İstanbul kuraklık ve susuzluk gibi sözcüklerle birlikte anılır oldu. Üst düzey yetkililer üç baraj daha yapılacağından söz ediyorlar.
İki şehir ötedeki Düzce’den isale hattı denilen kanalla su getirmekten bahsediyorlar. Kuraklık var diye ikinci hattı da yapacaklarını söylüyorlar. Kuraklık hızla bütün Türkiye’yi etkilediği için o isale hattının da, barajların da suyla dolmayacağını biliyoruz.
Havayla mı dolacak bu kanallar?
Madem İstanbul’a suyun yetmediğini kabul ediyorlar… Niye İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin su şirketi Hamidiye’nin sularını 45 ülkeye satıyorlar?
Dayanışma ya da insanlığa hizmet için değil, para için elbette. Bizim bu suya -satıldığı Hollanda, Almanya gibi ülkelerden- daha çok ihtiyacımız var. Suyumuzun şişelenip satılması, kuraklığın sürmesi demek.
2012’de sudan başka her şeyden söz eden, insanların ve diğer canlıların suya erişim hakkını es geçen, suyu ekonomik bir varlık kabul eden Su Kanunu Tasarısı hazırlandı. Havza bazında yönetimin adı geçiyor ama içi bomboş. Demokratik katılımcı değil, merkezden atanan bir takım devlet görevlilerinin ve şirket yetkililerinin bir araya geldiği bir yapı kurgulanıyor. Bir yandan yerelleşmenin adı geçiyor, öte yandan alabildiğine merkeziyetçi bir yapı yüceleştiriliyor. Bu tasarı yasalaşırsa ne su kriziyle ne de iklim değişikliğiyle baş edebiliriz.
“Öncelikle zihinsel kuraklıkla baş etmemiz gerekiyor” diyen Su Hakkı Kampanyası bu tasarıyı eleştirmekle kalmayıp alternatif bir tasarı hazırladı, Meclis’e yollayacak. Umalım da Meclis’te birileri bir STK’dan gelen öneriyi ciddiye alsın.
Su çok yerde enerjinin hammaddesi olarak kullanıldığı için enerji politikalarından bahsetmeden su krizinden bahsetmek imkânsız.
İktidar partisinin 2023 hedefleri arasında enerjide dışa bağımlılıktan kurtulma, linyit rezervinin yüzde 100’ünü kullanma gibi şeyler var. Bu hedefler, onlarca daha linyit yakan termik santral kurulacak, parmak kadar derelere HES’ler yapılacak, sularımız hızla tükenecek demek. Konya Karapınar’da dev bir termik santral planlanıyor. Oysa Konya’da yeterince yağış olmadığı ve had safhada kullanım olduğu için yeraltı suları zaten her yıl bir metre aşağı çekiliyor. Bir de bunların kirletildiğini düşünün.
İstanbul’da 1990’larda musluk suyunda sıkıntılar yaşandı. Dediler ki “Bu işi kamu kuruluşları beceremiyor, özelleştirelim”. Oysa özel şirketin tek derdi biraz daha satmak ki kâr etsin. Özelleştirmeden sonra damacana şirketleri ortaya çıktı. Birden musluk suyuyla içme suyunun yolları ayrıldı. Musluktan akan su kirli değil. Damacana suyla aynı yerden geliyor. Ama biz pet şişe suyu alarak doğada büyük kirliliğe neden oluyor ve 500 kat fazla ödüyoruz. Musluktan akan suda bazen kirlilikler oluyor ama o kirliliğin veya o suyun lezzetsiz olmasının nedeni, iyileştirilmesine kamu kaynaklarından pay, bütçe ayrılmaması.
Su yaşam hakkı olmaktan çıktı, enerjinin, sanayinin, endüstriyel tarımın hammaddesi haline geldi. “Hizmet de hizmet” diyorlar…
Buyursunlar hizmet talebi…
Su meselesine kâr odaklı değil, hizmet odaklı baksınlar…
Biz de haklarını teslim edelim.
Melis Alphan
Kaynak: Hürriyet, 14 Nisan
Kapak fotoğrafı: Catarina Clemente, flikr.com