Kaynak: Selma Akar, Milliyet blog, 3 Aralık 2013
Toprak, su, hava, ateş, ağaç birbirleriyle etkileşim içinde devinirken, yaşamın doğal sürdürülebilirliği ekseninde yersel ve göksel döngünün de öznesidirler. Hayvan ve bitki dünyası ise doğadaki düzenin koruyucusu ve sebebi olması yönüyle insanoğlunun varlıksal uzantısıdır. Etkileşim deyince, insan ruhsal açıdan gelişmemiş ise dengeyi bozan etkileri başlatarak süreci yıkıcı bir hale sokabilir. Veya doğal döngüdeki yerini sorumluluk ve farkındalık bilinciyle aydınlattığı bir konumda sabit tutabilir ise daha yükseklere doğru evrilir. Diğer türlü yanlış bir müdahaleyle bozulan zincir hayvan, bitki ve insan dünyasındaki dengeleri de alt üst eder. Denge, herhangi bir şekilde kırıldığında gidişattaki bozukluk öngörebileceğimizin üstündeki boyutlarda bir yıkım sürecini de başlatmış olur. Bu anlamda çok fazla hata işledik fakat benim üzerinde durmak istediğim HES süreciyle başlatılmış olan büyük ihanettir. Bu ihanete küçüğünden büyüğüne, mühendisinden işçisine, köylüsünden kentlisine ‘katılan’ her insan da işlenen bu suçun ortağıdır!
İnsanoğlunun para kazanma hırsının ne kadar ileri gidebileceğinin göstergeleri olan boru tipi HES’ler tamamıyle doğa karşıtıdır. Buna şüphe yok! Suyun yatağından, kaynağından alınıp borulara hapsedilmesinin hiçbir anlamda izahı yok! Sözümona bırakılan bir miktar can suyu ile orada bir canlının yetişmesi, bir yerin sulanması filan da mümkün değil. Ülke genelinde enerji üretmek bahanesi ile gerçek manada bir tabiat katliamı yapılıyor. Buna aklı başında hiçbir insan izin vermez,vermemeli! Hiçbir mercii de kendinde bu hakkı görmemeli! Bir nehri, bir borunun içine hapsetmek! Bu aklın ve vicdanın dışında bir iştir! Nehir yatağı diye bir şey kalmayacak; balık türleri, balık türlerini yiyen kuşlar, endemik bitki türleri, toprağın nemi, rutubeti ve buna dayalı zincirin tüm halkaları zarar görecek! Bir ölüm diğerini başlatacak ve diğerlerini…
HES adı altında ne tür bir oyun oynanıyor? Yapılması planlanan binlerce HES tamamlandığında, kaynağından alınan su, borulara hapsedilerek özel şirketlerin denetiminde olacak. Elektrik üretimi filan değil bu zira ortada birçok canlının yaşamı üzerine oynanan çok karlı bir iş yatırımı var. Nehirlerde, derelerde su kalmayınca hayvanlar susuz kalacak! Ağaçlar kesilecek, elektrik iletim hatları nedeniyle milyonlarca arazide ormanlara kıyılacak, toprak yavaş yavaş çölleşecek! Derelerin satılması, suyun pazarlanması,susuz tarım olamayacağı için üretimin durması, köylünün kendi kendine yetme becerisiyle ifade bulan yaşam şeklini geride bırakıp göç etmeye zorlanması, göçle birlikte tarım ve hayvancılığa çok büyük bir darbe vurulacağı, meyve sebzenin ve suyun bir gün gelecek fahiş fiyatlarda satılacak olması kulağınıza nasıl geliyor! Üretmeden tüketmenin toplumsal hayatı ve her şeyin parayla satın alınmasına göz yumduğumuz bir dünyada yaşamanın varlığımızı kısırlaştıracağı çok açık!
Bu noktaya nasıl gelindi? 2001’de avrupa birliğinin yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektriğin teşvik edilmesi yönetmeliği ile HES’ler yeşil enerji kabul edilerek HES şirketleri karar verici bir konuma getirildi. 2006’da DSİ ile şirketler arasında elekrik üretim lisansı için 49 yıllığına ‘su kullanım hakkı’ anlaşması yapıldı. 2009’da ÇED etkisizleştirildi ve ÇED araştırma raporunun yerini, yeni proje tanıtım dosyaları aldı. 2010’da HES’ler devlet politikası olunca DPT, 2023 yılına kadar Türkiye’nin hidroelektrik potansiyelinin tamamının elektrik enerjisi üretiminde kullanılması kararı aldı. 2011’de korunan alanlar HES’lere açılınca, yenilenebilir enerji kanununda değişiklik yapılarak tüm korunan alanlarda HES inşaatlarına izin verildi. 2011 başında doğayı koruyan tüm yasal düzenlemelerin tabiat kanunu tasarısı ile iptali gündeme geldi.
Birey olarak hepimiz farkındayız; suyunu, toprağını, yaşam tarzını korumaya çalışan köylünün durumunu biliyoruz. Şirketlerin açgözlü, saldırgan ve ısrarcı tavırlarını hayretler içinde izliyoruz. Köyüne, vadisine, deresine HES istemeyen insanlara yapılan baskının, yaşanılan maddi manevi zorlukların ayardındayız. Biz halkız. Ve halk olarak diyoruz ki ‘HES İSTEMİYORUZ’. Buradan gece gündüz nöbet tutarak, kararlılıklarını ve bilinçliliklerini her türlü zorluğa rağmen sürdüren tüm insanları gönülden selamlıyoruz. Fındıklı’ya, Sülekler’e, Ahmetler’e, Boğazpınar’a, Alakır’a, Arhavi’ye, Kamilet vadisine, Şimşirli’ye, Sinanlı’ya, Solaklı vadisi Karaçam ve Köknar köylerine, Loç vadisine, Ödük çayına ve daha nicelerine selam gönderiyoruz. Tekrar ediyoruz, edeceğiz. HES İSTEMİYORUZ. ‘Suyun kullanma hakkını’ aldıklarını düşünen şirketlere cevap veriyoruz; ‘SU HAKTIR,SATILAMAZ’. Bunu söylemek insanlığımızın gereğidir, boynumuzun borcudur.
Toprakların verimliliğini kısır tohumlarla kirlettik, kısa vadede ürün almak için yiyeceğimizi zehirledik, ağaçları kestik, ormanlara kıydık, iklimleri değiştirdik. Kendimizi beton evlere hapsettik, hayvanların, bitkilerin dünyası ile bağımızı kopardık, özümüzle olan bağımız zayıf! Birçok insanda da kopuk. Bağlantı yok! Paranın öldürdüğü ruhların,demirin öldürdüğü bedenlerden daha çok olduğu* bir zamanda yaşıyoruz! Nitekim Kızılderili’nin bir zamanlar öngördüğü gerçek, bugün de geçerliliğini tüm dehşetiyle koruyor ve dikkatimizi bir gün çok geç olacak o güne çekiyor; ‘son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde paranın yenilemeyecek birşey olduğunu anlayacaksınız!’
Tüm canlı yaşamının en temel gereği ‘SU’ için HES’ler açık bir tehditdir. Doğayı korumak, yanlışa dur demek, tüm canlıların yaşam haklarını koruyup gözetmek bir seçim değil, insan doğasının doğa karşısındaki onur-sorumluluğudur. Ve insan olmak sınırsızca, sorumsuzca davranmak demek değil elbette, bir başka canlının, ormanın, hayvanın, suyun, dağın, vadinin yaşam alanınına girerken, değerken, dokunurken sınırlarımızı bilmek, an be an yeniden hatırlamaktır. Haddimizi yeniden ve yeniden aşmaktan korkmaktır. İnsan olmak sorumluluktur! Bu sorumluluğun gereklerini yerine getirmek sınavdır işte; tüm dinler, tüm inançlar, tüm hayırlar ve şerler de bunun içindedir!
* Walter Scot