan yaşam da olmaz. Suya erişim hak olduğuna göre, bu hak parayla satılamaz. Satıldığı zaman hak olmaktan çıkar, ancak parasını ödeyenin eriştiği bir ekonomik metaya dönüşür. Ön ödemeli su sayaçları, artan su fiyatları ve büyüyen ekonomik taleplerin yarattığı baskılar sonucunda suların hızla kirlenerek tükenmesi bunun en bariz kanıtlarıdır.

Ekolojik adaletsizliğe ve yıkıma karşı durmak için su hakkı

Su hakkı ayrımsız şekilde her insanın ve canlının sağlıklı bir biçimde yaşamını sürdürmesi için yeterli miktarda temiz suya erişmesi demek. Su hakkını savunanlar suyun insanlar ve tüm canlılar için vazgeçilmez ve yeri doldurulamaz bir yaşam kaynağı olduğunu, başka bir ifadeyle su hakkının bir yaşam hakkı olduğunu savunuyorlar. Yaşam hakkının ticareti yapılamaz, bu hak alınıp satılamaz, parası olmadığı için ya da başka nedenlerle kimse bu haktan mahrum bırakılamaz. Hatta yaşam hakkının temel unsuru olan suyun kendisinin de hakkı var. Su hakkını savunanlar suyun ekonomik bir kaynak olarak görülemesine, ticarileştirilmesine ve özelleştirilmesine karşı mücadele ederken, suyun korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması, ve tüm canlıların suya erişiminin sağlanması için ulusal ve uluslararası yasal metinlerle bir yaşam hakkı olarak güvence altına alınmasını talep ediyorlar.

Su Savaşları: Bolivya Cochabamba mücadelesi

Su hakkını korumaya yönelik en önemli sosyal hareket 1999’da Bolivya’da ortaya çıktı. Cochabamba kentinde belediyenin su hizmetlerini özelleştirilmesi ile başlayan süreç su hakkı kavramının somutlaşmasında dünyada bir milat sayılabilir. Kentin su hizmetlerinin özelleştirmesinin sonucunda su fiyatları önemli ölçüde arttı. Bu artışın birincil nedeni ise, şirketin altyapı hizmetleri için gereken bütçeyi vatandaşlardan çıkarmaya çalışmasıydı[5]. Hatta su şirketi halkın topladığı yağmur suyuna bile gözünü dikerek, o suyun bile kendisine ait olduğunu iddia etti[6]. Buna bir tepki olarak  ortaya çıkan toplumsal hareket ise hükümetin devrilmesine giden bir süreci başlattı. Ayrıca Cochabamba hareketinin bir kazanımı olarak, 2009 Bolivya  Anayasası’nına şöyle bir madde eklendi: “Herkes evrensel nitelikteki su hizmetlerine eşit olarak sahip olmalıdır. Su ve hıfzıssıhhaya erişim bir insan hakkıdır, imtiyaz veyaözelleştirme konusu olamaz”[7].

Ekolojik adalet için su hakkı

Cochabamba’nın ardından, dünyanın çeşitli yerlerinde su adaleti hareketleri ortaya çıktı. Uruguay’da 2004’te referandumla su üzerine anayasal değişiklik yapıldı. Yeni anayasaya “su yaşam için vazgeçilmez bir varlıktır ve içilebilir suya ve kanalizasyona erişim bir temel insan hakkı” ibaresi eklendi[8]. İtalya’da 2007 yılında su hizmetlerinin tekrar kamu kapsamına alınması için başlatılan bir kampanya sonucunda 400 bin imza toplanarak referanduma gidildi. 2011’de gerçekleşen referandum sonucunda İtalya’da suyu ve su hizmetlerini özelleştiren mevcut yasalar referanduma katılanların %96 oyuyla red edildi[9]. Ayrıca 2006 yılından itibaren her üç senede bir düzenlenen resmi Dünya Su Forumun’nun özelleştirmeci yaklaşımına karşı olarak düzenlenen Alternatif Dünya Su Forum’larında da su hakkının evrensel olarak kabul edilmesi için çalışmalara başlandı. Avrupa Vatandaşları Girişimi[10] adlı bir platform Avrupa Birliği ülkeleri çapında başlattığı imza kampanyasıyla suya ve hıfzıssıhhaya erişimin anayasalarda insan hakkı olarak tanınması için çalışıyor. Şimdiye kadar 50 bine yakın imza toplandı.  

Dünya ülkeleri su hakkını tanımaya başlıyor

2010’da ise Bolivya’nın on sene öncesinde başlayan girişimiyle BM Genel Kurulu su hakkı için toplandı. “Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, güvenli ve temiz içme suyuna ve hıfzıssıhhaya erişimin yaşamdan ve insan haklarından sonuna kadar faydalanılması için temel bir insan hakkı olduğunu kabul eder” maddesi 124 ülkenin evet oyuna karşılık, 42 çekimser oyla kabul edildi. Türkiye de çekimserler arasında yer aldı. Ancak hemen belirtelim ki Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90/son maddesine göre; usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası sözleşmeler kanun hükmündedir. Su hakkı gibi temel hak ve özgürlüklere ilişkin kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda uluslararası sözleşme hükümleri esas alınır. Bir başka deyişle Türkiye önünde sonunda bu anlaşmayı imzalamak durumunda kalacak.

Suyun kendi hakkı

Su hakkı insanın suya erişimi ile de sınırlı kalmıyor. Bu kucaklayıcı kavram diğer canlıların, ekosistemlerin ve akarsuların haklarını da gündeme getiriyor. Şirketlerin ve devletlerin sözcüsü olan Dünya Su Konseyi’nin 1997’den bu yana düzenlediği suyun özelleştirilmesi ve ticarileştirilmesini savunan Dünya Su Forumlarına karşı gerçekleştirilen Alternatif Dünya Su Forumlarında da ele alınan su hakkı, kısa süre içinde insanın egemenliğine ait olmaktan çıkıp suyun öz hakkına doğru evrilmeye başladı. 2012’de Marsilya’da düzenlenen son Alternatif Dünya Su Forumu’nda nehirlerin su haklarından, suyun öz hakkından bahsedildi. Bu doğrultuda, Yeni Zelanda’da 140 yıl süren bir hukuksal mücadele sonucunda Whanganui Nehri’nin ekolojik haklarının tanınmış[11] olması gelişen su hakkı kavramına önemli bir örnek teşkil ediyor.

Türkiye’de su hakkı ne durumda?

Türkiye’de su hakkı temel insan hakları arasında henüz yer almıyor. Hatta mevcut yasalar ve düzenlemeler ile tam tersi yönde suyun ticarileştirilmesi ve özelleştirilmesi söz konusu. Bunlardan biri Türkiye’de bütün büyük şehir belediyelerinin uymak zorunda olduğu 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un “Tarife Tespit Esasları” başlıklı 23. maddesi[12]. Bu maddeye göre, yerel yönetimler yürüttükleri tüm hizmetlerin gerçekleşmesi için harcanan yönetim ve işletme masrafları, amortismanları doğrudan gider olarak yazılan yenileme giderleri ve iyileştirme-genişletme giderlerine ek olarak minimum %10 kâr içerecek bir fiyatlandırma yapmak zorunda. Böylece bu yasayla belediyeler ile su ve kanalizasyon idareleri su hizmetlerinde minimum %10 kâr esasına göre çalışan ticari işletmelere dönüşüyor. Hatta Temmuz 2012’de ilginç bir gelişme yaşandı. Bu maddeden kâr etme ibaresi kaldırılmadı ama “%10’dan aşağı olamayacak biçimde” kısmı kaldırıldı[13]. Bu da aslında şu anlama geliyor, artık belediyeler suyun fiyatını belirlerken istediği kadar kâr payı koyabilecek.

Bir başkası ise 4736 sayılı Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Ürettikleri Mal ve Hizmet Tarifeleri ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 1. maddesi[14]. Bu maddede şöyle deniyor: “Genel bütçeye dâhil daireler ile katma bütçeli idareler, bunlara bağlı döner sermayeli kuruluşlar, kanunla kurulan fonlar, kefalet sandıkları, sosyal güvenlik kuruluşları, genel ve katma bütçelerin transfer tertiplerinden yardım alan kuruluşlar, kamu iktisadi teşebbüsleri ve bağlı ortaklıkları ile müesseseleri, il özel idareleri ve belediyeler ile bunların kurdukları birlik, müessese ve işletmelerde… üretilen mal ve hizmet bedellerinde işletmecilik gereği yapılması gereken ticari indirimler hariç herhangi bir kişi veya kuruma ücretsiz veya indirimli tarife uygulanmaz”. 2002 yılında yürürlüğe giren bu yasa, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası mali kuruluşlar tarafından öngörülen güçlü ekonomiye geçiş programının uygulamaya konulması amacıyla çıkartılmış. Bu yasaya göre kamu zararı, mevzuata aykırı karar, işlem, eylem veya ihmal sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunmasından kurum sorumlu tutuluyor. Artışa engel ifadesi bile, bu kamu kurumlarından kâr beklendiğini gösteriyor. Örneğin bedelsiz su hizmeti vermek kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olacağı için yasal kabul edilmiyor. Bedelsiz su hizmeti veren kamu görevlisi hakkında ise tıpkı Dikili Belediyesi örneğinde de görüldüğü gibi Türk Ceza Kanunu veya diğer kanunların bu fiillere ilişkin hükümleri uygulanıyor.

Bir diğeri de Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanun’un 24. maddesi[15]. Bu yasaya göre DSİ tarafından su kaynaklarının geliştirilmesi için kurulan her türlü tesisin kurulma, işletme ve bakımı için yapılan tüm harcamaların bu tesislerden faydalanacak olanlar tarafından geri ödenmesi şart. Buna ek olarak, DSİ yerel yönetimlere suyu ücretsiz de vermiyor. Böylece suyu para karşılığında alan belediye su hizmetlerini verdiği vatandaşlarından da bedel almaya mecbur kalıyor. Böylece belediyeler, su ve kanalizasyon işleri müdürlükleri özel hukuk kurallarına göre davranmak zorunda bırakılıyor. Örneğin borcunu ödemeyen abonenin suyu kesiliyor. Borç kanuni yollardan alınamazsa ve su kapama tarihinden 6 ay sonra borç tahsil edilemezse, hesap tasfiye edilerek sözleşmesi iptal edilip, sayacı kaldırılıyor. Böylece suya erişme hakkı, ödeyecek gücü olmayan vatandaşın elinden alınıyor.

Türkiye’de  de su hakkına yönelik çalışmalar var

Tabi tablo tamamen karanlık değil. Türkiye’de su hakkını kazanmaya yönelik önemli bir kaç gelişmeden bahsetmekte fayda var. İlki İzmir Dikili Belediyesi’nin 2000’lerin ortasından itibaren hane başına aylık 10m3’e kadar olan suyu insanın temel ihtiyaçlarını karşılaması için gerekli miktar olarak hesaplayıp, bedava vermesi[16]. Bu miktar aşılırsa, kullanılan suyun tamamı normal tarifeden hesaplanıyor. Bu uygulama yüzünden Dikili belediye başkanı Osman Özgüven ve belediye meclis üyeleri hakkında dava açıldı. Özgüven ve belediye meclis üyeleri ancak iki sene sonra suçsuz bulundu. Bu uygulama halen devam ediyor ve hatta kota 13 m3’e çıktı. Ayrıca kotayı aşmamak için tasarruflu su kullanan hanelerin oluşturduğu Dikili beldesinde hatırı sayılır bir su tasarrufu sağlanmakta.

BDP ise “Temiz Suya ve Gıdaya Erişim Hakkı” adı altında bir yasa tasarısını meclise çalışması var. CHP İstanbul milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu ve Umut Oran da, geçtiğimiz nisanda, toplam aylık geliri brüt asgari ücretten az olan ailelere ait hanelerde kullanılan suyun 10 m3’e kadar olan kısmının bedava verilmesi amacıyla kanun teklifi verdi[17].

Su herkesin hakkı, su mücadelesi herkesin mücadelesi

Su hakkına yönelik en son gelişme ise Su Hakkı Kampanyası’nın Türkiye Anayasası’nda yeterli miktarda temiz suya erişimin insan hakkı olarak kabul edilmesi için başlattığı kampanya[18]. “Su Hakkı Talep Ediyoruz!” adlı kampanya  17 Ekim’de İstanbul’da gerçekleşen bir basın toplantısıyla başladı[19]. Bu yeni bir kampanya olmakla birlikte aslında yeni bir hak talebinde bulunmuyor. Tüm canlıların en temel hakkı olan yaşam hakkının vazgeçilmez unsuru olan su hakkının tanınması ve anayasal güvence altına alınmasını savunuyor. Bu da temel ihtiyaçlara yetecek miktar ve kalitede suyun ücretsiz olarak sağlanmasının yani temiz ve içilebilir nitelikte suyun şebeke sularından sağlanmasının devlet tarafından garanti edilmesi demek.  Kampanya ayrıca su tarifesinin belirlenmesinde kârı esas alan “4736 Sayılı Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Ürettikleri Mal ve Hizmet Tarifeleri Kanunu”, “2560 sayılı İSKİ Kanunu”nun 23. maddesindeki  düzenleme ve benzeri kanunların yürürlükten kaldırılmasını talep ediyor. Suyla ilgili alınan kararların toplumun tüm kesimlerini kapsayacak biçimde katılımcılık ilkesi ile alınmasının sağlanması ve bu kararlar doğanın, tüm canlıların ve gelecek kuşakların su hakkını koruyacak nitelikte bütünlükçü olmalısını gerektiğini belirtiyor[20].

Dr. Akgün İlhan ve Nuran Yüce

 

Notlar

[1] Bu yazı 30 Ekim 2012 tarihinde yayınlanmış olan Akgün İlhan ve Nuran Yüce’nin hazırlayıp sunduğu 94.9 Açık Radyo’da Su Hakkı Programı’ndan bölümler içermektedir. Programa www.suhakki.org sitesinden ulaşabilirsiniz.

[2] WCD (2000). Dams and Development: A New Framework for Decision-making. London & Scarling, VA: Earthscan.

[3] Dünya Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre tarım sektörünün su kullanımı, endüstriyel ve kentsel su kullanımında çok daha fazla. Bu oran Türkiye’de %74 iken, dünyada %70 civarında. http://www.fao.org/nr/water/aquastat/water_use/index.stm

[4] UNEP (2006). Human Development Report. Beyond Scarcity: Power, Poverty and the Global Water Crisis, New York: Palgrave Macmillan.  http://hdr.undp.org/en/media/HDR06-complete.pdf

[5] “Water Privatization Case Study: Cochabamba, Bolivia”. Public Citizen. http://www.citizen.org/documents/Bolivia_(PDF).PDF

[6] Olivera, O. ve Lewis, T. (2004).  Cochabamba: Water War  in Bolivia, Cambridge: South End Press.

[7] Nueva Constitucion Politica del Estado de Bolivia de 2009  http://www.justicia.gob.bo/index.php/normas/doc_download/35-nueva-constitucion-politica-del-estado

[8] Hall ve diğerleri (Mart, 2009). “Public-public Partnerships (PUPs) in Water”. Transnational Institute (TNI). http://www.tni.org/sites/www.tni.org/files/download/pupinwater.pdf

[9] David Hachfeld, Philipp Terhorst ve Olivier Hoedeman  (Ocak, 2009). “Progressive Public Water Management in Europe. In Search of Exemplary Cases”. Transnational Institute (TNI). http://www.tni.org/sites/www.tni.org/files/download/progressivewaterineurope.pdf

[10] European Citiziens’ Initiative http://www.right2water.eu/

[11] Bu Nehrin Tüzel Kişiliği Var http://www.iklimhaberleri.com/2012/09/bu-nehrin-tuzel-kisiligi-var.html

[12] http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/570.html

[13] http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/07/20120721-24.htm

[14] http://www.alomaliye.com/4736_sayili_kanun.htm

[15] http://www2.dsi.gov.tr/duyuru/mevzuat/kanun/6200kanun.pdf

[16] Bu kota 2011 yılından itibaren 13 m3’e çıkarıldı. Ayrıca suyun metreküpü de sembolik bir ücretle 1 kuruş olarak belirlendi.

[17] CHP’den Dar Gelirli Aileler için Yasa Teklifi  http://siyaset.milliyet.com.tr/chp-den-dar-gelirli-aileler-icin-yasa-teklifi/siyaset/siyasetdetay/29.04.2012/1534215/default.htm

[18] “Su Hakkı Anayasal Güvenceye Alınsın!” http://www.ozgur-gundem.com/index.php?haberID=53147&amp

[19] Basın toplantısının videosuna erişmek için http://www.suhakki.org/2012/10/su-hakki-anayasal-guvence-altina-alinsin-kampanyasi-basladi/

[20] “Su Hakkı Anayasal Güvenceye Alınsın!” Kampanyası için hazırlanan imza sitesine www.imza.suhakki.org adresinden ulaşabilirsiniz.