Türkiye kamu vicdanı son bir kaç gündür polis kurşunuyla can veren Ethem Sarısülük cinayetiyle çalkalanıyor. Vicdanları bu kadar sarsan, Ethem’in üzerinde silah namına hiçbir şey bulunmaması değil sadece. Onu öldüren polisin, Ankara 13. Sulh Ceza Mahkemesi’nce tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmış ve Savcılığın Ethem’in vurulmasını “meşru müdafaa” kavramıyla açıklaması nedeniyle yüksek olasılıkla ceza almayacak olması. “Üstelik Ethem’in avukatı Kazım Bayraktar’ın da belirttiği gibi mahkemenin gerekçesinde, görüntü kayıtları, keşif sırasında tespit yapan bilirkişilerin görüşleri, otopsi ve balistik raporu da yoktu. Oysa o video kayıtları sosyal paylaşım sitelerinde bütün Türkiye tarafından defalarca izlendi. Görünen o ki bir tek mahkeme heyeti izlememiş bu videoyu. Daha da vicdan sarsıcı olanıysa, Türkiye yakın tarihinin benzer olaylara dolu olması. Hrant Dink, Ceylan Önkol, Uğur Kaymaz ve Sevag Balıkçı gibi sayısız bireyi, Sivas ve Roboski katliamları gibi sayısız kitleyi hedef alan pek çok nefret cinayetiyle dolu kanlı bir tarih bu. Hepsinin de ortak yanı faillerinin meçhul olması. Bu ‘meçhul’ün ne anlama geldiği çok iyi düşünülmeli.
Bakın Başbakan Erdoğan Gezi olaylarına ilişkin neler diyor: “Her kademedeki polis kardeşlerime, haftalardır devam eden olaylarda fedakarlıkla, vatanseverlikle mücadele verdikleri için, şahsım, ülkem ve milletim adına şükranlarımı sunuyorum”. Başbakan Polis Akademisi Mezuniyet töreninde ise hızını alamayıp “polis Taksim’de destan yazdı” diye haykırıyor. Şiddete övgünün ayyuka çıktığı bu günlerde Başbakan’ın sözlerini ciddiye alacak olsak, bu ‘vatan kahramanları’ için oturup ağlayacağız neredeyse. Bu nasıl bir vicdan ve akıl tutulmasıdır? Sürekli maneviyattan bahseden bir hükümet Gezi olaylarının bilançosu olarak nasıl sadece zarar gören polis araçları, kaldırım taşları vb. maddi hasara vurgu yapıp, ölen, gözü çıkan, gazdan zehirlenen ve hastanelik olan insan sayısını nasıl ağzına almaz? Bu sorular daha uzar gider.
Şimdi, devlet terörüne “kol kırılır, yen içinde kalır” diyerek ses çıkarmamayı ve çıkaranın başını ezmeyi vatanseverlik sayan hakim zihniyeti bir yana bırakalım. Esas vatanseverliğin ne olduğunu anlamak için bu güç odaklarından iyice uzaklaşalım. Ethem’i öldüren polis memurunun tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldığı ve haksızlığa uğramış bir kahraman muamelesi gördüğü günlerde Birhan Erkutlu diye bir adam 39 derece ateşle hasta yatağından kalkıp 70 km uzaklıktaki dağ yoluyla gidilen Kumluca Jandarma Karakolu’na gitmek zorunda bırakılıyordu. Erkutlu’nun başı evinin ve bahçesinin yakınında yapılmakta olan Kürce HES’in mühendisi Gökhan Göktaş ile beladaydı. Göktaş, Erkutlu’nun kendisine Facebook üzerinden hakaret ettiği iddiasıyla savcılığa suç duyurusunda bulunmuştu. Durdu sanılan adalet sermaye sahiplerinin çıkarı söz konusunda bir anda hızla ilerlemeye başladı. Jandarma Uzman Çavuşu Melih Kemal Kürklü soluğu Alakır’da Erkutlu’nun topraktan evinde aldı. Hasta Erkutlu’yu ifade vermekten kaçmakla suçlayan çavuş, Erkutlu hakkında asılsız suçlamalarla dolu bir tutanak tutup, ardından yakalama kararı çıkarttı. Doğru düzgün savunması bile alınmadan saatlerce aç, susuz ve tehdit altında gözetimde tutulan Erkutlu acilen mahkemeye çıkarılıp, jandarmanın tutanağı esas alınarak kuvvetli kaçma şüphesinden dolayı adli kontrole alınarak haftada bir jandarmaya gelerek imza verme koşuluyla tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Peki Erkutlu’nun başına bunlar neden geldi? O, ülkenin dört bir yanında sürmekte olan binlerce baraj ve HES inşaatından muzdarip yüzbinlerce vatandaştan biri. Vatanında yaşamaya devam etmek, toprağını ve suyunu korumak istiyor. Sadece kendinin değil, gelecek nesillerin, diğer canlıların ve nehrin yaşamını savunduğu için, yaşamı gasp ederek para kazananların tekerine çomak sokuyor. Erkutlu’nun kendi elleriyle yaptığı toprak evi ve bahçesi Alakır Nehri yanında. Nehrin üzerinde yapımı süren ve planlanan HES’lere açılan pek çok dava ‘yürütmeyi durdurma’ kararıyla sonuçlandı ama buna rağmen inşaatlar tam gaz devam etti. Kürce I HES projesine karşı kazanılan dava, projenin adını sırasıyla Kürce II olarak değiştirmek suretiyle bertaraf edildi. Kimi davalar süre aşımı nedeniyle kabul edilmedi. Kürce HES’inin kapakları 5 Aralık 2012’de mahkeme tarafından “yürütmeyi durdurma” kararıyla açıldı ama ancak 22 gün açık kalan kapaklar Mart ayının sonlarına doğru tekrar kapandı. Nehirdeki ve civardaki canlılar susuzluktan ölürken, Alakır’dan gelen suyla geçimlik tarım yapan toprak emekçileri ne yapacağını şaşırmış durumda. İşte Erkutlu, ne yapacağını şaşırmadan hukuksal, toplumsal ve bireysel mücadeleye devam diyen Alakır Nehri kardeşlerinden biri.
Erkutlu’nun sözleri olup biteni özetliyor: ”Hasta yatağımdan 39 derece ateşle dağ yolundan 70km uzaklıktaki jandarmaya imza vermeye mahkum edildiğim gün, tüm görüntülerle ve birçok şahitle suçu sabit olan, Ethem Sarısülük’ün katili polisin serbest bırakılıyor olması, hem kendini hem de doğadaki tüm canlıların yaşam haklarını barışçıl bir şekilde korumaya çalışan halka karşı yürütülen zulüm ve şiddeti birkez daha gözler önüne seriyor”. Erkutlu devam ediyor: “Benim başıma gelenler, bütün yaşam savuncularının başına geliyor. Gezi’de olanlar, tüm Türkiye’de çeşitli biçimlerde yaşanıyor. Heryer Gezi, heryer direniş”.
Bir yanda vatanını severken yaşamı ve yaşatmayı düstur edinenler, öte yanda vatanseverliği kendinden farklı olanı tehdit olarak görmek, ötekileştirmek, yaralamak, öldürmek, toplumu tektipleştirmek ve kalkınmayı doğayı en hızlı biçimde dönüştürmek sananlar. Yaşamdan ve yaşatmaktan beslenenler, yaşamı koruyor. Şiddet ve korkudan beslenenler, şiddete övgü diziyor. Bunu sadece suçluyu koruyarak değil, yaşamı savunanları cezalandırarak da yapıyor.
Doğaya ve ötekine yapılanın, insanlığa uygulanacak şiddetlerin provası ve bir önceki aşaması olduğunu artık herkes daha iyi anlıyor.
Akgün İlhan Marksist.org