Kaynak: Kübra Par, Habertürk, 17 Şubat 2014
Bu sene Türkiye kışı bahar havasında geçiriyor. Yarın, İstanbul’da hava sıcaklığının 25 dereceye kadar çıkması bekleniyor. Soçi’deki Kış Olimpiyatları’nı izlemeye gidenler denize girip güneşleniyor. Bir taraf böyle sıcakken, İngiltere aşırı yağışlar yüzünden sel tehdidiyle karşı karşıya. ABD ise kar fırtınalarıyla en soğuk kışlarından birini yaşıyor. Peki, bu dengesizliğin nedeni ne? Türkiye’yi büyük bir kuraklık mı bekliyor? Meteorolojik felaketlerle burun buruna mıyız? Küresel ısınma hızlanıyor mu yoksa her şey doğal akışında mı? Siyaset gündeminin aynı girdap etrafında dolandığı şu günlerde, Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu ile buluştuk, ‘havadan sudan’ konuştuk…
Türkiye’de şubat ayı 20 derecelerde seyrediyor. Soçi’de Kış Olimpiyatları bahar havasında geçiyor. Öte yandan İngiltere’de aşırı yağışlar ve sel, ABD’de ise kar fırtınaları var. Bu dengesizliğin nedeni ne?
Denge olsa hava hareket etmez zaten ama iklim değişikliğiyle birlikte kutuplar daha çok ısınmaya, ekvatorla sıcaklık farkı azalmaya başladı. Soğuk hava güneye oluk şeklinde iner, kuzeye sırt şeklinde çıkar. Sırt ve oluklar sürekli yer değiştirir. İngiltere oluk ile soğuk havanın etkisindeyken biz sırtta sıcak havanın etkisindeyiz. Dengesizliğin nedeni soğuk havanın güneye inememesi. Balkanlar’dan gelen yağmur sistemi sırtların blokajıyla Türkiye’ye ulaşamıyor.
‘KÜRESEL ISINMA YAĞIŞLARI AZALTMAZ’
Yarın İstanbul’da sıcaklığın 25 dereceye kadar yükselmesi bekleniyor. Son dönemde fazla rekor kırmaya başlamadık mı?
Bu rekorlar iyi bir şey değil, madalya vermiyorlar! 70 yıl yaşayan bir insan, ömrü boyunca ‘Şimdiye kadar böyle sıcak ya da kuraklık görmemiştim’ gibi lafları 5 kere söylüyorsa bu normaldir. 1985’ten beri neredeyse her yıl bir öncekinden daha sıcak oldu. Bunlar rastgele rekorlar değil çünkü artık düşük sıcaklık rekorları kırılmıyor.
Neden?
Sanayi Devrimi’yle enerji için fosil yakıtlar kullanmaya, dört buçuk milyar yıldır toprağın altında depolanan karbonu katı sıvı ve gaz halinde çıkarıp atmosfere salmaya başladık. Ne kadar çok karbondioksit o kadar çok sıcaklık demek.
Küresel ısınma meselesini yıllardır tartışıyoruz. Kafası karışanlar için bir kez daha anlatır mısınız, nedir bu ‘global warming’?
Küresel ısınma, sera gazı olan karbondioksitin salınımının artmasından dolayı dünyanın ortalama sıcaklığının yükselmesi demek. Bu artıştan sonra yaşadıklarımızsa iklim değişikliği. Ortalama sıcaklığın artması kimi yerde aşırı sıcaklara, kimi yerde aşırı yağışlara, kimi yerdeyse aşırı kara neden oluyor.
Bir yılın çok soğuk geçmesi küresel ısınma olmadığını göstermez yani…
Yıllara değil, uzun vadeli trendlere bakıyoruz. Güneşteki patlamalar, dünyanın yörüngesindeki sapmalar, volkanik patlamalar ve tektonik hareketler nedeniyle Dünya 150 bin yılda bir yaklaşık bir derece ısınıyor ya da soğuyordu. Böylece iklimler değişiyordu. Oysa 1850’den sonra 150 bin yılda yaşanan 1 derecelik artış 150 yılda gerçekleşti. Yani dünya 1000 kat hızlı ısındı. Bunun adı ani iklim değişikliği. Ekolojik sistem bu duruma ayak uyduramıyor. Havadaki karbon miktarı ve kalış süresi giderek artıyor. Dedemin dedesinin yaktığı çöpün karbondioksiti hâlâ havada! Dünyanın ortalama sıcaklığı 2 derece artmadan bunu durdurmamız lazım yoksa iklim değişikliğinin etkileri karşısında büyük acı çekeriz.
Peki iklim değişikliğiyle yağışlar giderek azalacak mı?
Hayır, sıcaklık arttıkça hidrolojik su çevrimi de hızlanacak ama yağışlar kuzeye kayacak. Yani küresel ısınma ile yağışlar azalmayacak yere düşüş şekli ve bölgesi değişecek. Yağışın miktarı değil rejimi önemlidir.
İklim değişikliğinin bir yalan olduğunu, yeni vergileri haklı gösterme, daha çok para kazanma ve bilim adamlarının yürüttükleri çalışmaları garanti altına alma çabası olduğunu ileri sürenler de var.
Uluslararası hakemli dergilerde ‘İklim değişikliği yoktur’ diyen tek bir makale yayınlanmadı. Televizyonda konuşmakla bilim olmuyor!
‘Meteorolojik felaketler artacak, Türkiye’de şehirler arasında su savaşları çıkacak’
Bakanı Eroğlu, ‘2050 yılına kadar İstanbul’da su sorunu olmayacak’ dedi. Katılıyor musunuz?
Bunu neye dayanarak söylüyor? Bilimsel olarak beklentilerimiz su kıtlığı olacağı yönünde. Bakanımız inşaat mühendisi mantığıyla bakıyor. Türkiye baraj ve su arıtma tesisleri gibi yapısal önlem konusunda çok ileri noktada. Fakat kuraklıkla mücadele planı, su bütçesi, halkın eğitilmesi gibi yapısal olmayan önlemler alınmıyor. Şu anda İstanbul Bulgaristan sınırından Bolu’ya kadar bütün suları topluyor. İstanbul’un su sıkıntısı var ki diğer havzalardan su getiriyor.
Bakan Eroğlu, ‘7-8 yılda bir kuraklık oluyor’ dedi. Böyle istatistikler çıkarmak mümkün mü?
Türkiye için ortalama yağış çıkarmak mantıksız. 650 kg ortalama nereyi temsil ediyor? Karadeniz kenarına 2000 kg yağarken Konya’ya 200 kg yağıyor. Verilere bakarak periyodiklik çıkarabilirsiniz ama bunun tekrarlama garantisi yok. Havanın hafızası yok, ‘7 yıl oldu Türkiye’ye bir kuraklık yapayım’ demiyor! Bu periyodikliğe bakarak su planlaması yapılamaz.
Su yılı, su bütçesi gibi kavramlardan söz ediyorsunuz.
Su yılı 1 Ekim’de başlar, eylül sonunda biter. Büyükşehir belediyelerinin meteoroloji mühendisleri çalıştırarak o yılki yağışları takip etmesi ve su yılı bütçesi yapması gerekir. Aylara göre yağışlar az gidiyorsa kuraklıkla mücadele planına bakıp tüm paydaşları bir araya getirip nereden tasarruf edileceği belirlenmeli. Siyasetçilerimiz panik havası olmasın diye çağrı yapmaktan kaçınıyor.
İlkbaharda bizi nasıl bir hava bekliyor?
Mevsim normallerine göre yağışlarda yüzde 15’lik bir artış olması bekleniyor.
Madem yağışlar artacak, neden kuraklık olsun?
Su kıtlığı için alarm veriyoruz. Kuraklık başka bir şey su kıtlığı başka… Türkiye gibi yarı kurak bir coğrafyada, İstanbul gibi daracık bir bölgede su havzalarının kapasitesinin 5-6 katı nüfus yerleştirirseniz, 2 kat yağış olsa bile su kıtlığı yaşanır. İklim değişikliği ve hava durumu su kıtlığının son nedenidir. Yanlış arazi planlaması, sanayi bölgelerinin yanlış seçilmesi, su havzalarının yerleşime açılması ya da kirletilmesi su kıtlığının asıl nedenidir. Yağmurlar iklim değişikliğinden dolayı azaldı, yağan yağmuru da hasat edemiyoruz. En iyi örnek Sultanbeyli. Plansız programsız kocaman bir şehir kurulmuş. Buraya yağan yağmur eskiden toprağa sızarak Ömerli Havzası’na gidiyordu. Şimdi çatılardan yollardan kanalizasyona akıp denize gidiyor.
Yeraltı suları yeterli mi?
Türkiye’de yeraltı sularını da yok ettik. Konya gibi su sorunu olan bir bölgeye şeker pancarı teşviki verildi. Yeraltı sularını çeken borulara her yıl 4’er metre ek yapılıyor, bu bir cinayettir.
Önümüzdeki dönemde doğal felaketler artar mı?
Evet trendler o yönde. 1960’lı yıllarla 2000’li yılları karşılaştırdığımız zaman Dünyada meteorolojik felaketlerin 3 kat arttığını görüyoruz.
Dünyada su savaşları çıkacak mı?
Dünyayı boş ver, Türkiye’de şehirler arasında su savaşları çıkacak. İstanbul, Edirne ve Kırklareli’nden su isteyecek ama orada da kuraklık olacağı için o şehrin halkı su vermek istemeyecek. Köyler arasında bile su kavgası çıkacak. İnsanlar diğer şehirlere giden su borularını kesecek.
‘İstanbul’da, o kadar çok beton yüzey var ki dev projelerin iklim değişikliğine etkisi fazla olmaz’
Kanal İstanbul, 3. havalimanı, 3. köprü gibi dev projeler İstanbul’un iklimini etkiler mi?
İstanbul’da o kadar çok beton yüzey var ki şehrin bütününe baktığınızda küçük bir havalimanı ya da küçük bir kanalın iklim değişikliğine etkisi olmaz. Şehirlerin iklimini 3 şey etkiler. Aşırı tozlar, şehir ısı adası ve yağmur. İstanbul’da klasik hava kirliliği yok, inşaatlardan çıkan tozların ve egzozlardan çıkan fotokimyasalların etkisiyle modern hava kirliliği var. Binaların çektiği ısıyla şehrin üstünde bir kubbe oluşuyor ve kar yağdığında aşağı inemeden eriyor. Ayrıca şehrin üstüne gelen yağmur bulutları havadaki toz partiküllerinin etkisiyle aşırı tohumlanıyor, yağmur taneleri küçülüyor ve yağış azalıyor. Bunların etkisi büyük projelerden daha fazla.
Çevrecilerin tepkisi haksız mı yani?
Kanalistanbul akla yatkın bir proje değil. Sazlıdere Barajı’nı kuruturlarsa felaket olur. Ayrıca çıkan egzoz gazları, etraftaki yerleşim yerleri büyük bir hava kirliliği yaratabilir. Lösemi patlaması yaşanabilir.
HES’lere karşı da yoğun protestolar var.
HES’ler Karadeniz’de can suyu bırakmıyor. 20 megawatt’tan düşük HES’lerin doğada yarattığı tahribat çok büyük. Attığı taş ürküttüğü kurbağaya değmiyor. HES’ler yapılabilir ama iyi hesap yapmak lazım. En temiz enerji kullanılmayan enerjidir. Sanayide enerji verimliliğini artırarak binlerce HES’e bedel tasarruf yapabilirsiniz.
‘1 TİŞÖRT İÇİN 20 TONSU HARCANIYOR’
Kuraklığa karşı başka ne yapmalı?
Madem dinimiz israfa karşı, Diyanet fetva yayınlamalı, halk camilerde kuraklık ve su tasarrufuyla ilgili uyarılmalı. Su tasarrufu deyince insanlar içtiği, yıkandığı suyu anlıyor. Oysa bir de sanal su var. 2 dilim ekmeği çöpe atmak 1 buçuk ton suyu israf etmek demek. 1 kâse pirinç pilavını çöpe atmak 3 buçuk ton suyu israf etmek demek.
Biraz abartılı değil mi bu rakamlar?
Abartılı değil. Üstünüzdeki tişörtün pamuğu ekilip, toplanıp, işlenip ürün haline gelinceye kadar 20 ton su harcanıyor. Bu üretimde görülmeyen sanal su. Bir inek hayatı boyunca 15 ton su tüketiyor, bir dilim kırmızı et için… Kuru kuruya doğayı sevin demekle olmuyor.