Kaynak: Özgür Gündem, Yusuf Gürsucu, 19 Şubat 2013
Yeşilin her türden tonunu yakalayabileceğiniz, her santimetresinden hayat fışkıran dağları, yaylaları ve sularıyla insanın “yaşadığını” belki en iyi hissettiği bölge olan Karadeniz inanılmaz güzelliklerle dolu bir bölge. Hemen her yıl yaylalarını gezmeye dağlarına tırmanmaya gidiyorum. O güzel insanlarıyla sohbet edebilmenin dışında bölgede yaşayan birçok canlıyı, bitkiyi izlemek onlara dokunmak veya fotoğraflarını çekmek, derelerinde, buzul göllerinde ayaklarımı serinletmek yaşamımın en güzel ve en mutlu anlarıdır diyebilirim. Belki bir Karadenizli kadar olmasa da bölgeyle yoğun bir aidiyet duygusunu içimde yaşatıyorum.
Giresun’un Sis Dağları’ndan, Rize’nin Kaçkar Dağları’na oradan Artvin’in Karçal Dağları’na kadar tüm dağların ve yaylaların büyük çoğunluğunu gezdim. Rengarenk süslerle bezenmiş, inekleri yaylara çıkaran genç kızları ve oğlanları özenerek seyre daldığım anlar çok oldu. Deli dolu insanlarının şaka ve isyan dolu sohbetlerini dinlemekten, horonlarını izlemekten inanılmaz zevk duydum. Fakat son 3-4 yıldır her gittiğimde değişen ve talan edilen doğasını gördükçe içimde sızılar yaşıyorum. Bu talanın ve yok edilişin mutlaka ama mutlaka önlenmesi gerektiğini ve eğer önlenemez ise bölgede yaşayan insanların ve dolayısıyla bizlerinde bu yok oluşta katkımızın olacağını düşünüyorum.
Karadeniz’de yaşananlar Shakespeare’in bir sözünü hatırlatıyor bizlere “Cehennem boş, tüm şeytanlar burada.” Dünyada ortaya çıkmış birçok din, şeytanı şöyle tasvir ediyor; insanları kötülüğe teşvik eden, adaletsizliğin ve tüm kötülüklerin kaynağı kabul edilen bir varlık. Türkiye ve dünyanın birçok bölgesi şeytanların kol gezdiği ve her türlü melanetin ve kötülüğün yaşandığı alanlara dönüştürülmüş durumda. Dünyanın belki de en önemli ve gözümüz gibi korunması gereken Karadeniz bölgesi ise adeta şeytanların işgali altında. HES’ler, termik santraller, nükleer santraller, çimento fabrikalarıyla işgal edilmeye çalışılan ve bu yolla o güzelim doğanın, birçok endemik bitki ve hayvanın yok edileceği, insanların köylerinden tamamen göç etmek zorunda kalacağı süreç hızla devam ediyor.
Karadeniz’de enerji ve sanayileşme
Binlerce HES, onlarca termik santral, onlarca çimento fabrikası, 2 olarak görülen fakat 4 olarak hedeflendiğini düşündüğümüz nükleer santraller, enerji organize sanayi bölgeleri, yeni demir çelik fabrikaları ile gemi söküm tersaneleri, maden sahaları, petrol ve gaz arama sondaj sahaları, kentsel dönüşüm projeleri ve nihayetinde biyo yakıt amaçlı tarım alanları. Masal anlatmıyoruz tüm bunlar yaşanıyor ve bu sürecin büyütülmesi noktasında hazırlıklarsa hızla sürüyor. Geçtiğimiz günlerde Kastamonu Tonya’da yapılmak istenen çimento fabrikasına karşı yöre halkı ayaklandı. Aynı anda Giresun Görele’de bir çimento fabrikası daha ortaya çıktı. Bu gelişmeler öyle hızlı yaşanıyor ki takip etmek imkansız hale gelmiş durumda. Boru içine alınan ve doğadan koparılan suyla enerji üretmeye çalışılırken doğanın uğradığı tahribatı ve yok oluşu çıplak gözle görmeden, tahribatı idrak etmek olanaksız. “Temiz enerji” dedikleri HES’lerle doğal yaşamı yok ediyorlar. Bizim yapacağımız nükleer santraller çok güvenli diyorlar fakat bölge halkı halen Çernobil’in etkilerini yaşamaya devam ediyor. “Termik santraller en son teknoloji” diyorlar ve insan dahil tüm canlıların sağlıklı yaşam hakkını gasp ediyorlar. Yaylalar arası yol yaparak turizmi geliştireceğiz diyerek madencilerin alt yapılarını kurmayı hedefliyorlar. Fındık ekim sahalarını daraltıp fındık bahçelerini sökenleri destekliyorlar ve çay üretimini uyguladıkları fiyat politikaları ile üreticileri yıldırıp bu yolla biyo yakıt alanları yaratmaya çalışıyorlar. Yalanlar ve gerçekler böyle sürüp gidiyor.
Karadeniz’de tarım
2008 yılında Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğü tarafından “Karadeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü” kurulmuş. Kurulan Enstitü “Enerji Bitkileri Tarımı Araştırma Merkezi” olarak ülke genelinde araştırma ve temel projeler yürütmekle görevlendirilmiş. Bu görevlendirmeden sonra bir altyapı projesi hazırlanmış ve Devlet Planlama Teşkilatı’na sunulmuş ve sunulan proje kabul edilmiş. Proje ile enstitü bünyesinde “Enerji Tarımı Araştırma Merkezi” kurulmuş. Karadeniz’de kurulmuş olan bu enstitünün görev alanı olarak da tüm Türkiye tanımlanmış. Bölgesel görev alanı olarak ise bölgedeki 15 il belirlenmiş. Bu illerdeki çalışmaları da iki alt bölgeye ayırıp sahil kesimi ve geçit bölgeleri olarak görev alanları tarif edilmiş.
Bu gelişmeler ışığında bölgede yaşanan tarımsal sorunlara baktığımızda sorunları yaratanın hükümetin ve ona bağlı bakanlıkların olduğu çok net olarak görülebiliyor. Bölgenin en önemli ekonomik kaynakları fındık ve çay tarımıdır. Devlet tarafından uygulanan kota ve taban fiyatı uygulamaları ile bölge halkı tarımdan vazgeçip topraklarını elden çıkarıp tarım bölgelerini terk ederek göç etmeye mecbur bırakılmaktadır. Elden çıkarılan ya da miras vb. nedenlerle parçalanan topraklar el değiştirmekte ve nihai olarak sanayi tarımı yapılması ve sanayi yatırım alanlarının yaratılmasına dönük, toprakların bazı tekellerin elinde toplanması sağlanmak istenmektedir. Sahil kesimlerinde ise varlık nedenleri tarım topraklarını korumak olan “toprak koruma kurulları” fındık bahçelerinin sanayi yatırımlarına kurban edilmesini desteklemektedir. Bunun en açık örneğinde, OMV adlı Avusturya kökenli enerji şirketinin yatırım yapmak istediği topraklarda bulunan fındık bahçelerinin şirkete tahsisi sağlanmıştır.
Olup biteni seyre mi dalacağız
Ülkemizin değerli yazarlarından olan ve 1977 yılında kaybettiğimiz Oğuz Atay’ın bir sözüne değinelim. Şöyle demiş Atay, “İnsan nedir biliyor musun? Ağaçları kesip kağıt yapan sonra o kağıda ağaçları koruyun yazandır.” Atay burada insanı değil, bu ikiyüzlülüğü yaratan sistemin kendisini eleştirmektedir aslında. Sermaye ve onun iktidarı ile sermayenin her türden örgütleri bölgeye yeni bir rol biçmektedirler. Bu rol bölgenin bir sanayi ve enerji çöplüğü haline getirilmesini sağlayacak olan ve saldırı olarak nitelediğimiz yatırım politikalarıdır. Artık yeter demek ve bu saldırılara son verilmesi için yoğun bir çaba içine girmek zorundayız. Sermayenin ve onun iktidarlarının ne insanı ne de doğayı umursadıklarını sakın sanmayın. Onlar için gün bu gündür, yarın demek ise daha çok kar ve birikim demektir. Yarınları korumaya çalışan yegane güç halkın kendisinden başka hiçbir şey değildir.
HDK heyetinin Karadeniz ziyareti
HDK içinde yer alan milletvekilleri A. Levent Tüzel, S. Süreyya Önder, Sebahat Tuncel ve Ertuğrul Kürkçü 17-22 şubat tarihlerinde bölgede halkla buluşacaklar. Türkiye’deki halkların en çok ihtiyaç duyduğu barış ortamına ulaşmak adına yaşanan süreçleri bizzat Karadeniz halkına anlatabilmek için bölgeyi ziyaret ediyorlar. Geçmiş ve mevcut iktidarların halklar arasında düşmanlığı besleyen politikaları her zaman sermayenin çıkarlarına hizmet etmiştir. Halklar arasında barış ortamı yaratılmadan ne emeğimiz ne de doğa savunulamaz. Yıllar boyu Alevi-Sunni, Kürt-Türk, sağcı-solcu olarak bölünen toplumda dayanışma sağlanamadığı için çok şey yitirildi. HDK olarak tüm Türkiye’de emeğe, Türkiye’de yaşayan tüm halkların özgürlüklerine, doğal alanlara yönelik sermayenin saldırısına karşı halkların bir araya gelip topyekün yaşamı savunmaları artık bir zorunluluktur. HDK bunun ertelenemez bir durum olduğunu göstermek amacıyla yoğun bir örgütlenme ve mücadele içindedir. Artık zaman barış için, doğa için, emek için sermayeye karşı birlikte mücadele etme zamanıdır.
Yazımızı Albert Einstein’in bir sözü ile noktalayalım “Dünya yaşamak için tehlikeli bir yer, tabii kötülük yapanlar yüzünden değil, durup seyreden ve onlara ses çıkarmayanlar yüzünden.”