Kaynak: Bolu Gündem, Erol Perçin, 13 Şubat 2013
Kazım Delal: Doğu Karadeniz’de ikamet eden bir yurttaş. Yaşadığı toprağı, özüyle “doğayı” metalaştırmayarak, kalantorlara ve de yargı usulüne boyun eğmemiş bir zat. Herhangi bir üretim aracına sahip olmadan, sermaye birikimi yaratmadan, 67 yaşında, hukukun yerle bir edildiği ülkemde varı yoğu ineğini satarak HES’lere(Hidroelektrik Santraller) karşı mücadele veren, hatta yaşamın bedbaht oyunundan sıyrılarak verdiği mücadelede tiyatro sahnesinde derinleştirilen kişi. HES’lere karşı ikinci davasını da kazandı Kazım. Yurttaş Kazım, HES’lere karşı direnenlerin onurunu bir kez daha hatırlattı aslında, canıyla; paraya susamış kepçe ağzı karşısında bedeni, inadıyla umut verdi bir kez daha. Elbette merkez medyanın HES karşıtı mücadeleye yer ayırmadığından konuyla ilgili haberdar olmanız pek mümkün değil. Ama Kazım öyle bir selam verdi ki…
Hem de Munzur suyuna selam durdu ilkin. HES mücadelesi için umut ışığının sönmeyeceğini Danıştay’ın söz konusu HES’ler için onayladığı ‘İptal’ kararıyla kalkarak ayağa bağırdı canıyla, talihi sudan çıkmış yurduma.
“Can” demişken art arda dem vurulan şu “can suyu” meselesine dair birkaç kelam edelim madem. Hani yaşam damarlarından alınarak beton muhafazalara hapsedilen suyun, ne kadarının yatağına(yuvasına) bırakılacağı hem aktivistler açısından hem de bölge insanı açısından tartışma konusu olmuşken… Geçtiğimiz yıl Bolu Gençlik Kültür Evi “HES Gerçeği” etkinliği için kentimize gelen Derelerin Kardeşliği Platformu sözcüsü Yaşar Aydın’ın Doğu Karadeniz’in yürekli mücadelesine dair bir anlatısı vardı. Can suyu için tartışmaların harlandığı bir anda HES yapılacak köyün imamının çıkışını anlatmıştı. İmamın: “Allah’ın biçtiği hesaba dair pazarlık mı yapıyorsunuz? Elbette ki su, yatağına tamamıyla değecek!” gibi bir söylemle can suyu üzerine biriken tartışmaların manasız oluşuna dikkat çektiğini aktarmıştı. İmam, HES karşıtı mücadelede belki Kazım kadar, belki Tortumlu Leyla kadar diri ve de iri bir mücadelenin sahiplenicisi değildi. Ama onuru için mücadelede doğal önder olmak gibi bir koşulu da yok değildi hani
Bolu’da HES!
Türkiye’de derelerin “kundaklanması” yalnızca Doğu Karadeniz’e ait bir gerçek değil. Bolu’da da şu an için 3 adet HES’in varlığından, 2 adedinin ise yapımından haber olduğumuzu söyleyebiliriz. Daha yapılması planlanan onlarcası için ise Bolu Gündem gazetesinin belgelerle dikkat çektiği uyarılara kulak asmanın yeterli olacağı kanaatindeyim. Bolu’da faaliyet gösteren HES’lerin hepsi Mengen bölgesinde konuşlanmıştır. Köprübaşı HES olarak adlanan ve de Yüksel Elektrik firması elinden çıkan baraj tipi HES’in coğrafik olarak hemen altında, aynı dere üzerinde konuşlanan iki adet nehir tipi HES bulunmaktadır. Devlet Su İşlerinin ilk yatırımını gerçekleştirdiği Köprübaşı HES’in “Yap-İşlet-Devret” enstantanesiyle nasıl peşkeş çekildiğini bilir misiniz? Yıllarca kamu eliyle, yanlış ya da doğru ilerleyen bir yatırım sermayeye iki yıllık karıyla devredilmiştir. Yetmezmiş gibi 3 mahallenin baraj için boşaltıldığı gerçeği bir kenara, hemen altında yer alan nehir tipi HES’in Köprübaşı barajı tam kapasite yüklendiğinde sular altında kalacağı rivayet edilmektedir. Yani projeler baştan aşağıya bilimden uzakta seyretmektedir.
Bölge halkının bu durumu kabulüne gelince… HES’lerin başlı başına enerji ihtiyacını karşılamak üzere var olmadığına yeterince dikkat çekmiştim. Malum projelerin hayat bulması için enerji iletim hatlarının kurulması kaçınılmazdır. Eee bu hatların geçeceği arazilerin de satın alınması gerekmektedir. İşte bu noktada iktisadi manada “değer” kaydetmeyen “toprak” “para” olarak kentlinin cüzdanına yansımaktadır. Bir ufak yalan daha belirir bu evrede. HES inşaatında çalıştırılacak işçiler bölge halkından sağlanacaktır! Ki bir iki yıl içerisinde beliren yapılar için ilgili firma tarafından dışarıdan sağlanan kalifiye işçilerin yanında bu oran %1-2’leri hem de asgari ücret miktarını aşmayacak niteliktedir. Doğu Karadeniz ve bölgemizi ayıran subjektif koşulları da es geçmemek gerekir. Doğu Karadeniz deresiyle “yaşam” paralelliği kurarken biz de bu paralel maalesef “Su akar Türk bakar” gibi egemen bir şiarla insan zihnine nüfuz etmektedir.
Bolu Mengen bölgesi yetmezmiş gibi bir de Kıbrısçık-Seben bölgesinde Aladağ Çayı üzerine iki adet HES inşaatı devam etmektedir. Her diş geçirilişinde damağı büyüleyen Seben Elması ve ülke bütününe nam salmış Kıbrısçık Pirincinin esamesi okunmayacaktır belki artık. Suyla beslenen Çeltik tarlalarının akıbetini ise siz düşünün! Böylelikle Seben ve Kıbrısçık ilçelerimiz de “yenilenemez” hataların sarmalına bırakılmaktadır.
Verimli topraklar talan edilmekte ve “hazır kıta” beklenmektedir, talihsizlik. Hal böyleyken sessizliği anlamlandırmak pek mümkün değildir. Koşullar ve tarihsel gerçeklik ne olursa olsun her insanın deresine, toprağına ve kimliğine sahip çıkması için vicdanında taşıdığı temel bir değer vardır. İşte o değeri ortaya çıkarmak için çaba gerekir. “Kazım” olmak gerekir yalnızca belki. Belki “yurttaş” sadece. Bilesin, Nazım kadar “vatan haini” olmak gerekir, kimi zaman! Vatan dediğin satmaksa yaşamımızı üç kuruşa …