Hidroelektrik Santraller – Sorun mu, Çözüm mü?

İlker Karayılan
Türkiye hükümeti bir an önce enerji politikasını değiştirmeli başta hidroelektrik santralleri olmak üzere termik santral ve nükleer enerji santrallerinin inşasını ve lisansını iptal etmelidir. Yenilenebilir enerji kaynakları ile enerji açığı karşılanmalıdır. Başta rüzgar ve güneş enerjisi olmak üzere yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek hem yatırım/bakım maliyetlerini azaltacak hem de çevreyle dost bir yaşamın devamına imkan sağlayacaktır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında artan sanayileşme ile birlikte Türkiye’deki en önemli sorunlardan birisi enerji açığının karşılanması oldu. Bu amaçla 1935 yılında Elektrik İşleri Etüt İdaresi Genel Müdürlüğü (EİE), Türkiye’deki elektrik enerjisi üretim imkânlarını araştırmak için kuruldu. Yapılan çalışmalar sonucunda 1950’li yılların başında Türkiye’de toplam kurulu güç 400 MW düzeyindeyken, EİE’nin 2009 sonu verilerine göre, şu anda sadece işletmedeki 172 HES’in toplam kurulu gücü 13 bin 700 MW seviyesinde. Üretim yapan tüm santrallerin toplam kurulu gücü ise çoktan 40 bin MW sınırını geçti. Bunun yanında 8 bin 600 MW Kurulu güce sahip hidroelektrik santraller ise şu an inşa halinde.  Yapılan çalışmalara göre şu an Türkiye’deki hidroelektrik enerji potansiyeli ise 45 bin MW’a ulaşıyor.

Şekil-1 Türkiye’de hidroelektrik santrallerin durumu

Türkiye’deki enerji ihtiyacı ise Türkiye’nin “su zengini” bir ülke olduğu varsayımıyla Enerji Bakanlığı’nca ağırlıklı olarak hidroelektrik santralleri ile karşılanmaya çalışılıyor. Kısıtlı su kaynakları bilinçsizce kullanılıyor, doğal hayat hiçe sayılıyor.

Bilimsel verilere göre bir ülkenin “su zengini” olarak adlandırılabilmesi için kişi başına düşen tatlı su miktarının en az 10 bin metreküp olması gerekiyor. 2009 yılında Türkiye’de düzenlenen 5. Dünya Su Forumu’nda açıklanan verilere göre Türkiye’de bu rakam bin 600 metreküp ve bu değer her geçen yıl biraz daha azalıyor. Birkaç sene içerisinde Türkiye’nin “su fakiri” bir ülke olması bekleniyor. Ancak yapılması planlanan hidroelektrik santrallerin lisanslarının verilme aşamasında, santrallerin su kaynaklarına ve kalitesine vereceği zarar, ekosistemin bozulacak olması, bitkiler ve diğer canlı türlerinin yaşam koşulları konusunda neler yapılacağı dikkate alınmıyor.

Hidroelektrik santraller projelendirilirken ne su tutulan nehir için can suyu bırakılıyor ne de doğal hayatın devamı için mansaba bırakılacak mansap suyu hesaplara alınıyor. Deredeki su son damlasına kadar elektrik üretimi için kullanılıyor. Durum böyle olunca hidroelektrik santralin kurulduğu dere civarında kuraklık başlıyor ve yerli halk yerinden göçmek zorunda kalıyor, bölgedeki canlı hayatı tehlike altına giriyor.

Son dönemde bu tehlike ile en çok karşı karşıya gelen bölgeler ise başta Çoruh havzası olmak üzere Munzur Vadisi ile Ilısu Barajı’nın inşa edileceği Hasankeyf tarihi kenti.

Munzur Vadisi, 1971 yılında Milli Park olarak ilan edildi ve üzerinde yapılaşmaya izin verilmesi gerekiyor. Ama şu an Munzur Vadisi üzerinde kurulu olan Mercan Barajı tamamen yasadışı olarak kurulmuş durumda. Ancak buna rağmen Munzur Vadisi üzerinde Mercan Barajı dışında 4 baraj ve 5 HES için ise lisans başvurusu yapıldı. Bu baraj ve HES’lerin isimleri ise şöyle:  Bozkaya Barajı ve HES, Kalatepe Barajı ve HES, Konaktepe Barajı ve HES1 ve HES2 ve Akyayık Barajı.

Yaklaşık 10 bin yıllık bir geçmişi olan Hasankeyf’te ise kurulması planlanan Ilısu Barajı için DSİ tarafından çalışmalara 1950’li yıllarda başlandı. Geride kalan yaklaşık 60 yıllık süre içerisinde baraj tamamlanamadı.

Ilısu Barajı ile ilgili verilen bilirkişi raporları ise hidroelektrik santrallerin çevreye etkisini çok net bir şekilde göz önüne koyuyor. Raporlara göre Ilısu Barajı Projesi’nin çevreye vereceği etkiler geri dönülemez boyutlara ulaşacak. Projenin faaliyete geçmesi durumunda Dicle Nehri’nde oluşacak kirlenmeye dikkat çekilen raporlarda karasal ve su ekosistemiyle ilgili gerekli çalışmaların yapılmadığı vurgulanıyor. Aynı rapora göre barajın tamamlanmasının ardından su kalitesinde ciddi bir düşüş beklenirken, toplu balık ölümlerinin de yaşanabileceğinden bahsediliyor. Çevresel etkilerin yanında Ilısu Barajı’nın kültürel ve tarihi yapılara da büyük zararı olacak ve barajın tamamlanması durumda 10 bin yıllık geçmişi bulunan Hasankeyf sular altında kalacak.

Munzur Vadisi ve Hasankeyf ile birlikte hidroelektrik santral tehdidini en yoğun hisseden bölge ise Çoruh Havzası. Türkiye’nin önemli akarsu havzalarından olan Çoruh Havzası’ndaki hidroelektrik enerji amaçlı projelerin çalışmalarına ise 1938 yılında EİE tarafından başlandı. O günden itibaren yapılan çalışmalar ve inşa edilen 37 hidroelektrik santral (HES)projesi sonucunda Çoruh Havzası’nda 3133 MW kurulu güce ulaşıldı.

Şekil-2 Çoruh Nehri anakol Projeleri

 

Türkiye hükümeti halen Çoruh Nehri üzerine 10 adet büyük baraj kurmak istiyor. Bu barajlar içerisinde en hayati önem taşıyan ise Yusufeli Barajı. Çoruh Nehri’nin yıllık debisinin değişken olması nedeniyle nehir üzerindeki santrallerin tüm yıl boyunca çalışması Yusufeli Barajı’nın rezervuarındaki su ile karşılanacak. Belki de bu yüzden Yusufeli Barajının ilçe merkezine ve Çoruh havzasına vereceği zarar tam anlamıyla görmezden geliniyor.

Baraj inşaatı sonrasında en az 15 bin kişinin Yusufeli ilçesinden göçmek zorunda kalacağı biliniyor. Ayrıca dünyanın sayılı rafting parkurlarından birisi olan Çoruh Nehri, yapılacak barajlar sonrasında rafting için kullanılamayacak.

Çoruh Vadisi ekosistemi de olası baraj inşaatı nedeniyle büyük bir tehdit altında. Dünya Yaban Hayatı Koruma Derneği (WWF) hazırladığı bir rapor ile Çoruh Vadisi’nin doğal zenginliklerini üzerindeki tehlikeye dikkat çekiyor.

162 bin 834 hektar alanı kapsayan Çoruh Vadisi Önemli Bitki Alanı (ÖBA) florası şimdiden Deriner Barajı nedeniyle büyük bir tehdit altında. Çoruh Vadisi ÖBA’nda dünya çapında nadir olarak bulunan 6 tür ile Avrupa ölçeğinde tehlikedeki 61 tür bitki yaşamakta. Ayrıca bu bölge yırtıcı kuşlar içim önemli bir üreme alanı konumunda. Oluşturulması planlanan baraj gölleri tüm bu canlı türlerini devamını tehdit edecek ve bölgenin iklimi önemli ölçüde değişecek. Ancak inşaat şirketleri ve yetkililer canlılar ve doğal hayat için her hangi bir tedbir alma yoluna gitmiyorlar. Geride kalan uzun yıllarda sadece dağ keçileri için koruma alanı sağlanabildi.

Çoruh Vadisi özelinde verilen bu örnek aslında büyük resmi tam anlamıyla yansıtıyor. Ilısu Barajı’nın üreteceği enerji binlerce yıllık tarihe sahip Hasankeyf’i sular altında kalmaktan kurtaramıyor. Munzur Vadisi Milli Parkı içerisine 19 MW’lık Kurulu gücü ile Mercan Barajı inşa edilebiliyor. En fazla 50 yıllık ömrü olan santraller için nehirlerin yatakları kurutuluyor, doğal hayat katlediliyor, tarih yok sayılıyor.

2001 yılında çıkarılan 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ve bu kanuna istinaden çıkarılan Elektrik Piyasası Lisans Yönetmeliği’ne göre ticari kurumlara HES üretim izni verildi. Bu kanunun ardından içerisinde gıda şirketlerinden spor kulüplerine kadar bu konuda hiçbir tecrübesi olmayan yüzlerce şirket, bu piyasadan rant elde edebilmek amacıyla HES lisansı alabilmek için başvuruda bulundu. Elde edilen son verilere göre 4628 ve 3096 sayılı kanunlara göre 1401 adet hidroelektrik santral için lisans verildi ve bu santrallerin toplam kurulu gücünün ise 18 bin 700 MW olması bekleniyor. EPDK’nın internet sitesinde (http://www.epdk.gov.tr/) verilen bilgiler ışığında verilen lisansların bölgelere göre dağılımı incelendiğinde ise kurulması planlanan santrallerin büyük bir bölümünün ise Çoruh havzasında projelendirileceği ortaya çıkıyor. Sadece Erzurum-Artvin-Rize-Giresun-Erzincan civarında 300 civarında hidroelektrik santral lisansı özel şirketlere satılmış durumda ve halen yeni lisanslar için başvurular toplanıyor.

EPDK’nın son verilerine göre mevcut HES lisanslarının yaklaşık yarısı EÜAŞ’a ait durumda. Lisansı özel sektöre ait olan HES’lerin ise ancak  %10’luk bir kısmı devreye alındı. Tüm veriler bir araya getirildiğinde ortaya çıkan sonuca göre HES lisansı almak için bir birleriyle yarışan özel şirketler konu üretime geldiğinde bir hayli isteksiz kalıyor. Son dönemde gazete ilanı ile elindeki HES lisansını satmak isteyen özel şirketler bile görmek mümkün.  Örneğin bir şirketler grubu elinde bulunana 17 adet toplam 92,7 MW Kurulu güce sahip Hidroelektrik santral lisanslarını internet sitesi aracılığı ile satışa çıkardı. Milyonlarca avro ile satışa çıkarılan hidroelektrik santral lisansları için 2003 yılında 100’er bin avro bedel ile alınmış. Sadece bu rakamlar bile hidroelektrik enerji sektöründeki rantın boyutunu gözler önüne seriyor.

Kurulması planlanan santrallerin çevreye olan etkilerinin değerlendirilmesi için 1993 yılında Çevre Etki Değerlendirilme (ÇED) Raporu Yasası yürürlüğe girdi. ÇED Raporu esas olarak santralin kurulacağı bölgedeki canlı hayatının ve doğal hayatın nasıl etkileneceğini inceliyor. Çevrede yetişen bitkilerden, nehirlerde yaşayan balıklara kadar tüm canlı hayatının santrallerin üretime geçtiği andan itibaren nasıl değişebileceğinin incelenmesi gerekiyor. Eğer ÇED Raporu’nun sonucu olumsuz olursa o bölgeye santral üretim izni verilmiyor. ÇED yönetmeliği ilan edildiği günden bugüne kadar 9 kez revize edildi ve halen istenilen seviyenin oldukça uzağında.

2008 yılı Temmuz ayında yapılan son düzenleme ile getirilen bir madde özellikle Çoruh Havzası için hayati nitelik taşıyor. Bu tarihten itibaren, inşa edilecek olan 50 MW Kurulu gücün altındaki santraller için ÇED Raporu zorunluluğu ortadan kaldırıldı ve “ÇED Raporu gerekli değildir” maddesi eklendi. Çoruh Havzası’nda kurulması planlanan HES’lerin büyük bir bölümünün Nehir Tipi HES olduğu ve kurulu güçlerinin 50 MW’ın altında olduğu göze alınınca bu bölgede HES inşa etmek için neredeyse ÇED Raporunun hazırlanmasına gerek kalmadı. Bir örnek vermek gerekirse; sadece Rize’de yapılması planlanan 20 HES’in 16 tanesi ÇED kapsamı dışında kalmış oldu ve bu santrallerin inşası denetim dışına çıkarıldı.

Türkiye’de enerji açığı termik ve hidroelektrik santraller ile karşılanmaya çalışırken dünyanın geri kalanında yenilenebilir enerji kaynakları kullanımı teşvik ediliyor. Doğayla barışık olan rüzgar, güneş, jeotermal ve dalga enerjisi artık eskimiş enerji üretim yöntemlerinin yerine alıyor.

Avrupa Birliği ülkeleri göz önüne alındığında 2008 yılı rakamlarına göre Almanya’da güneş enerjisi santralleri toplam 5 bin 400 MW’lık kurulu güce sahip. Almanya’yı ise 3 bin 400 MW ile İspanya izliyor.

Şekil-3 Avrupa Birliği ülkelerinde yıllara göre güneş enerjisi santralleri kurulu gücü (MW)

Yukarıdaki tablo incelendiğinde özellikle İspanya’nın 2005-2008 döneminde gösterdiği gelişim dikkat çekiyor. İspanya’da 2004 yılında alınan bir karar sonrasında yenilenebilir enerji konusundaki ekonomik engeller kaldırıldı. İspanya hükümeti 2010 sonu itibariyle toplam enerji üretiminin %12’sini yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamayı planlıyor.

Şekil-4 Avrupa ülkelerinin güneş enerjisi üretme potansiyelleri

İspanya’nın son 5 sene içerisinde aldığı yoldan Türkiye hükümetini çıkarması gereken dersler var. Türkiye, İspanya ile birlikte Avrupa ülkeleri içerisinde en çok potansiyele sahip iki ülkeden birisi ve yapılacak çalışmalar ile çok kısa bir zaman içerisinde birçok bölgede güneş enerjisi ile elektrik üretecek santraller kurmak mümkün.

Türkiye sadece güneş değil rüzgâr yönünden de şanslı bir ülke.  EİE verilerine göre mevcut rüzgâr santrallerini kurulu güç toplamı 728 MW. Enerji bakanlığının 2023 projeksiyonunda ise kurulu gücün 20 bin MW’a ulaşması bekleniyor.

Şekil -5 Avrupa Birliği ülkelerinde Rüzgar Enerjisi

Sonuç olarak hidroelektrik santrallerin enerji ihtiyacına kalıcı bir çözüm getirmediği ortada. Ayrıca çevreye verilen zarar ise geri çevrilemeyecek boyutlarda. Hidroelektrik santrallerin üretime geçtiği bölgelerde toplamada yüz binlerce insan göç etmek zorunda kalıyor, birçok bitki ve hayvan türü yok oluyor, santrallerin kurulu olduğu bölgelerin iklimi değişiyor ve tarihi dokular bir daha geri gelmemek üzere yok oluyor.

Türkiye hükümeti bir an önce enerji politikasını değiştirmeli başta hidroelektrik santralleri olmak üzere termik santral ve nükleer enerji santrallerinin inşasını ve lisansını iptal etmelidir. Yenilenebilir enerji kaynakları ile enerji açığı karşılanmalıdır. Başta rüzgar ve güneş enerjisi olmak üzere yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek hem yatırım/bakım maliyetlerini azaltacak hem de çevreyle dost bir yaşamın devamına imkan sağlayacaktır.

Kaynakça
1- Saraç M., (2009), EİE’nin Çoruh Havzası Porjeleari, Doğu Karadeniz Bölgesi Hidroelektrik Enerji Potansiyeli ve Bunun Ülke Enerji Politikalarındaki Yeri, Trabzon
2- Photovoltaic energy barometer 2009 – EurObserv’ER Systèmes solaires Le journal des énergies renouvelables n° 190, p. 72-102, 3/2009
3- EWEA 2006 Annual report, Powering change, European Wind Energy Association p. 5
4- EMO Yönetim Kurulu, (2008). Hidrolik Geleceğimiz Piyasa Kurbanı ENERJİDE HES OYUNLARI. http://www.emo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=64326 (21.04.2010)
5- Korkut T., (2010). Munzur Parkı’ndaki Mercan Santrali Kaçak, Devlet Göz Yumuyor, http://bianet.org/bianet/cevre-ekoloji/120766-munzur-parkindaki-mercan-santrali-kacak-devlet-goz-yumuyor (21.04.2010)
6- www.eie.gov.tr
7- www.emo.org.tr
8- www.dsi.gov.tr