Kaynak: Cengiz Aktar, Vatan, 23 Mart 2012
Kalkınıyor, büyüyor ve zenginleşiyoruz ya bedeli hiç önemli değil. Hele bedel insan ve doğa ise tamamen tali. Para hırsının, bırakın hukuku herhangi ahlâki bir sınırı dahi yok. Doğanın, kent ve kültürün başına gelenleri devamlı işitiyoruz. Boş gördüğü her yere bina, avm, köprü, yol, tünel, akan her suya hes yapmaya andiçmiş bir heyula var karşımızda. Vatandaş yeterince mağdur ve müşteki ama bir de bedeli canlarıyla ödeyenler var: bu inşaatlarda çalışan işçiler.
İş kazaları ve ölümler 2007’den itibaren katliam gibi tersane kazalarıyla haber olmaya başladı. Yeniden gündemdeler. Kalkınan ülkelerde daha fazla iş kazası olur maalesef. Gereken bunları hukuki ve teknik önlem alarak asgariye indirmektir. Türkiye bu konuda vurdumduymazlık ile kadercilik arasında gidip geliyor. Bir işveren tipi için iş güvenliği sadece ek masraf demek. Bu zihniyetin sonucu Dünya Çalışma Örgütü ILO’nun tüyler ürpertici rakamlarında ortaya dökülüyor: Türkiye’de günde ortalama 176 iş kazası oluyor, kazalarda 3 kişi ölüyor, 5 kişi sakat kalıyor. 2010’da 62 bin 903 iş kazası ve 533 meslek hastalığı meydana gelmiş, 1444 kişi iş kazasından, 10 kişi meslek hastalığından hayatını kaybetmiş. Ölümlerin 475’i yani yaklaşık 3’te 1’i inşaat sektörü kaynaklı. Esenyurt kazası sonrasında Bakan Faruk Çelik’in açıklaması ise şöyle: ‘Olay kaza değil. Önlem alınsa yaşanmazdı. Ama kader mi kader’!
İşçilerin canları kaderin oyunlarına terk edilmişken ILO’nun kabul ettiği 20 uluslararası sözleşmenin sadece 6’sını onaylamışız. Bunlardan biri de 2005’te onaylanan iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili sözleşme ancak iç hukuka hâlâ yansımamış. Bakan ‘İş Sağlığı Güvenliği Yasa Tasarısı’nın Nisan’da görüşülmeye başlanacağını söylüyor.
İş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili yasayı bekleyeduralım geçen hafta TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu’nda bir başka tasarı kabul edildi: ‘Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısı’. Tasarı iş ve çalışma hayatının olmazsa olmaz ortakları sendikaların bekasıyla alakalı. Hedefi sendikalılık oranlarını arttırmak. 12 Eylül darbesiyle yerle bir olan kurumlardan biri de sendikalardı unutmayalım. Zaten teknik donanımları zayıf olan ve sendika ağalarıyla iyice gözden düşmüş olan sendikal yapılar 12 Eylül 1980’den sonra bir daha bellerini doğrultamadılar. Hali hazırda geçerli olan 2821 sayılı ‘Sendikalar Yasası’ ve 2822 sayılı ‘Toplu İş Sözleşmesi, Grev, Lokavt Yasası’ kısıtlayıcı hükümlerle donatılmış ve 1982 Anayasası’ndan miras köhne metinlerdir. ‘Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısı’ yasalaştığında bu iki darbe yasasını birden ikame edecek. Peki, tasarı yeterli mi? Maalesef değil.
Tarifi yapılan 21 işkolunda yetkili sendika olabilmek için en az 2000 üye şartı getiriliyor. İşkolu eşiğini aşabilen sendikaların Toplu iş sözleşmesi (TİS) yapabilmek için işyeri ve işletme eşiklerini de aşması gerekiyor. Bir işyerinde TİS yapabilmek için, sendikaya işyerinde çalışan işçilerin yüzde 50+1’i üye olması zorunlu, eğer işyeri işletme niteliğinde ise işçilerin en az yüzde 40’ının TİS yapacak sendikaya üye olması gerekiyor. Bu üçlü baraj sistemi uygulandığında Türk-İş’in 5’ten fazla sendikası, DİSK’in 3 sendikası, Hak-İş’in 2 sendikası TİS hakkını kaybediyor. Hâlbuki zaten şimdiden sendikaların TİS yetkileri kısıtlı. Burada AB ülkelerine kıyasla TİS kapsamında çalışanların toplam ücretlilere oranı son derece az. Sadece yüzde 13,3!
Tasarı, bir sendikaya üye olmak için noter şartı, yaş sınırı ve yardımcı işçilik hali gibi engelleri kaldırsa ve sendikaya üye olmanın getirdiği sakıncaları bertaraf etmeye çalışsa da sorunlu. Mufassal bilgi, konfederasyonların ve sendikaların websitelerinde var. Sonuçta yasa, sendikaları güçlendirmekten ve çalışma hayatının vazgeçilmez ortakları olarak yerlerini almalarına olanak sağlamaktan uzak.
Yeri gelmişken, hem cari yasaların hem de yeni tasarının artık burun kıvrılan AB standartlarından da uzak olduğunu hatırlatalım. Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC) AB müzakeresi öncesinde Türkiye’nin sadece bir tek açılış kıstasını yerine getirmeye ihtiyacı olduğunu belirtir. O da şudur: Hem özel sektör hem kamu sektöründe, özellikle sendikalaşma, grev ve toplu sözleşme haklarına ve ilgili ILO Sözleşmeleri, Avrupa Konseyi Sosyal Şartı ve AB Temel Haklar Şartı ile uyumlu olacak şekilde tüm sendikal haklara saygı gösterildiğini garanti etmesi!
Bırakın ETUC kıstasını şu sırada AB ile üyelik müzakeresine açılabilir durumda olan ‘Sosyal Politika ve İstihdam’ faslının açılabilmesi için getirilen açılış kıstasları bu yeni tasarıyla da karşılanamıyor. Yukarıda belirtilen üç eşik AB ve ILO standartlarından hâlâ çok yüksek. Sendika üyeliği için hâlâ gereken bakanlığı bilgilendirme koşulu da uyumsuz.
Bütün bu kısıtlamalar pratikte sendikalaşamamak demek. Yetersiz sendikalaşma zayıf sendikaları, zayıf sendika da örneğin iş güvenliği gibi hayatÓ konularda teknik donanım yetersizliğini ve hak arama zaafını beraberinde getirir.