Kaynak: Haber7, 11 Şubat 2013
Dünya genelinde 1 milyardan fazla insan temiz suya erişemezken ve milyonlarca kişi de içme sularına karışan atık sular nedeniyle yaşamını yitirirken, bu soruna küresel bir çözüm olarak sunulan özelleştirme uygulamalarının geçerliliği tartışılmaya devam ediyor.
Bolivya ve Güney Afrika’daki uygulamalar, su fiyatlarının katlanarak artması nedeniyle suya erişimin daha da zorlaştığı deneyimler olarak öne çıkıyor.
Modern dönemde teknolojik gelişim ve doğa üzerinde kurulan hakimiyet pek çok açıdan insanların yaşamını kolaylaştırdı. Ancak Friedrich Engels’in, “Doğaya karşı kazandığımız zaferlerden dolayı kendimizi fazla övmeyelim. Bu zaferler için doğa bizden öcünü alır” sözlerinde ifadesini bulduğu üzere, insanlık bazen de bu hakimiyetin bedelini ödedi; ödemeye devam ediyor.
Teknolojik gelişimdeki akıl almaz hıza rağmen rağmen, yerkürenin bazı kesimlerinde suya ulaşmak her geçen gün zorlaşabiliyor. Dünya Sağlık Örgütü verileri, dünyada 1,2 milyar insanın temiz suya ulaşamadığını hatta her yıl özellikle gelişmekte olan ülkelerde 3,4 milyon kişinin de içme sularına atık su karışması nedeniyle öldüğünü gösteriyor. BM Genel Sekreter Yardımcısı Jan Eliasson ise, dünyada 2,5 milyardan fazla kişinin sanitasyon hizmetlerinden yararlanamadığına, 738 milyon kişinin de temiz sudan mahrum kaldığına dikkati çekiyor.
Günümüzde suya erişimin kolaylaştırılması amacıyla su hizmetlerinin daha etkin hale getirilmesi adına en popüler reçete olarak özelleştirme ön plana çıkıyor. Küresel kapitalizmin en güçlü trentlerinden olan özelleştirme, özellikle gelişmekte olan pek çok ülkeden, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu gibi kuruluşların kredi koşulu olarak talep ediliyor.
Ancak etkin su hizmetleri için suyun özelleştirilmesinin mutlak bir çözüm olup olmadığı üzerinde görüş birliği sağlanabilmiş değil.
Acı tecrübeler hafızalarda
Yerel yönetimlerde örgütlü Hizmet-İş Sendikası’nın 50’yi aşkın ülkeden 100’den fazla katılımcıyla Ankara’da düzenlediği “Su, Sanitasyon ve HIV” panelinde, su hizmetlerinin özelleştirilmesi tam da bu açıdan ele alındı. Yabancı uzmanlar kendi ülkelerindeki özelleştirmelerden çarpıcı örnekler sundu. AA muhabiri, sürece tanıklık eden uzmanlardan aldığı bilgilerle, özellikle Bolivya ve Güney Afrika deneyimlerinin akıllarda iz bırakacak ayrıntılarını derledi.
Bolivya: Yağmurun mülkiyetinin özel şirkete ait olduğu ülke”
Bolivya’da 1990’ların sonunda suyun idaresi, kamudan özel bir şirketin eline geçti. Aylık geliri 50 dolar civarında olan Bolivyalılar bir anda su ihtiyaçları için 20 dolarlık bütçe ayırmak durumunda kaldı. Bunun üzerine halk yağmur suyu kullanmaya başladı ancak hükümet yağmur suyu kullanımına da yasak getirdi. Hükümet bu yasağı, suyun idaresini alan şirketlerin aslında yağmur suyunun da sahibi olduğunu iddia ederek savunuyordu.
İlk olarak ülkenin Cochabamba kentinde 1999’da başlayan su hizmetlerinin özelleştirmesinde, ABD menşeli Becthel şirketi alt yapı çalışmalarının maliyetlerini su faturalarına yansıttı. Bunun üzerine su fiyatları kısa sürede 3 kat arttı. Yerli halkın tepkisi, giderek büyüyerek “Cochabamba Su Savaşları” olarak adlandırılacak büyük bir mücadeyi tetikledi. Cochabamba su hakkı mücadelesinin önemli isimlerinden Oscar Olivere, halkın sadece artan su fiyatlarına isyan etmediğini, asıl isyanın suyun mülk edinilmesiyle ilgili olduğunu şu sözlerle savunuyordu: “Evet su pahalanmıştı ama bizi esas öfkelendiren bu değildi. Biz, ‘akan su da yağan yağmur da kar da benim malım’ diyen küstah zihniyete duyduğumuz öfkeyle yola çıktık. Suyumuz bizim insanlık onurumuz. Onu da kaybedersek elimizde bize ait hiçbir şey kalmayacak.”
Cochabamba’da su hakkı tartışmaları yüzünden başlayan olaylar kısa sürede büyük bir toplumsal harekete dönüşerek hükümetin devrilmesine giden süreci başlattı. 2006’da Evo Morales’in de iktidara gelmesiyle 2009’da Bolivya anayasasına, “Herkes evrensel nitelikteki su hizmetlerine eşit olarak sahip olmalıdır. Su ve hijyene erişim bir insan hakkıdır, imtiyaz veya özelleştirme konusu olamaz” maddesi eklendi. Cochambaba olaylarının etkileri Bolivya’nın sınırlarını da aşarak 2010’da BM Genel Kurulu’nun toplanmasında ve suyun temel bir insan hakkı olduğu kararının alınmasında pay sahibi oldu.
Güney Afrika: Su sayaçlarının imha edildiği ülke
2000’lerin başında Güney Afrika’da Johannesburg kentinin su idaresi, su sektöründe dünyanın en büyüğü olan Fransız menşeli Suez firması tarafından devralındı. Kentte ön ödemeli su sayacı sistemine geçildi. Yeni sistem ayrıca, yeni kurulacak alt yapının maliyetini halka fatura ediyordu. Sadece gelir seviyesi düşük bölgelere getirilen ön ödemeli sayaç sisteminde, sayaçların maliyeti yine yoksul halka yüklendi. Ön ödemeli sistemle beraber 2002’den itibaren, haber dahi verilmeden 20 binden fazla evin suyu kesildi. Sayaç parası ödenmesi koşuluyla suya erişebilecekleri söylendi. Hatta 2005’te Johannesburg’un Phiri semtinde çıkan bir yangında ön ödemeli sayaç sistemi kullanan belediyenin sayacında yeterli kontör olmaması nedeniyle itfaiye müdahale edemedi. Kül olan binada 2 çocuk feci şekilde can verdi. “Parası olmayana su vermeyen” sistem özellikle yoksul muhitlerinde hayata geçti.
Bu arada suyu olmayanlar, umumi tuvaletlerdeki suyu kullanmaya başladı. Akabinde başlayan kolera salgınında ise birçok insan yaşamını yitirdi.
Phiri halkı çok geçmeden “Su sayaçlarını yok et ve bedava suyun tadını çıkar” sloganıyla ayaklanma başlattı. Protestolara ülkenin başka yerlerinden de büyük destek geldi. Olaylar büyüdü ve sayaçları söken halk bunları belediye binası önüne attı.
Bu arada 2006’da Fransız devi Suez ile anlaşma bitiyordu. Halkın tepkilerinin giderek artması nedeniyle hükümet anlaşmayı yenilemeyi göze alamadı. Hatta ön ödemeli sayaç uygulamasına başka formüller bulundu. Sistem tamamen kişinin tercihine bırakılarak, sayaç ücretinin de belediye tarafından karşılanması kararına varıldı.
“Gözyaşınız da alınteriniz de sudur”
Su hizmetlerinin özelleştirilmesi üzerine çalışan Fransız CGT konfederasyonundan sendikacı Christian Caujol, su üzerinden kar eden hiçbir zihniyetin meşru temelinin olamayacağı görüşünde. Suyun özelleştirilmesinin bir “hak tecavüzü olduğunu” vurgulayan ve kendisi bir itfaiyeci olan Caujol, ülkesi Fransa’da da çok-uluslu su şirketlerinin faaliyetlerine karşı halkı bilinçlendirmek için şehirleri tek tek gezdiklerini ve imza topladıklarını aktarıyor.
Ankara’ya çalışma ziyaretinde soruları yanıtlayan Mısır Çalışma Bakanı Halit El-Azhar ise, suyun özelleştirilmesine başka bir açıdan yaklaşıyor. İşçi kökenli Azhar, “Allah’ın insanı sudan ve çamurdan yaratmış olması nedeniyle insanlığın ham maddesi suyun hiçbir şekilde özel şirketlerin eline bırakılmaması gerektiği” düşüncesinde. Suyun hem emek hem acı hem mutluluk anlamına geldiğini belirten Azhar, şu ifadeleri kullanıyor:
“Çalışırsanız alnınızdan yüzünüze akan terdir su. Sevindiğinizde göz pınarlarınızdan yanaklarınıza dökülen, üzüldüğünüzde yüzünüzü ıslatan şeydir. Gözyaşınız da alın teriniz de sudur. Ama şimdi bu en temel hakkımız elimizden alınmaya çalışılıyor. Buna müsaade etmeyeceğiz.”
Bakan Azhar, tüm insanlığın su mücadelesinde Hz.Osman’ı örnek alması gerektiğinin altını çizerek, tarihten şu deneyimi örnek veriyor:
“Müslümanların Medine’ye hicret ettiği dönemde su sıkıntısı çekiliyordu. İnsanlar içecek su bulamazken, içme suyu veren tek su kuyusunun sahibi de suyu insanlara fahiş fiyatla satıyor hatta her geçen gün zam yapıyordu. O dönemin ileri gelenlerinden Hz. Osman kuyuyu satın alarak tüm insanlara ücretsiz su hakkı sağlamış oldu. İşte bizim, tüm insanlığın alması gereken örnek Hz. Osman olmalı.”